Aydın Engin

25 Temmuz 2014

Adalet mi, devlet mi? Yargıç mı, memur mu?

Yargıç karşısına çıkacak olan bu polisleri sahiden adil bir yargılamanın beklediğine inanıyor musunuz

Nasıl 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül denince takvimdeki günlerden bir gün anlaşılmıyorsa, o tarihler adeta birer kavrama dönüştüyse 17 Aralık ve 25 Aralık da öyle oldu.

“17 Aralık’ta operasyon yapan polisler” diye başlayan bir cümle kursam kimse “Ne demek o” demez. Hemen ve kolayca anlar.

17 Aralık ve onun tamamlayanı 25 Aralık, AKP Hükümeti'nin ipliğini pazara çıkarmayı amaçlayan bir operasyonu anlatır. Yasal yollardan elde edilip edilmediği henüz belli olmayan, ancak hangi yoldan elde edilmiş olursa olsun AKP Hükümetinin dört bakanını, onların oğullarını, Başbakan’ın bizzat kendisini ve oğluyla kızını çok derin ve çok ağır suçlamalarla karşı karşıya bırakan ses kayıtları o iki günde ortalığa saçıldı.

Anlaşılan o ki 2002’de AKP’nin tek başına hükümet kurup devletin dizginlerini ele aldığından beri çok önemli değişikliklere, özellikle ordunun siyasette son kararı verme yetkisini kendinde gördüğü, yüksek yargının bu alanda ordunun eksik bıraktığını tamamlamayı ödev ve hak bildiği bir dönemin sona erdirilmesinde kolkola, omuz omuza çaba gösteren ve büyük ölçüde de başarıya ulaşan iki siyasallaşmış güç vardı: Nakşibendi ağırlıklı AKP yönetimi ve Nurculuğun en güçlü kolu  Cemaat.

Ayrıntıyı bırakalım, karşılıklı suçlamalarda da “Kim haklı, kim doğru söylüyor” sorularına cevap veren hakemliğe de kalkışmayalım. Durum olanca çıplaklığı ile şöyle: Türkiye’de siyasal islamın en güçlü iki kanadı benzeri görülmemiş bir savaşa tutuştular. Savaş olanca sertliğiyle sürüyor ve her savaşta olduğu gibi kazanmak için her yol duraksamadan kullanılıyor.

Son iki üç gündür zamanında AKP hükümetleri döneminde çok, ama çok kilit görevlere getirilmiş, 17 Aralık ve 25 Aralık operasyonlarında da kilit işler yapmış  polis şefleri gözaltına alındı. Sorgulanıyorlar ve belki de sizler bu yazıyı okurken bazıları tutuklanmış olacak. Sonuçta kimileri tutuklu, kimileri tutuksuz olacak ama besbelli ki yargılanacaklar.

Bu kadar özet yeter. Şimdi size çırılçıplak bir soru:

Yargıç karşısına çıkacak olan bu polisleri sahiden adil bir yargılamanın beklediğine inanıyor musunuz?

O polislerin geçmişte AKP adına ya da Cemaat adına pek çok pis işe alet olduklarını, pek çok hukuksuzluğa ortam ve gerekçe hazırladıklarını biliyorum. En azından neredeyse ezbere bildiğim Ahmet Şık – Nedim Şener dosyası, kimilerine insafsız gelebilecek bu yargıya sahip olmama yeter.

Ancak bu onların da hukuksuz ve adil olmayan bir yargılamaya tabi tutulmalarını asla ve asla haklı kılamaz.

Hukuktan söz ediyorum, adaletten söz ediyorum, o ilkel intikamcılıktan değil…

Sorduğum soru aslında o polisler ile sınırlı değil. Tartışmaya çalıştığım “O polisler bunu haketti mi, etmedi mi” gibi hukuk dışı bir hesaplaşmayla hesaplaşmak değil.

 

*    *    *

 

Ben Türkiye’de yargı aygıtı ve sistemi ile hesaplaşmanın hepimiz için yaşamsal önem taşıdığı kanısındayım.

Türkiye’de yargı aygıtını işleten yargıçlar, savcılar devletin, dolayısıyla hükümetin memurları , yoksa toplumun adalet ihtiyacını cevaplayan bağımsız hukukçular mı ?

Bu sorunun tartışılmasından bile tedirgin olan yargıç ve savcılar olduğunu biliyorum. Bütün yargıç ve savcıları topluca aynı sepete koyup kendimce yargılamak gibi bir kusur işlemiyorum.

Ama ola ki tedirgin olacak yargıç ve savcılar (yani sahici hukukçular, adalet savaşçıları) da aşağıda sıralayacağım sorulara cevap vermek ve cevabı bana, bize değil önce kendilerine vermek yükümündeler.

Şimdi sorular:

● 27 Mayıs 1960’da ordu darbe yaptı. Seçilmiş bir parlamentoyu dağıttı ve iktidar partisinin milletvekili ve bakanlarını ve başbakanını ve cumhurbaşkanını Yassıada’da hapsetti ve yargıladı. Mahkeme heyetinin her biri seçkin ve üst düzey yargıç ve savcılardı. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, Maliye Bakanı Hasan Polatkan, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu idama mahkum edildiler. Celal Bayar’ı yaş haddinden  idam etmediler. Menderes, Zorlu ve Polatkan idam edildiler…

Soru: O yargıç ve savcılar hukukçu muydular, yoksa devlet memuru mu?

● 22 Şubat 1962’de 27 Mayıs darbesiyle iktidarı ele alan Milli Birlik komitesine karşı komuta ettiği Harp Okulu öğrencilerini ardına takıp darbeye kalkışan Albay Talat Aydemir ve Binbaşı Fethi Gürcan yargılama sonuçlanmadan çıkarılan özel af yasası ile beraat ettirildiler. Aynı ekip 21 Mayıs 1963’de yeniden darbeye kalkıştı. Darbe bastırıldı. Aydemir ve Gürcan yine aynı suçtan yagılandılar ve bu defa idama mahkum edildiler ve asılarak öldürüldüler.

Soru: Aynı suçu önce beraat ettirip, tekrarında idam cezası veren o yargıç ve savcılar hukukçu muydular, yoksa devlet memuru mu?

● 12 Mart 1971’de bir tek kişinin canını almamış, sadece mevcut düzene güçlü bir itiraz çığlığı yükseltmiş üç genç, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan yargılandılar ve idama mahkum edildiler. Asılarak öldürüldüler.

Soru: O kararın altında imzası bulunan yargıç ve savcılar hukukçu muydular, yoksa devletin memuru mu?

● 12 Eylül 1980 sonrasında yüzlerce kişi yargılandı. 59 genç idama mahkum edildi ve asılarak öldürüldüler.

● Soru: O kararların altında imzası bulunan yargıç ve savcılar hukukçu muydular, yoksa devletin memuru mu?

Devam edeyim mi? Sayfalar ve sayfalar dolusu örnekleri ardarda sıralayayım mı? Cumhuriyetin ilk on yılındaki İstiklâl Mahkemelerinden, 1937’de Dersim’de Seyit Rıza’nın yargılanmasından ve idamından, günümüze gelip KCK tutuklamalarından ve yargılamalarından söz edeyim mi?

Vazgeçtim. Soruyu tekrarlayacağım:

O yargıç ve savcılar hukukçu muydular, yoksa devletin memuru mu?

Haydi basın savcısını öfkelendirmeyi göze alıp daha da yalın sorayım:

Cumhuriyet’in kuruluşundan bugüne bir tek gün bile bağımsız yargı varoldu mu?