Aydın Engin

12 Haziran 2012

AKTAŞ

Başlığa bakıp, NTV’de kapı yoldaşlığı yaptığımız Erdoğan Aktaş’tan ya da çatal dilli hemşirem G. Aktaş’tan filan söz etmiyorum.

Başlığa bakıp, NTV’de kapı yoldaşlığı yaptığımız Erdoğan Aktaş’tan ya da çatal dilli hemşirem G. Aktaş’tan filan söz etmiyorum.

Şu bildiğimiz, başında Tayyip Erdoğan nam siyasetçinin oturduğu siyasi partiden söz ediyorum...

Yani konumuz AKP’dir.

O yüzden başlığı AK Türk Anonim Şirketi diye okumalısınız.

Herhalde anlaştık.

İyi.

Öyleyse devam edelim.

*    *    *

Dünkü Tırmık, Türk Hava Yolları aynasında  AKP’ye bakmayı deniyordu. Bugün konuyu ya da sorunu THY ile sınırlamadan AKP’ye bakalım.

AKP’den ülkeye şeriat getireceği, devleti bir din devletine dönüştüreceği korkusuyla nefret edenler var. Sığ bir analiz (=çözümleme) ve yersiz bir korku.

Bu saatten sonra Türkiye’yi bir din devletine dönüştürmeye, kul yapısı yasalar yerine şeriat yasalarını egemen kılmaya kimsenin gücü yetmez. AKP’nin de yetmez. Yüzde 50’lik değil yüzde 80’lik bir seçmen kitlesinin oyunu bile alsa bunu beceremez.

Ama daha önemlisi: Bunu AKP de istemez.

Böyle bir hedef onun kuruluş gerekçesine de, varoluş nedenine de, Milli Görüş gömleğini çıkarma sebebine de uymaz.

Tamam, muhafazakârlık dediğimiz ve islami bazı referanslar dışında muhafaza edecek çok da fazla ve önemli değere sahip bir düşünsel ve kültürel derinlik taşımayan AKP yönetimi kürtajdan, ilköğretimde kuran kurslarına, farklı dini inanışların iç içe geçtiği Türkiye’de sadece İslamın peygamberinin hayatının öğretilmesine kadar bir dizi çağdışı adım atabilir; atmaya çalışabilir. “Yüzde 99’u müslüman olan bu ülkedeeeee...” diye başlayan o klişeyi kullanarak mütedeyyin (=inançlı) seçmenleri okşayacak uygulamalara hız verebilir.

Ama ülkeyi bir din devletine dönüştürecek yüzseksen derecelik bir dönüşü benimsemez. Bu, onun kendini inkârı olur. Onu var eden ve iktidara taşıyan sınıfsal temelin inkârı...

Çünkü böyle bir yönelim ile kapitalizm ister istemez çelişir. Küreselleşme aşamasına sıçramış kapitalizmin gerekleri, isterleri artık ne ulus-devletin  ne din devletinin sınırları içine hapsolmayı kabullenemez.

İşte tam da bu yüzden AKP’den ülkeyi bir din devletine dönüştüreceği için duyulan korkuyu, en azından ürküntüyü yersiz buluyorum.

Ama AKP’nin devleti ve devlet yönetimini kavrayışı yine de korkutucu ve ürkütücü...

Çünkü AKP devleti bir şirket gibi görüyor ve kavrıyor ve buna uygun bir yönetim modelini yerleştirmeye çabalıyor. Yüzde 50’lık seçmen desteği onu daha da atak, daha da pervasız kılıyor.

Demokrasi ile yönetilen ülkelerde programıyla siyasal ve ideolojik çizgisini belirlemiş bir parti iktidarda ise ülkeyi benimsediği ilkeler çerçevesinde ve yörüngesinde yönetir.

Ama bir şirketin ne ideolojisi olur ne ilkesi. Onun tek hedefi vardır: Kâr, kâr, daha fazla kâr, mümkün olduğu kadar çok kâr...

İktidarların seçimle değişebildiği demokratik ülkelerde iktidardaki siyasal parti kapitalist sisteme gönülden, sımsıkı bağlı bile olsa hak isteyen ve bu uğurda demokratik direniş yöntemlerini kullanan emekçileri; protesto eylemleri düzenleyen gençleri, kadınları; etnik ya da dinsel kimliklerine ilişkin özgürlük taleplerini yükselten toplumsal grupları çok can sıkıcı bulur, onlardan nefret eder, etkisizleştirmek için elinden geleni yapar ama onlara tahammül etmek zorunda olduğunu, onlarla birlikte varolmak zorunda olduğunu bilir.

Bir şirket içinse onlar yok edilmesi gereken düşmanlardır.

Demokratik ülkelerde iktidardaki siyasi parti farklı ideolojileri savunan, kendisininkinden farklı ilkeler çevresinde kümelenenlerin oluşturduğu öteki partilere karşı kendi ilkelerini öne çıkarır; ilkesel düzeyde çatışma varsa uzlaşmaz, kendi ilkelerinde ısrar eder. Mesela –suça bulaşmamak koşuluyla- askerlerin ya da yargı erkinin yönetimde ortak olmasını savunan, siyasal mücadelesini bu görüş çerçevesinde yürüten başka partilerle demokrasiye sımsıkı bağlı ve atanmışların kayıtsız koşulsuz seçilmişlere bağlı olmasını savunan bir parti uzlaşmaz. Mümkünse o ideolojiiyi savunan partileri seçim sandığında perişan etmek ister. Bu yönde propaganda yapar, örgütlenir. Ama asla uzlaşmaz.

Bir şirketin ise ilkesi, ideolojisi olmaz. Pazardaki rakipleri olur. O rakiplerini kendine tabi kılabilmiş, kararlarda belirleyici bir ağırlık kazanmış, yani rakiplerine boyun eğdirmişse kendi çıkarları için onlarla birlikte olur, ortaklık kurar, işbirliği yapar, yararlanır.

*    *    *

Daha onlarca örneği  ardarda sıralayabilir ve bir siyasal parti ile bir şirket arasındaki yönetim mantığına ilişkin zıtlıkları sergileyebilirim.

Ama T24 okurları için bu kadarının yeteceğini sanıyorum.

Şimdi söyleyin bakalım:

AKP bir siyasal partiye mi benziyor, bir anonim şirkete mi?