Aydın Engin

28 Ekim 2009

Artık Gerçeği Görmeye Karar Verdim...

Bu sözde belgenin ortaya atılmasındaki zamanlama üstünde ne kadar dursak yeridir.

İki üç gündür, yok “İrtica ile mücadele belgesi”, yok darbeci zihniyet, yok TSK’da yuvalanmış demokrasi düşmanı çeteler filan diye yazıp duruyorum...
Ama gerek dün akşamki (Salı akşamı) TV’lerdeki tartışma (tartışma?) programlarını dinledikten sonra, yine dünkü bazı namlı köşe yazarlarını okuduktan sonra ve  bir de Tırmık’ın altındaki “yorum yaz” kutusuna dökülenlerden bazılarını okuduktan sonra gözüm açıldı, “gerçeği” gördüm.
Artık bu saçmalıkları bırakıyor, ABD’ye, AB’ye, FG’ye satılmaktan vazgeçiyorum. Bugüne kadar aldığım Dolar, Euro, Ruble, Peseta, Dinar, Riyal, TL, YTL ne varsa hepsini de geri vereceğim.
Ve artık gerçeği, yalnız gerçeği yazacağım...
Buyrun...
*    *    *
Bir kere şu “İrtica ile mücadele planı” denen kağıt parçasını, yani bu defa da “ıslak imza, kuru kağıt, nemli damga” dümenine yatıp yeniden medyaya servis edilen sözde belgeyi bir yana bırakın...
Önemli olan, en önemli olan o belge değil. Aslıymış, değilmiş, sahiciymiş, değilmiş, bunlar hiç, ama hiç önemli değil...
Siz asıl belgenin servis edildiği zamanlamaya dikkat edin. Bu kadar zaman beklendikten sonra belge niye üç gün önce medyaya sızdırıldı?
Bu çok önemli. Çünkü darbe girişimlerinin somut kanıtını oluşturan belgelerin medyaya servis edileceği zamanlar önemlidir ve o zaman bu zaman değildir. Böyle planlar ancak darbeden sonra medyaya sızdırılmalıdır.
Yani pişmiş darbeye su katmak vatana ihanettir...
Kaldı ki şu ıslak imza denen palavraya niye güvenecek mişisiz ki? Bilirkişi raporunun altında bir profesör iki uzmanın imzası varmış. Eee, n’olmuş? Biz çoook FG’ci proflar, AKP’ci uzmanlar gördük... Belgenin orijinal olduğuna ilişkin somut kanıt var mı, somut kanıt?
Mesela güneş doğudan doğar deniyor... Kanıtı var mı bunun? Tamam bugüne kadar, yani birkaç milyon yıldır (Yoksa daha mı fazla? Bilemedim!) güneş hep doğudan doğmuş. Ama belki yarın batıdan doğar. Kanıt var mı, kanıt?
Bitmedi...
Bu sözde belgenin ortaya atılmasındaki zamanlama üstünde ne kadar dursak yeridir.
Bir kere Nefes filminin gösterime girdiği günlerde ortaya atıldı. Neden, çünkü halkımızın milli duygularını şahlandıran bu filmi gölgelemek, dikkatleri başka yere çekmek için hazırlanan uluslararası planın bir parçasıdır da ondan. Gerçi ben henüz  filmi görmedim ama sinema sanatı üstüne (de) uzman olan (yahut olması gereken) Genelkurmay Başkanı filmi beğendiğini söyledi. Demek ki film iyi film. Çok iyi film. Öyleyse TSK’yı yıpratma planının bir parçası olarak bu filmi de gölgelemek gerekiyordu. Obama, hani ABD emperyalizmini sevimli göstermek için pazarlanan o ABD Başkanı Obama var ya, işte o Tayyip’e telefon etti, emir verdi. O da “Şak-tak” dedi ve sözde belgenin medyaya sızdırılması için düğmeye bastı. Bu kadar basit.
Durun, hâlâ bitmedi.
Şu “demokratik açılım” dedikleri ve benim bütün aymazlığım ve hainliğimle desteklediğim (Ah, ah ne kadar pişmanım bilemezsiniz) numara var ya... İşte o, şahlanan milletin tepkisiyle (Valla öyleymiş. Ben Baykal’ın yalancısıyım) boşa çıkarılınca bu fiyaskonun üstünün örtülmesi gerekti ve sözde belge ortaya atıldı.
Demokratik açılımmış. Neresi demokratik bunun? Tamam ben de demokrasiye inanıyorum ama bu ülkenin gerçeklerini de gözardı edemem. Bizim ülkemizde demokrasinin bir tanımı da şöyledir: Bütün yurttaşlar eşittir, Türkler ve bilhassa beyaz Türkler daha eşittir! Öyleyse ne açılı mıymış ve niye açılacak mışız?
Dururn daha bitmedi... Diyeceğim ama yer bitti...
Ama olsun. Ben de artık gerçeği gördüm ve gözlerim açıldı.
Hepinize ve bana iyi geceler, iyi uykular...