Aydın Engin

24 Nisan 2013

Beklerken Boş Oturacağına…

Daracık kapalı çarşı sokaklarında daracık kahveler. Bizdekilere benzemeyen ama kendi ilginç gelenekleri olan kahvelerden birine dalıyoruz.

 

Beklemek, sabırla beklemek bu mesleğin doğasında var. Tabii haberciler için; meslek jargonuyla söylersek “Alanda çalışanlar” için…

Yazıyı gereksiz paragraflarla doldurmamak için örneklere girmiyorum. Ama “Kandil”de yapılacak –bir gün ertelenmiş- basın toplantısı için Erbil’de beklerken aklımdan uzun meslek yıllarına yayılmış “beklemelerim” geçiyor. Bazen bıktırıcı, bazen keyifli beklemeler. Afganistan’dan, Berlin’e, Priştina’dan Bağdat’a, Belgrad’dan Santiago’ya kadar o çok uzun beklemeler…

Otel lobisinde pinekleyerek de bekleyebilirsin, bulunduğun kenti keşfetmek için de…

Ben ikincisini yeğleyenlerdenim.

Erbil’de de öyle yaptım, yapıyorum. Üstelik bu kez kendimi İMC televizyonunun komutanı Eyüp Burç’a teslim ettiğim için keşif gezintisi sıradan bir turistik dolaşmanın çok ötesine geçti. Irak Kürdistanı’nın başkentinde, tarihin kadim imparatorluklarının (Babil, Asur, Abbasi, Emevi, Osmanlı) epey silikleşmiş izlerini taşıyan bir kentin ara sokaklarına, arastasına, kapalı çarşısına daldık.

Süryanilerden (Asuriler diye anlamalıymışım) kalma Erbil kalesinin karşısındaki kapalı çarşıdayız.

Ne zamandır sahici bir terzi görmemiştim. Bir terzi çocuğu için bu hoş bir buluşma. Üstelik “bir” değil “çok” terzi. Küçücük dükkânının önüne asılmış kumaşlardan yerel giysiler biçen (Barzani’nin giysisini hatırlayın), epeydir görmediğim dikiş makinelerinde diken ve Terzi Sadık (babamdır) zamanından kalma ütülerle ütüleyen terziler…

Hemen hepsi üç beş ya da daha çok sözcükle Türkçe konuşabiliyor, en azından selamlaşabiliyor. Eyüp Burç’a sorarsanız Türkmen etkisiyle Erbil’de oldum bittim Türkçe kullanılan bir dil(miş).

Selamlaşmanın kaçınılmaz sonucu da çay ikramı. Konfeksiyonun terzileri, modern araç ve gereçlerin yüz be yüz selamlaşıp konuşmaları yok ettiği bir dünyada Erbil arastası bir vaha.

“Tadını çıkar Aydın Engin” deyip keşif gezisine devam. Daracık kapalı çarşı sokaklarında daracık kahveler. Bizdekilere benzemeyen ama kendi ilginç gelenekleri olan kahvelerden birine dalıyoruz. Kırık dökük Türkçe, yetmedi Eyüp’ün çevirmenliğinde Kürtçe sohbetler. Siyasetle uzaktan yakından ilgisi yok sanacağınız yaşlı, yorgun yüzlü Kürtler Türkiye’den geldiğimizi anlayınca dile geliyorlar.

Birkaç seçme:

- Barış eyidir, barıştan başka yol da yoktur…

- Türki hökümeti Öcalan’a gulak versin…

- Bak bura Kürdistanında huzur gelmiştir, refah gelmiştir. Sizde de eyle olsundur…

Kahvenin yaşlı sahibi çayları tazelerken küçücük dükkanını dolaştırıyor. Bütün duvarlar silme sıvama fotoğraflarla dolu. Birlikte bir fotoğraf kaçınılmaz. (İnşaallah ben akılsız, benim akıllı telefonun hakkından gelir ve yollamayı da becererim !) Sanırım bizim fotoğraf da bu tarihi (?) kahvenin duvarlarında yerini alır ve biz de tarihe geçeriz…

Şimdilik bu kadarıyla idare edin.

Dedik ya bekliyoruz. Siz de bir sonraki gezi notunu bekleyin…