Bu yazı önceki gün yazılabilirdi. Sizler de “Anneler günü”nde annem için yazılmış bir Tırmık okurdunuz. Profesyonel yazı teknikleri kullanarak duygulu, her okurun kendi annesini bulacağı, anımsayacağı bir anneler günü yazısı olurdu. Kiminiz duygulanır, yazıyı beğenir; kiminiz şöyle bir göz atıp “Anneler günü yazılanlardan biri işte” der, şöyle bir bakıp geçerdiniz.
Yazmadım.
Okura “yapay bir yazı” okutmaya kalkışmak gibi bir saygısızlık olacağını düşündüm ve yazmadım.
İyi ettim.
Oldum bittim böyle yazılardan hoşlanmadım; böyle yazılar yazmamaya çabaladım. Gerçi yazıcılık mesleğine başladığımdan bu yana öyle birkaç sabıkam var, ama yine de mümkün olduğunca uzak durdum…
Dün sabah karşı komşunun bahçesinden incecik, sıska, cılız, kendiliğinden tohumunu çatlatıp boy atmış bir kır çiçeğini koparıp apartmanın giriş kapısının basamaklarından inen annesine uzatan o küçücük kızı penceremden görmeseydim belki bu yazıyı da yazmazdım.
Annenin gülücüğünü de gördüm, küçük kızın gözlerinin ışıltısını da…
“Anneler günü, kapitalizmin armağan sanayiinin bizlere dayattığı bir pazarlama hilesidir” diye başlayan o bayatlamış klişeyi içimden de, kafamdan da, dilimden de silip attım.
Küçük kızın gözündeki ışıltı ve anneciğinin gülücüğü sahiciydi.
* * *
Anne, Ödemiş asri mezarlığında kocasının, babam Terzi Sadık’ın üç dört mezar ötesinde yatan Adalet hanım, biliyor musun, bir iki yıla senin öldüğün yaşa ulaşacağım. Bu yaşımda yine de senin kokunu, bana “Hanimiş benim küçük oğlum, hanimiş benim Aydınım” diyen sesini ve gök mavisi ile derin suların yeşilinin buluştuğu gözlerini sık sık (evet, sık sık) hatırlıyorum, özlüyorum.
Sana torununun çocuklarından, ergenliğe adım atmış, sesi çatallaşmış, yanaklarında tüyler belirmiş oğlan torunun Can’dan, beş yaşını tamam etmiş cin bakışlı cadı kızdan, Sara’dan söz etmek isterdim. Gelininden, torunundan ve kendimden söz etmek isterdim.
Eğer…
Eğer anne, dün, “Anneler Günü”nde bilgisayarımın ekranına o iki “anne çığlığı” düşmeseydi. Biri oğlu Gebze hapishanesinde yatan, öteki oğlunun hangi hapishanede yattığını yazmamış Silvanlı bir başka annenin çığlıkları bunlar.
Oğulları açlık grevine yatmış ve ölüm orucuna adım atmak üzere olan iki anneden… Binlerce (evet binlerce) anneden ikisinin çığlığı.
Kargacık burgacık cümlelerle, kırık dökük bir Türkçe ile yazılmış iki çığlıktan söz ediyorum anne. İkisi de birbirinden habersiz aynı cümleyi kurmuş:
- Oğlumun sesine ses ol gazeteci…
O çocukları tanıyorum anne. Beni dinlemezler. Kulak verirler ama dinlemezler.
Ama belki seni…
Onlara seslen anne: “Ölme çocuk” de onlara, “Yaşa ki zalimin zulmünü direnenler safında yer tut” de…
Belki benzer acıları, kaygıları az da olsa yaşamış olan sana kulak verir, seni dinlerler…
Onlara seslen anne.
Dün Anneler Günü’ydü. Boş ver.
Gün oğulları ölüme yatmış annelerin sesi olma günü anne.