Bu ülkede hemen her konu Ankara’dan, eski bir deyimle "merkezi hükümet"çe belirleniyor, karara bağlanıyor, uygulanıyor. Yerel yönetimler, seçilmiş bile olsalar sadece ve sadece Ankara’nın, Ankara’daki Saray’ın buyruklarını, kararlarını uygulamakla yükümlüler. Bu sınırların dışına çıkanlar, hatta çıkma niyeti gösterenler, hele bir de HDP’den seçilmişlerse mutlaka cezalandırılıyorlar.
Önceleri ağır ağır tırmanan, ancak Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilip "cumhurbaşkanlığı sistemi" denen ipe sapa gelmez düzeni hızla uygulamaya sokmasıyla aşırı hızlanan bu süreç bugün artık, moda deyimle "pik" noktasına epey yaklaştı. Bırakınız TBMM’nin hemen hemen fiilen devre dışı bırakılıp ülkenin KHK’larla yönetilmesini; artık buna bile gerek duyulmuyor, ülke genelgelerle yönetiliyor…
Oysa 1990’lı yıllarda, yani siyasal İslam, Erbakan hoca yönetiminde ağır ağır iktidara yürürken merkezi hükümete, yani Ankara’ya karşı seçilmiş yerel yönetimlerin üstünlüğü sürekli vurgulanıyordu. Tayyip Erdoğan, o günlerin AKP’si olan Refah Partisi’nin İstanbul İl Başkanı iken, hele hele 1994’de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nı kazandığında yerel yönetimlerin üstünlüğünü sürekli vurgulamış; Ankara’nın, yani merkezi hükümetin belirleyici olmasına itirazını sık sık dile getirmişti.
Özellikle 28 Şubat süreci denen ve ülkeyi seçilmişler kadar hatta onlardan fazla generallerin yönettiği, Milli Güvenlik Kurulu (MGK) denen darbe günlerinden miras devlet organının Meclis’in de üstünde yetkilerle donanmışçasına davrandığı günlerde siyasal İslamcı çevrelerde "ademi merkeziyetçilik" gibi bu topraklar üstünde hiç alışılmadık bir yönetim biçimi tartışma düzlemine taşınmıştı.
Bugün ise AKP iktidarında o günlerde savunduklarının tam tersi yaşanıyor ve Korona günlerinin de sağladığı siyasal iklimin yardımı ile gitgide olağan devlet yönetimine dönüşüyor.
Neden?
Devletin merkez yönetimi yerine seçilmiş yerel yönetimlerin üstünlüğünü savunan AKP ve Reisi neden o günlerde söyleyip savunduklarını yalayıp yuttular ve tek parti döneminde bile görülmemiş bir merkezi yönetime, devletin tartışılmaz belirleyiciliğine sarıldılar?
* * *
1960’ların ikinci yarısında Türkiye solu "devlet, Asya tipi üretim tarzı, Asya despotik devleti, kerim devlet, ceberrut devlet" gibi kavramları uzun uzun tartıştı. Bu konuda sert polemikler ve cepheleşmeler yaşandı.
Kemalistler ve Kemalizmden ciddi ölçülerde etkilenen kimi solcular, devleti "kerim" yani koruyan, kollayan, esirgeyen bir güç olarak tanımladılar. Kimi solcular ise devleti "kahhar" yani kahreden, cezalandıran, boyun eğilmesi gereken bir yapı olarak tanımlamaya ağırlık tanıdılar.
Devleti kahhar, ceberrut bir kurum olarak tanımlayanlar salt bir kısım solcular değildi. 1967’den itibaren bir partiye dönüşmek için Necmettin Erbakan önderliğinde adımlar atan ve 1970 Ocak’ında partiyi (Milli Nizam Partisi – MNP) resmen kuran siyasal islam da devleti bir zulüm ve haksızlık aygıtı olarak görüyordu. Nitekim o "aygıt"ın o günlerdeki gerçek sahipleri Milli Nizam Partisi’ni kuruluşundan sadece 44 gün sonra, 12 Mart 1971 darbesi ile kapattılar.
Milli Nizam Partisi’nin bugünkü ardılı, mirasçısı, devamı AKP’dir. 2002’de tek başına iktidara gelen, o gün bugün iktidarını koruyan ve pekiştiren, adım adım devletin dizginlerini ele geçiren ve kuvvetler ayrılığı ilkesini silip atan AKP.
* * *
Devletçiliği solculuk sayan ve sanan Kemalistlerin, onların yanısıra Kemalizmin ideolojik etkisinden arınamamış kimi sosyalist kişi, grup ve örgütlerin devlet tapıncı öteden beri biliniyor.
Ancak siyasal İslam’ın aslında çok daha koyu bir devlet tapıncına sahip olduğu epey sonra ortaya çıktı.
Besbelli ki bir zamanlar devleti bir zulüm aygıtı olarak gören, bunu açıkça dillendiren siyasal İslam ve onun partileşmiş örgütü AKP dizginleri kendi elinde olmayan devlete itiraz ediyordu ve yerel yönetimleri, dizginleri kendi elinde olmayan devletin etkisini azaltacak bir hareket alanı olarak görüyordu.
Bugün devlet tümüyle AKP’nin elinde. Öyleyse artık devlet karşıtlığına gerek yok. Tersine devleti adeta tapılacak, biat edilecek, hizmet edilecek bir aygıt olarak görmek gerek. Sloganı da belli:
Tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek vatan…
Böyle bir devlette demokrasi bir ayak bağıdır, parlamento devlet maslahatını ağırlaştıran, yavaşlatan bir kurumdur. Bağımsız yargı devletin gücünü kıran bir güçtür…
Sonuç:
Biat edenlere, itiraz etmeyenlere, boyun eğenlere AKP’nin elindeki devlet kerimdir. İş verir, aş verir, iri kıyımlarına ihale verir…
İtiraz edenlere, boyun eğmeyenlere ise kahhardır. İş vermez, aş vermez, hapseder, olmadı, "etkisiz hale" getirir…