Aydın Engin

11 Mart 2010

Atlayın Bir Vapura...

Kırlangıç balığı çorbası" da içtim; dülger balığı yahnisi de yedim; Kalpazankaya’da rakı da devirdim...

Nedenini sormayın. Ölesiye yorgunum ve canım ölesiye sıkılıyor.
İş güç varmış, yetişecek yazı varmış, verilmiş sözler, kararlaştırılmış randevular varmış...
Umrumda bile değil.
Bugün benden ciddi bir yazı da beklemeyin. Dün bütün günüm Sait Faik’e yaraşır bir avarelikle geçti.
En doğrusunu yaptım. Atladım bir vapura Burgaz’a gittim. Burgaz adasına.
Yani Sait Faik’in adasına.
Zaten önce Sait Faik'i tanımıştım, sonra Burgaz'ı. Ama Burgaz'ı tanıdıktan sonra Sait Faik'i daha iyi anladım, daha çok sevdim, tadını daha iyi alır oldum.
Burgaz'a yazın ya bir ya iki kez gittim. Ama kışın ve güzün çok gittim. Gencecik ve çok yoksul bir öğrenciyken de, meslekte 39 yılı devirmiş yorgun bir gazeteciyken de; Sırılsıklam aşıkken de, işlerin iyice bastırdığı, benimse tembellikten ve avarelikten başka hiç, ama hiçbir şey özlemediğim anlarda da...
Sait Faik yüzünden mi seviyorum Burgaz'ı?
Galiba.
Burgaz'dan dolayı mı Sait Faik'i bunca yıl sonra bir kez, bir kez, bir kez daha bıkıp usanmadan okuyorum?
Bilmem.
"....... Köyün içinde yalnız kediler vardır. Otuza yakın tekir, sarı, alaca, kara kedi. Mahzun gözlü ürkek köpekler balık kokusuna koşuyorlar... Bizim köy bir balıkçı köyüdür. Gözlerimin içine bakan bir köpek, az konuşan, hareketleri ağır, elleri çabuk, abalar giymiş bir balıkçı, ağır ve kaba bir sandal, sandalın peşini bırakmayan bir kuş, ağ, balık, pul, sahilde harikulade güzel çocuklar, namuslu kulübeler, kırlangıç ve dülger balığı haşlaması, kereviz kokusu, buğusu tüten kara bir tencere, ufukları dar, sisli bir deniz......"
Orada, Burgaz'da handiyse hepsini yaşadım, tattım, gözledim.
"Kırlangıç balığı çorbası" da içtim; dülger balığı yahnisi de yedim; Kalpazankaya’da rakı da devirdim...
*    *    *
Dün iskeleye yakın bir kahveye oturdum. Dışarıya. Paltoma bürünüp, ayazı iliklerimde hissedip oturdum... İskelede yine her zamanki gibi "Tekir, sarı, sarman, alaca, kara" kediler balıkçıların dönüşünü bekliyorlardı. Biraz tedirgin, epey umutlu ve besbelli çok aç...
Sonra onu gördüm, onun martısını, Topal Martı'yı. Hikayenin içinden çıkıp gelmiş, kırık kanadıyla uçamadığından yürümüş, kırık bacağıyla koşamadığından seke seke yürümüş gelmiş, iskele meydanında, arsız, güzel, hırçın, bakımsız kedilerin arasına karışmıştı. Oydu. Evet, kesinlikle oydu. Bir öykü kahramanı olduğunun bilincinde değildi. Tamam. Ama oydu, gerçek bir öykü kahramanıydı, Sait Faik'in Topal Martı'sıydı.
Sonra balıkçı motorları döndüler. İskele balıkçılarla, uçabilen martıların çığlıklarıyla, kedi miyavlamaları ile canlandı. Balıkçılar kedilere kucak kucak balık ciğeri, iç organı, solungacı fırlattılar. Topal Martı seke seke kediler arasında koşuşturdu. Güçbela bir balık solungacı yakaladı. Pençe atmaya çalışan bir arsız tekiri gagalayıp püskürttü...
*    *    *
Ben Burgaz'a çok gittim. Topal Martı'yı daha önce görmemiştim. Yoksa görmüş müydüm?
Bilmiyorum. Ama orada, Burgaz'da o, biliyorum. Sait Faik de orada, Topal Martı da. Hatta bir defasında Kornil'in kedisi Puços'u ve manav Apostol'un eşeği Marko'yu bile gördüm ben...
Bana inanmıyorsanız ve vaktiniz varsa benim gibi yapın. Atlayın bir vapura, evet şu karakış günlerinde atlayın bir vapura, Burgaz'a gidin. Göreceksiniz. Topal Martı’yı da, Kornil'in kedisi Puços'u ve manav Apostol'un eşeği Marko'yu da...
Bana inanmıyorsanız ve vaktiniz yoksa, gidin kitaplığınıza, Sait Faik ciltlerinden herhangi birini seçin, herhangi bir sayfayı açın, sayfanın herhangi bir yerinden okumaya başlayın. Yine göreceksiniz...