Turist bir lokantaya gitmiş. Garsona “Türklere has bir yemek istiyorum. Ne yiyeyim” diye sormuş.
Garson sıralamış:
- Patlıcan kebap, patlıcan oturtma, patlıcan tava, patlıcan imambayıldı, etli patlıcan dolması, patlıcan salatası, patlıcan közleme, zeytinyağlı patlıcan dolması, patlıcan silkme, patlıcan karnıyarık, patlıcan musakka …
Turist garsonun sözünü kesmiş:
- Tamam tamam, birini getir işte... Ha bir bardak da su istiyorum. Ama lütfen patlıcansız olsun…
* * *
Gazeteci yazıya oturmuş. Tam başlayacak bir arkadaşı telefon etmiş.
- N’apıyorsun?
- Yazıya oturdum…
- İyi. Ama lütfen Erdoğan’sız bir yazı olsun…
- Zor iş be…
- Olsun. Zorlan. Yoksa biz okurlar fena halde zorlanmaya başladık. Ulan televizyonda günde beş vakit o; sokakta afişte, posterde, billboard’da o. Aç gazeteyi; haberde o, yorum da o. Gir T24’e; Oya Baydar’da o, Hasan Cemal’de o, Ergun Babahan’da o, Hakan Aksay’da o, sende o… Bize yazık değil mi lan?..
- Galiba haklısın lan!..
Yani…
Arkadaş-okur talimatıyla Erdoğan’sız bir yazıya buyrun…
* * *
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı geçtiğimiz günlerde bir açıklama yaptı. Daha gümbürtülü haberlerin arasında kaynadı gitti.
Savcılık açıklamasına göre polisin “adli polis görevi” üstlenebildiği günlerden 15 Şubat’a kadar olan zaman diliminde yasal olarak yapılmış telefon dinleme kayıtları siliniyor. Böylece o resmi ses kayıtlarına ulaşmak artık olanaksız.
Bu durumda hukuk fakültelerinde öğrencilere hukuk idman yapmaları için yöneltilen “Komşunun bahçesindeki elma ağacının sizin bahçeye uzanan dallarından düşen elmaların sahibi kimdir” gibi ninem zamanından kalma sorulardan vazgeçip, “İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının ses kayıtlarını silme kararı ceza hukukundaki delilleri karatma suçu kapsamına girer mi ? Girerse neden; girmezse neden girmez; gerekçelendirerek açıklayınız” gibi ciddi sorular sorsalar nasıl olur?
Benimki ülkemin hukuk eğitimine kalite kazandırmak için masum bir öneriden ibaret. Yoksa ne Başsavcılığı suçlamak, ne de “Bilal oğlanın ses kayıtları da bu arada gümbürtüye gitti” filan demek asla değil.
Çünkü Bilal oğlanın…
Haydaaaa…
Bu yazı aldı başını patlıcana gidiyor…
Verilmiş sözüm var.
Vazgeçiyorum…
* * *
Peki…
Epeydir Roboski cankırımına değinmemiştim. Onu yazayım.
Yazayım, çünkü Roboski’yi unutturmaya yurttaş olarak da, gazeteci olarak da hakkım yok; hakkımız yok.
Tamam da yukarıdaki paragraftaki gibi kostaklanmaya da hakkım yok. Mesela biri kalkıp bana “Engin efendi, şu Roboski cankırımıyla ilgili savcılık soruşturması ne oldu, dosya ne durumda” diye sorsa verecek sağlam, ayrıntılı, bilgiye dayanır bir cevabım yok. Adeta unuttuk.
Bellekte kalan parça buçuk bilgileri yanyana getirirsek…
MİT, sonradan yanlış olduğu kanıtlanmışbir istihbarata dayanarak Roboskili köylülerin PKK gerilları olduğunu bildirdi. Genelkurmay Başkanı Özel MGK toplantısındaymış. Bilginin konutuna gönderilmesini istedi ve MGK toplantısından sonra evindeki çalışma odasında haritaları yayıp baktı ve bilginin doğruluğuna kanaat getirdi ve haber verdi; operasyon için talimat istedi.
Kime verdi, kimden istedi ?
Hoppalaaaa… Olmuyor. Bu sorunun gittiği yer de “patlıcan”a varıyor.
* * *
Suriye sorununa değinsem…
I-ıh patlıcansız mümkün değil…
Cemaat’ın olası hedefleri üstüne bir analiz döktürmek…
Bu da malum sebepten mümkün değil…
Bülent Arınç’ın son ve çok ilginç vurgular, imalar içeren demecini dilime dolasam…
Bu hiç mümkün değil
* * *
Ey okur, beceremeyeceğim.
Siz bu günlük bir bardak patlıcansız suyla idare edin.