Aydın Engin

03 Mart 2011

Balyoz Muamması

Ergenekon sürecinde açılan davaların en okkalısı, iddianame doğruysa en ürkütücüsü...


Ergenekon sürecinde açılan davaların en okkalısı, iddianame doğruysa en ürkütücüsü, sanıkların rütbelerine bakıldığında en irkilticisi bence Balyoz Davası. Ama en kafa karıştıranı da Balyoz Dosyası...
“Oku oku bitmez” dedirtecek kadar kalın bir iddianame; içindekileri okuyunca geceleri uyku tutmayacak kadar vahim iddialar; o iddialar doğru  ise onları vakti zamanında sahiden de uygulamaya sokabilecek yetki ve rütbedeki generaller...
Bu dava üstüne o kadar çok söz söylendi; o kadar farklı ses çıktı; o kadar tartışıldı ki Balyoz davası adeta bir “muamma”ya dönüştü. (Gençler için çeviri desteği: Muamma, akıl sır erdirilemeyecek kadar bilinmezliklerle dolu demek).
Bu kadar çok kafadan bu kadar ses çıkınca, benim bildiğim meslek kuralı kısa ve nettir. Basit sorular sor: Ne olmuş ve sahiden olmuş mu?

Kuşkusuz darbeci zihniyete karşıtlığını aklın terazisiyle değil öfkenin, kinin, intikamcılığın kantarıyla tartanlar iddianamede ne varsa, “Hepsi doğrudur. Kesinlikle işlemiştir bu herifler bu suçları” diyecekler ve rahatlayacaklar...
Kuşkusuz AKP karşıtlığını “kör bir düşmanlığa” dönüştürüp darbecilere sığınacak kadar gözü dönmüşler de “Ne alakası var? Hepsi yalan bunların. Polisteki Fetullahçı kadrolar kolları sıvadı sahte kanıtlar yarattılar. Memleketin gözbebeği subaylarımızı içire tıkıyorlar” diyecekler ve rahatlayacaklar...
Bu kesim(ler) için söylenecek sözüm yok. Zaten onların da farklı bir söze kulak vermeye niyeti yok. “Allah kurtarsın” deyip geçelim...
Bir de Balyoz dosyasına böyle dangalakça yaklaşmayan, didikleyen, iddianamedeki yanlışları arayan ve ulaştığı sonuçları kamuoyu ile paylaşanlar var. Medyada bunun en bilinen örneği Hürriyet’ten Sedat Ergin arkadaşımız.  Onun gibi deneyimli bir meslektaşa öğüt vermek gibi bir densizlik yapmam. Sadece bir “Ben olsam...” parantezi açar ve “Acaba Balyoz iddianamesindeki yanlışları bulup çıkarmaktaki çalışkanlığı, inatçılığı ve titizliği, doğruları da bulup çıkarmakta sürdürsek; okurlarımıza karşı ödevimizi daha sağlıklı yerine getirmezmiş olmaz mıyız” diye sorardım...
Bana gelince...
Aslında bu konuda bir yazı yazmaya niyetim yoktu. En azından iddianameyi mesleğin gerektirdiği titizlikle okumadım. Baş sanık konumundaki emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın kızı ve damadının iddianamedeki kanıtları çürüten iddialarını okudum ama araştırmadım.
Ama tam iddianamedeki kanıtlar yetersiz, üstlerinde oynanmış, değiştirilmiş sokuşturulmuş, tıkıştırılmış soruları iyiden iyiye ortalıkta dolanırken tuhaf bir gelişme oldu.
Biliyorsunuz. Sanık avukatları tutuklama kararlarına itiraz ettiler ve bu itirazlar bir üst mahkemede reddedildi. Ama Mahkeme başkanının ilginç karşı oy yazısı ile... Ayrıntısını gazetelerde okursunuz (hatta okudunuz). Benim ilgimi çeken ve bu yazıyı yazdıran mahkeme başkanının şu cümleleri oldu: “Gölcük’te çıkan belgeler, iddianamedeki belgelerin kopyası. Yani yeni bir durum yok. O zaman yeni belge ve bilgi olmadan tutuklama kararı almak yanlıştır...”
İyi de...
İddianamedeki belgeler, kanıtlar yanlış, sahte, uydurma deniyordu. Eğer Gölcük’te çıkanlar iddianamedeki belge ve kanıtların kopyası ise iş biraz karışmıyor mu? 
Benim bildiğim Deniz Kuvvetleri istihbaratının kalbi olduğu bilinen Gölcük’te belgeler de sahte, yanlış ve uydurma ise, onlar oraya nasıl girdi? Üstelik “Deniz Kuvvetleri üssünün nizamiyesinden nasıl girdi” diye sormuyorum; “Koca kışladaki istihbarat biriminin bulunduğu binaya, o binanın, o odasına ve o odanın döşemesinin altındaki gizli bölmeye nasıl girdi” diye soruyorum.
Balyoz dosyalarını Fetullahçı polislerin yahut AKP’li sahtekârların üretip, generalleri suçlamak için ortaya attıklarına inanılması için, o belgelerin kopyalarının Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’ndaki arama sırasında rütbeli subayların gözetiminde yapıldığına göre, daha önce o döşemenin altındaki gizli bölmeye yerleştirilmiş olması lazım. Peki bu mümkün mü?
Bu sorunun cevabını ben veremem çünkü bilemem. Acaba verebilecek bir babayiğit var mıdır?