Yine “suç duyuruları”ndan söz edeceğim. Yazıya başlamadan geçmiş Tırmıklar’ı taradım hilafsız tam altı Tırmık yazmışım. Kiminde suç duyurusunda bulunup ardını kovalamayanları tırmıklamak, olmadı çuvaldızlamak için yazılmış; kimi suç duyurusu dilekçesini dosyasına koyup uykuya yatan savcıları şey yapmak için... Şey... Yani ilgilenmelerini rica etmek için (Yerseniz!)...
Kimileriniz hatırlayacaktır: 2009’da Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ hakkında bir suç duyurusunda bulunuldu. Altında benim de imzam vardı. Dilekçede askerlerin siyasal içerikli demeç vermesini, görüş açıklamasını yasaklayan, Atatürk döneminde ve bildiğim kadarıyla Atatürk’ün talimatıyla Askeri Ceza Yasası’na konan 148. maddeyi çiğnendiği belirtiliyordu. Dilekçemiz Genelkurmay Askeri Savcılığına gitti. Alışıldığı gibi herhangi bir ses çıkmadı. Suç duyurusu dilekçesinde imzası bulunanlardan bir avukat arkadaşımız Genelkurmay Askeri Savcılığına başvurarak dilekçe için ne gibi bir işlem yapıldığını sordu. Cevap pek yalındı: “Komutana yolladık !”
Kendisi hakkında suç duyurusunda bulunulan dilekçeyi Genelkurmay Başkanının ne yaptığını bugüne kadar öğrenemedik...
Sonra 12 Eylül 2010’daki Anayasa referandumunun ardından 12 Eylül 1980’de darbe yapan cuntanın faşist elebaşıları hakkında ülkenin dört bir yanında suç duyuruları yapıldı. Suç duyurusunda bulunanlar dilekçelerinin ardına düştüler mi, izini sürdüler mi, hesabını sordular mı bilmiyorum. İzmir’de suç duyurusunda bulunanlardan, inatçı mı inatçı, yorulmak bilmez avukat arkadaşımız Arif Ali Cangı’nın ise bu izi sürdüğünü biliyorum. Ama onun da suç duyurusu izlemede alabildiği yol, dilekçenin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına yollanacağı bilgisinden ibaret. (12 Eylül Darbesi Ankara’da işlenmiş bir suçmuş !)
En son olarak da geçtiğimiz günlerde, bu kez şimdiki Genelkurmay Başkanı hakkında, yine Askeri Ceza Yasasının 148. maddesini çiğnediği gerekçesiyle bir suç duyurusunda bulunduk.
Henüz o dilekçemizle ilgili ne yapıldığına ilişkin bir bilgi alamadık.
Anladığım kadarıyla (aslında bunu yıllar öncesinden beri anlamıştım ama, üslup gereği sanki yeni anlamışım gibi “anladığım kadarıyla” dedim. İdare edin...) Evet anladığım kadarıyla savcılar için suç duyurusu, dilekçenin alınıp savcılık kaleminde kayda geçirilip sonra da uykuya yatırılması anlamına gelen bir uygulama...
Yani savcılara göre hukuksal bir sonuc yaratması gerekmiyor.
Ama bu savcıların görüşü. Belki ülkemizde farklı düşünen ve davranacak savcı vardır ama ben bunca yıllık meslek hayatımda henüz öyle bir savcı ile karşılaşmadım, öyle bir savcı tanımadım, duymadım...
Yalnız bu defa durum biraz farklı (olacak). Madem hukuk sistemimiz yurttaşa suç duyurusunda bulunma hakkı tanımış, bunun bir sonucu olsa gerek. Mesela savcılar “Dilekçeniz incelenmiş. Sözünü ettiğiniz suç iddiası varit görülmemiş ve herhangi bir koğuşturma başlatılmamıştır” diye bilgi vermek zorunda olsalar gerek. Ama öyle iki satırlık kupkuru bir cevaptan söz etmiyoruz. Böyle bir karara varmalarının gerekçesini de cevaplarına eklemek zorundalar. Eklemezlerse bu kez inatçı yurttaşlara çattıklarını göstermek bizim boynumuzun borcu.
Dilekçemizin izini süreceğiz. Sonuna kadar.
Bu yazıya gelince...
Belki dilekçeyi verdiğimiz savcılık okur da “Bu defa pabuç pahalı galiba” diye düşünür ve ne yapması gerekiyorsa onu yapar umudundan ibaret.
Ama okumazlar, okusalar bile umursamazlarsa bir kez daha vurgulamak isterim: Valla billa bu defa inatçı, hem de çok inatçı yurttaşlara çattınız !..
Haberiniz ola...