Aydın Engin

30 Ocak 2013

A Demişti A Yazdık…

Dünkü gazetelere bakan ve Türkiye’yi iyi tanımayan biri ana muhalefet partisi çatladı çatlayacak, bölündü bölünecek sanırdı

 

Dünkü gazetelere bakan ve Türkiye’yi iyi tanımayan biri ana muhalefet partisi çatladı çatlayacak,  bölündü bölünecek sanırdı. Kimi meslektaşlar  işi iyice çığırından çıkarıp “CHP Meclis grubunda ve CHP Parti Meclisinde kaç ulusalcı, kaç yeni CHPli var” gibisinden sayısal veriler(?) bile yayınladılar.

CHP’de bir hesaplaşma yaşanması kaçınılmaz ama herhalde bugünden yarına değil.Henüz erken. Kılıçdaroğlu okkalı bir seçim kaybetmeden koltuğunu kaybetmez; okkalı olmasa bile bir seçim kazanırsa da  onu kimse koltuğundan indiremez.

Soru şu: Kılıçdaroğlu  önümüzdeki bir yerel, bir genel, bir de cumhurbaşkanlığı seçimi gibi çok zorlu günlere kimlerle birlikte girecek ?

Son günlerde yaygın kullanılan bir tanımlama ile 1930’ların CHP’sini özleyen ve o CHP’yi var kılmaya çabalayanlarla mı, sosyal demokrasiyi benimsemiş, en azından benimsemeye çabalayanlarla mı ?

Son kurultay’da Kılıçdaroğlu bu soruya “Hem onlarla, hem ötekilerle” cevabını verdi. Partinin yönetim organlarında bu dengeye sıkı sıkı uydu.Sonuçta kendi içinde kilitlenmiş, temel konularda ortak ses çıkaramayan, siyasetin düğümlendiği alanlarda çözüm üretemeyen, kritik yasalar görüşülürken (Mesele Anadilde savunma hakkı gibi) söz alan milletvekilleri ile genel başkanın ayrı tellerden çaldığı bir CHP çıktı ortaya.

Partinin bilim kadını gibi bir ünvan da taşıyan milletvekili Birgül Güler Ayman’ın “Türk ulusu, Kürt milliyeti” gibi kavramlarla cambazlık yapıp Türk milliyetçiliğini şaha kaldırdığı konuşmasının ardından dünkü grup toplantısında CHP liderinin sözleri önem taşıyordu.

Tamam kimi meslektaşların umduğu  gibi kanatlardan birine dönüp “Çekin gidin bupartiden. Bu görüşlerinizin bupartide yeri yok” demesini beklemiyorduk. Ama en azından parti içinde çok sert bir tartışmaya ebelik edeceği besbelli bir krizdeKılıçdaroğlu’ndan partinin siyasal hattına açıklık getirecek bir “netlik ayarı” bekleniyordu.

Yanlış bir beklentiymiş. Kılıçdaroğlu netlik ayarı yapmak yerine “Bırak bulanık kalsın” demeyi yeğledi.

Milletvekillerine  “Aman dikkatli konuşun. Görüşlerinizi olur olmaz yerde açıklamayın” dedi. Ardından da medyayı işaret edip ekledi: “Kullandığımız sözlerin, cümlelerin nerelere çekiştirileceğine dikkat etmemiz gerekiyor…A dersiniz, B yazarlar, bundan endişeniz olmasın”.

Buyrun buradan yakın!..

Şu hem profesör hem siyasetçi hanım milletvekili A dedi, biz de A yazdık ve o “A”yı değerlendirip yorumlamaya çabaladık.

Sadece Birgül Ayman konuştuğunda değil, Kılıçdaroğlu’nun dünkü grup konuşmasında da o A dedi, biz de A yazıyoruz.

Örnek veriyorum:

Kılıçdaroğlu dünkü o uzun grup konuşmasında şöyle bir cümle kurdu:

“…Türkiye, hiçbir zaman ırk, kan, kafatası esasına göre yönetilen bir devlet olmamıştır ve olmayacaktır.”

Bu cümle A’dır.

Şimdi bu sözlere karşı “Peki 1930’larda binlerce yurttaşın kafatasını ölçüp ‘Türkler brakisefal ve Alp ırkındandır’ gibi ırkçı teşhislerini devlet görevi olarak ve bilimsellik iddiası ile ortaya koyanlara ne diyeceksiniz” sorusunu yöneltsem, Kılıçdaroğlu’nun A dediğine B mi demiş olacağım ?

Bir örnek daha. Kılıçdaroğlu şöyle buyurdu:

“…Milliyetçilik, ırk, köken, din, mezhep, bölgecilik, kavimcilik anlayışlarının ulusal düzeyde aşılmasıdır.”

Bu A’ya bakıp “Milliyetçiliğin kırk türlü tanımı vardır ama bu kadarı kimsenin aklına gelmemiştir” desek bu B mi demektir ?

Kılıçdaroğlu ve milletvekilleri rahat etsin A derlerse biz de A dediklerini yazarız.

Ama dedikleri A’nın içeriğinin ne anlama geldiğine dikkat etmeliler. Yoksa “A(kım) derken B(atum) dedi” filan gibi bir halk deyişi var ya, onu hatırlatmak zorunda kalırız…