Aydın Engin

04 Haziran 2010

Balkanlar – Kafkaslar – Ortadoğu

Bir Almanca ansiklopedi-sözlük’te bir kelime arıyordum. Kendi geldi gözüme çarptı:

Bir Almanca ansiklopedi-sözlük’te bir kelime arıyordum. Kendi geldi gözüme çarptı: Balkanlaştırma. Aradığım sözcüğü unuttum, daha önce duymadığım bu sözcükte kaldım: Balkanlaştırma. Bu bir fiil. Her fiil gibi çekimi var: Balkanlaştırdım, balkanlaştırdın, balkanlaştırıldı... İsterseniz kelimeyle oynayabilirsiniz: Balkanlaştıramadıklarımızdan mısınız filan... Kelimeden isim-fiil de türetiliyor: Balkanizasyon. Söylendiği zaman Almanlar ya da o dili bilenler ne denmek istendiğini kavrıyor, günlük dilde değilse bile basbayağı kullanılıyor da...
Anlamını özetlersek: Ülkeleri etnik ya da dinsel temelde fitne sokarak bölmek; halkların etnik kökenleri, dinsel tercihleri üstünde kışkırtıcı oyunlar oynayarak halkları birbirine düşman kılmak.
Berlin duvarı 1989’da yıkıldı. Oysa “balkanlaştırma” kavramı çok daha eskilerde doğmuş. Birinci Dünya Savaşı'na gidilen günlerde... Duvar yıkıldıktan sonra Yugoslavya parçalanır, Hırvatlar, Sırplar, Slovenler, Boşnaklar, Arnavutlar birbirlerini boğazlarken izlediğimiz o kanlı günler “balkanlaştırma”nın ikinci, hatta İkinci Dünya Savaşı dönemini sayarsak üçüncüsüydü.
Balkanlaştırma kavramına takılıp kaldığım ansiklopedi bir hazine. Balkanlaştırma terimi Birinci Dünya Savaşı öncesi, sırası ve sonrasında siyasi literatürde Kafkaslar için de kullanılmış. Bir yandan kökten dinci Rus ortodoksluğunun yayılmacılığı, Kafkaslardaki Müslüman kavimler, güneyinde şii İran din temelinde oynanan kanlı satrancın zeminleri ve gerekçelerini oluşturmuş.
Dahası Kafkas kavimleri arasındaki dinsel farklara ek etnik farklar kullanılmış. Kafkas dağlarının vadilerinden oluk gibi kan akmış.
Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra Kafkaslar'da olup bitenler balkanlaştırmanın o topraklar üstündeki ikinci uygulaması...
Ansiklopediden bu kadar.
Şimdi de benden bir katkı: Ortadoğu’da olup biten balkanlaştırmanın bir başka ve bir o kadar kanlı, bir o kadar ölümcül uygulaması değil mi?
Yeryüzünün en büyük ve en değerli petrol kaynaklarının üstünde uzanan bu topraklarda aynı dili konuşan, aynı dine bağlı, aynı kökten, sami atalarından gelen Araplar ilk adımları birinci, esas adımları İkinci Dünya Savaşı sırasında atılan uğursuz bir planla paramparça edildiler. Dinsel ve hatta etnik kökenleri bile aynı olan bu halk, ilk çağlarda, taaa İslam öncesinde tohumları atılan kabileler, aşiretler arkası itiş kakışın, kavgaların, düşmanlıkların hortlatılmasıyla bir dizi yapay ülkeye bölündü; birbirlerinden yapay sınırlarla ayrıldı. (Ortadoğu haritasında Arap ülkelerini birbirinden ayıran sınır çizgilerinin cetvelle çizilmişcesine düz oluşu dikkatinizi çekti mi? O çizgiler düzdür çünkü İngiliz asker ve diplomatları tarafından sahiden cetvelle çizilmiştir de ondan...)
Ama Ortadoğu’nun balkanlaştırılması sadece Arap halkını farklı ulus (ulus?) devletlere ayırıp paramparça etmekten ibaret değil. Damarlarından kan yerine petrol akan emperyalist ülkeler yeryüzünün en büyük ve değerli petrol kaynağını sadece Arapları bölüp parçalayarak güvenceye alamazdı. Oraya teknolojik donanımı yüksek, siyasal ve mali desteği daha da yüksek bir bekçi arandı ve 2. Dünya Savaşı sırasında 6 milyonu Nazi cehenneminde soykırıma uğratılan Yahudilere, bu soykırımı seyretmenin utancını da taşıyan emperyalist Batı tarafından, Musa’nın kitabındaki “vaadedilmiş topraklar”da bir vatan bulundu. Yalan pek alçakçaydı: Topraksız halka, halksız toprakları verin.

1948’den itibaren, atalarının üç bin yıl önce terkettikleri topraklara akın akın dönen Yahudiler, o topraklarda aynı soydan (Sami) geldikleri amcaoğullarını, Filistin Araplarını buldular. Yahudiler topraksız bir halktı ama Filistin halksız bir toprak değildi.
Israil’in mayası kanla karıldı, kuruluş yılları kanlı savaşlarla kirlendi ve bugüne dek sürüp giden düşmanlık o topraklarda “amcaoğullarını” kanlı birer düşmana dönüştürdü. Barışmanın neredeyse olanaksızlaştığı kadar kanlı düşmanlara...
*    *    *
Çoğunuzun bildiklerini özetleyerek tekrarladım.
Bugün Ortadoğu’da olup biteni bu çerçevede görmezsek, 250 milyonluk ve düşman Arap komşularla yanlana, içiçe yaşamak zorunda olmanın Israil halkında yarattığı ve beslediği korkuyu oya çeviren aşırı sağcı ve yeminli militarist  iktidarların hakettikleri bedeli Israil halkına ödetmeye kalkarız. Hele hele Ortadoğu’yu balkanlaştıranların şimdi ona buna, bu arada Türkiye’ye öğütler verip birer barış meleği kesildikleri  bu günlerde bu tarihsel gerçeği bilinçle kavramak zorundayız...
Bu yazı zaten Türkiye’de yükselme eğilimi gösteren antisemitizme (=Yahudi düşmanlığına) karşı bu gerçeği bir kez daha hatırlatmak için yazıldı...