Aydın Engin

18 Mart 2019

Bir "bölen"den bir "sönen"e: AB

" AB bir bölen olmak gibi önemli bir konumdan bir sönen gibi önemsiz bir konuma sürüklendi"

Avrupa Parlamentosu (AP) Türkiye ile üyelik görüşmelerinin buzdolabına konmasına karar verdi. Karar epey büyük oy farkı ile alındı (109'a karşı 370).

Ancak Avrupa Parlamentosu'nun katılım müzakerelerini durdurma kararı Türkiye'de, özellikle AKP iktidarının tepelerinde ve medyasında önemli bir yankı bulmadı. Parti sözcüsü "AP, Avrupa'nın aşırı sağına teslim olmuştur" yollu inciler döktürdü; parti medyası Avrupa Parlamentosuna, raporun sahibi Kati Piri'ye sövüp saydı.

O kadar.

Bu tutumu nasıl yorumlamalı?

AKP'yi ve hele hele Reis'ini 31 Mart yerel seçimlerinin telaşı, korkusu sardı, öyle AP kararını filan dert edinecek hali yok diyenler çıkabilir.

Evet böyle bir açıklama mümkün, ama bunu ciddiye almak pek mümkün değil. Türkiye'nin AB'ye karşı tutumu öyle kahvehane sohbeti yorumlarla ele alınacak gibi değil.

Türkiye (o dönemde Osmanlı) 1826'da yeniçeri ocağının dağıtılıp yerine "batı tarzı" bir orduya geçildiğinden beri yüzünü batıya dönen, dönmeye çalışan bir Ortadoğu ülkesi. Cumhuriyet döneminde bu hedef daha da  özlü ve kesin dile getirildi: Muasır medeniyetler seviyesine çıkmak. Bu cümle kurulduğunda "muasır medeniyet"ten sadece ve sadece Avrupa anlaşılıyordu.

Ancak geçen yüzyılın ikinci yarısından itibaren Avrupa'da farklı ve çok temel bir değişim süreci başladı, hızla yürüdü. "Kömür ve Çelik Birliği" ilk adımdı. Ardından  "Ortak Pazar" geldi. Onu "Avrupa Ekonomik Topluluğu" izledi ve sonunda Avrupa Birliği'ne varıldı. Bundan sonraki adım besbelli "Avrupa Birleşik Devletleri" olacak.

Avrupa'nın yaşadığı bu süreç zikzaklarla yürüdü. Yavaşladı, hızlandı, kopma noktalarına geldi, uzlaşı noktaları bulundu. Gün geldi pek ağır aksak ilerlendi, gün geldi hızlı yol alındı.

Avrupa Birliği bugün de zikzaklı yürüyüşün geri adımlar atılan dönemini yaşıyor. Popülist sağ, ırkçılık yükselişe geçti. Macaristan ve Polonya'da milliyetçi ve yer yer ırkçı iktidarlar Avrupa Birliğj'nin temel ilkelerini ya açıkça çiğniyor ya da itiraz ediyor. Görece yoksul AB ülkeleri  (İtalya, İspanya, Portekiz, Yunanistan)  ve  sahiden yoksul AB ülkeleri (Macaristan, Polonya, Bulgaristan, Malta, Kıbrıs) ile zengin ve dolayısıyla birlik içinde lokomotif işlevi ve etkisi taşıyan Almanya, Fransa, Hollanda gibi ülkeler arasındaki makas kapanmıyor, hatta açılıyor. İngiltere zaten eğreti yeraldığı AB'den koptu kopuyor.

Ama bu zikzak yanıltmasın. "AB macerası sona erdi. Avrupa yeniden ulus devletler dönemine dönüyor" denemez.  Bu yazı bağlamında "Bu zikzak'tır ve Avrupa böylesi çok zikzak dönemleri aşarak bugünlere geldi" demekle yetinelim.

*   *   *

Avrupa sadece gümrük duvarlarını silikleştiren bir ekonomik ortaklıktan ortak parası (Euro) olan, ekonomik, siyasal ve kültürel bir bütünleşmeye evrilince Türkiye'de Avrupa'ya bakış da farklılaşmaya başladı.

90'lı yıllar AB konusu Türkiye'de "bir bölen"di.

Sosyalist solun bir kesimi AB'yi emperyalist bir odak olarak görüyor ve AB'ye katılma hedefini temelden reddediyordu. Keza Kemalist kanadın önemli ve etkili bir kesimi da AB'yi ve AB üyeliğini reddediyordu. O zamanlar ülkede Meclis'in de, hükümetlerin de üstünde bir karar merkezi olan Milli Güvenlik Kurulu'ndaki generaller AB'ye karşı "mollalar İran'ını" ve "Putin Rusya'sını" içine alan bir "Avrasya ittifakı" önerecek kadar uçlara savrulmuşlardı.

Buna karşılık Avrupa sermayesi ile tam bütünleşmeden yana olan büyük sermayenin TUSİAD'da sözcüsünü bulan kesimleri AB'den yana saf tutuyordu. Keza iktidara yürümekte olan siyasal İslam da  darbe geleneği ve alışkanlığı taşıyan askerlere karşı bir sığınak olarak gördüğü AB' üyeliğini hararetle destekliyordu. Sosyalst solun bir kesimi ise Avrupa solu ile elele verip "Emeğin Avrupası" için mücadele etmek üzere AB üyeliğinden yana konum belirliyordu.

Bu saflaşma AB konusunu sahiden de bir bölen'e dönüştürüyordu.

*   *   *

Sonra gün geçti devran değişti. Siyasal islamın örgütü AKP 2002'de tek başına iktidara geldi. AKP tepeleri darbe yapacaklarını hemen her adımlarında belli eden, bunu "tabancamı artık çapraz taşıyorum" diyerek ilan edecek kadar pervasız ordu komutanlarına karşı AB'ye sığınmayı stratejik bir hedef olarak belledi. Nitekim kısa süre içinde AB aday üyeliğinin "önkoşulları"nı yerine getirdi ve Avrupa Konseyi, Türkiye ile tam üyelik için katılım müzakerelerine 3 Ekim 2005'de başlanmasına karar verdi.

Türkiye'de bir bayram havası esti. Özellikle hükümet kanadı gündüz vakti havai fişeklerle Avrupa Konseyi'nin kararını kutlayacak kadar abartılı bir seviç içindeydi.

Sonra...

Sonra AB bir bölen olmak gibi önemli bir konumdan bir sönen gibi önemsiz bir konuma sürüklendi.

Ama bu ikinci bir Tırmık gerektirecek kadar uzun.Yani sonrasına yarın devam edelim...