Sizi bilmem, ama ben bugün CHP üstüne, hele hele Kılıçdaroğlu üstüne yazılmış yorumları, değerlendirmeleri, yorum-haberleri, analizleri okumayacağım. Çünkü gına geldi...
Bilinmeyen bir şeyler de söylenmiyor, çünkü bilinen çok çok az...
Kimilerini Kılıçdaroğlu’nun estireceği anlaşılan rüzgarın şiddetinin artmasıyla AKP iskemlesinden epey çivi kopar, AKP’nin tek başına iktidar saltanatı tehlikeye girer kaygısı sarmış; bizlere Kılıçdaroğlu ile “neden olmayacağını” anlatıyorlar. Endazeyi iyiden iyiye kaçıranlar Baykal güzellemesine bile geçtiler...
Bunları okumak hangi düşünsel açılım sağlayacak ki? Geç gitsin...
Kimileri, kendini Kılıçdaroğlu’dan yepyeni ve dipdiri bir CHP çıkarma umuduna kaptırmış; epeydir dillerine almadıkları “halk” terimine yaslanıp “güzel günler geliyor” fetvası veriyor; “Recep bey” denmesinden derin anlamlar çıkarıp, yeni parti meclisi listesi üstüne ince ince ahkâm kesip “İşte nihayet CHP iktidarı” müjdeleri veriyorlar...
Bunları okumak nasıl bir düşünsel derinlik sağlayacak ki? Geç gitsin...
* * *
Göreceğiz.
CHP’nin başına geçen bu efendi, alçakgönüllü, sakin adamın ne yapıp ne yapmadığını veya yapamadığını gözleyip göreceğiz. Örneğin kurultay açılış konuşmasındaki iddialı cümlelerle cılız omuzlarına kendi elleriyle yüklediği ve birden ”şakşakçı” kesiliveren büyük medyanın daha da ağırlaştırdığı yükü kaldırabilecek mi, taşıyabilecek mi ? Örneğin halkçı olmayı sahiden yoksulun, emeğiyle geçinenin sesi olarak mı ete kemiğe büründürecek, yoksa halkçılığı (=popülizm) vıcık vıcık bir “halk dalkavukluğu” ile mi sınırlayacak?
Göreceğiz.
Hiçbir olumsuz önyargı beslemeden, ama hiç bir temelsiz umuda da kapılmadan bekleyeceğiz, gözleyeceğiz, göreceğiz...
Bence şu anda söylenebilecek olanın sadece ve sadece “başarı dilemek”le sınırlı kalması aklın gereğidir... O yüzden Kılıçdaroğlu üstüne şu aşamada söylenecek sözüm yok...
* * *
Buna karşılık uzun süredir gözlediğimiz, izlediğimiz, marifetlerini gördüğümüz biri üstüne, Başbakan “Recep Bey” üstüne söyleyeceklerimiz olmalı...
Bir tartışmada çıkmaz sokağa sapan ama o yolda yürümekte ısrar edenlere söylenir, “Konuştukça batıyorsun” denir.
Konuştukça batıyor... Önüne konan yazılı metnin dışına çıktığında kültürel birikiminin sığlığı, siyasetin ve ticaretin köreltiği vicdanı açığa çıkıyor. İktidar, hem de tek başına iktidar olmanın burnu büyüklüğü ile kendini eleştiriden muaf sanıyor; eleştirenlere öfkeleniyor; neredeyse “Eleştirmeyin beni lan” üslübuna yaklaşan bir kızgınlıkla konuşuyor...
Ne çare ki konuştukça batıyor, eleştirinin ötesini de hak ediyor...
Zonguldak’tan söz ediyorum.
Kurtarma çalışmalarının ağır yürüdüğü kanısına kapılan -belki de haksızdı ama acısı ona bu hakkı tanıyan- bir madenci yakınının bağırıp çağırması onu çileden çıkardı.
İlk inciyi o sırada yumurtladı:
- Bu kazalar bu işin (yerin yedi kat dibinden kömür çıkarma işini kastediyor) fıtratında var...
Breh breh breh !..
Bir yerlerden “fıtrat” sözcüğünü duymuş; kendince bir anlam da yüklemiş; “Öğrendiğim bu sözcüğün anlamı tam olarak acep nedir” gibi bir sorgulamaya gerek duymamış sallıyor...
Fıtrat’ın Arapçada insana dair ve sadece insana dair “yaradılışta getirilen özellikler, nitelikler” anlamına geldiğini bilmiyor. Bir Başbakanın her kelimesinin hassas terazilerde tartılacağını da aklına getirmiyor...
Ortaya kömür çıkarma işinin fıtratı gibi yürekler acısı bir mantık çıkıyor...
Zonguldak’taki cinayeti (Evet: Cinayeti!) pek de umursamıyor, 30 madencinin kulaklarından kan fışkırarak ölümlerine yüreği yanmıyor; adeta refleksleriyle düşünüyor; “Bu olup bitenden AKP ve benim iktidarım ne kadar zarar görür” gibisinden bir bezirgan hesabına kendini kaptırıyor; eleştirilere daha da öfkeleniyor; cevaplamaya kalkıyor ve konuştukça batıyor:
Şu cümleye bakın: “Zonguldak abartıldı... Sanki ilk defa maden kazası oluyor gibi meselenin nasıl abartıldığını gördünüz...”
Yooo, hiç abartmıyoruz. Tersine bu kazanın neden “cinayet” niteliğine dönüştüğünü sorguluyoruz.
Tamam bu ihmaller zinciri AKP iktidarı ile başlamadı; daha önce de grizu patladı ve madenciler öldü. Ama geçmiş iktidarların kusuru, onların devrilip yerlerine gelen iktidarlar tarafından düzeltilmezse, onun yerine vıcık vıcık bir “kaza kader” edebiyatı ile geçiştirilmeye çalışılırsa acımasızca eleştirmek değil susmak suç olur...
Evet sorguluyoruz:
Son altı ayda maden kazalarında 66, son 30 ayda 182 maden işçisinin öldüğünü unutmuyor ve sorguluyoruz.
Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO) 176 numaralı "Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi"ni 24 ülke onaylayıp yürürlüğe koydu. Ama AKP hükümeti 4 yıldır bu sözleşmeye imza koymuyor. Taşaronlara terkedilen -kamu mülkü- madenlerde ek maliyet çıkmasın, kârlar azalmasın diye değilse neden?
Maden ocaklarının güvenliğini denetlemekle görevli personelin maaşlarını o ocağı işleten patrondan (devlet ya da taşaron) almalarının, cinayete davetiye çıkaran bir uygulama olduğunu bildiğimiz için sorguluyoruz...
* * *
Haydi yine şu fıtrat terimine dönelim. Fıtrat insanın doğuştan getirdiği, kazandığı nitelikler, karakter özellikleri demekti.
Maden ocaklarının fıtratı olmaz.
Ama insanların olur. Başbakan bile olsalar fıtratları, karakter özellikleri olur...