Aydın Engin

05 Mayıs 2009

99 yıllığına kiralık taraftar

Az kişi de olsa bilenler var, ben doğma büyüme Göztepeliyim.

Az kişi de olsa bilenler var, ben doğma büyüme Göztepeliyim.

Hayır İstanbul’da değil, Ödemiş’te doğdum, büyüdüm. Ayrıca İzmir’in Göztepe semtinde de hiç oturmadım. Yani İzmir hesabıyla bakarsanız Güzelyalılıyım.
Bu açıklama zaten beni acılara gark eden bir sorudan kaynaklanıyor. Ne zaman Göztepeliyim desem, kimse (yani epey zamandır kimse) İzmir’in en delikanlı futbol takımı Göztepe’yi anlamıyor. Semtimi söylemişim gibi, “İstanbul Göztepe mi, İzmir Göztepe mi abi” gibi berbat bir soru yöneltiyorlar.
Ayıp. Yahut -bana- yazık!
Çocukluğumda, “Ben Altaylıyım, aynı zamanda Beşiktaşlıyım... Ben Karşıyakalıyım ve Fenerbahçeliyim... Ben Altınorduluyum ve Galatasaraylıyım” diyen çok çocuk tanıdım. Ama Konak’tan Üçkuyulara kadarki kıyı şeridinden bir çocuğun ağzından, “Ben Göztepeliyim”den başka laf duymadım. Mahalleye yeni taşınan hâkim, savcı, tapu müdürü gibi memurların çocukları Göztepeli olma zorunluğunu birkaç hafta içinde benimser ama “Aynı zamanda Galatasaraylıyım” gibi laflar ederlerdi. Biz de “öz” Göztepeliler olarak, çocuk kafamızla bunun nasıl mümkün olacağını anlayamaz, önce şaşkın, sonra kızgın bakardık. Zaten o “sonradan olma” Göztepeli memur çocukları da birkaç hafta sonra, “Ben Göztepeliyim” der ve artık orada kalırlardı...
Yıllar boyu Alsancak Stadı'nda bir minibüs dolusu taraftar olmamıza rağmen milli takım onbirinden dokuzunun Göztepe’den çıkması, bugünkü UEFA’nın babası “Fuar Şehirleri Kupası”nda Göztepe’nin Avrupa’nın en iyi dört takımı arasına girmesi tribünlerde kostaklanarak oturmamıza yeter de artardı.
Sonra çöküş başladı. Epey zaman ikinci ligde oynadık ve boynumuz bir hayli büküldü. Arada bir parlayıp yeniden birinci lige çıktığımız da oldu. Ama sezon sonunda yine cumburlop ikinci lige indik. Zaten bir daha da iflah etmedik. İkinciden üçüncüye, üçüncüden de mahalli lige düştük. Şimdi oradayız.
Mahalli ligde kaçıncı olduğumuzu anlamak için gazetelere bakıyorum, internette turluyorum. I-ıh, bilgi yok. Artık adımız bile anılmıyor...
Bir masada futbol muhabbeti açıldığında sesim çıkmıyor; çünkü çıkaracak sesim kalmadı. Bir stada gidip seyrettiğim son maç, üç yıl kadar önce bir Fenerbahçe maçıydı. O da maç seyretmek için değil, çok övülen Şükrü Saraçoğlu Stadı'nı yerinde görmek içindi. Televizyonlarda maç seyretmek ise zaten oldum bittim sevmediğim bir oyalanmadır. “Gooool” diye ayağa fırlamadan, zuladan cep konyağı yudumlamadan, birinci sınıf teknik direktör havasında ahkâm kesmeden, yanındakine sataşmadan maç seyretmenin keyfi nerededir oldum bittim anlamadım...
Hasılı zalim kaderin, kahpe feleğin, benim Göztepe’me lâyık bulduğu son, benim hayatımdan da futbolu çekip aldı. Ödemiş Altınova’nın “uçan bohça” diye nam salmış oyuncusu ve Göztepe’nin iflah olmaz taraftarı olarak, futbolun hayatımdan çıkıp gitmesinin beni nasıl acılara, öfkelere gark ettiğini, nasıl boynu bükük bıraktığını kelimelerle anlatamam...
İşte o yüzden bir karar verdim. Benim de birinci ligde bir takımım olmalıydı ve oldu.
Fenerbahçeli olamam. Bana çok uzak. Uzak olan semt değil, takım da değil. Yönetimi, yönetimdekilerin afur tafurları, sonradan olma (çok) zenginlerin bolluğu beni bozar.
Galatasaraylı olamam. Aristokrat olmadıkları halde aristokrat gibi davranan, kibirli olmaları için hiçbir sebep yokken kibirlerinden yanlarına yaklaşılmayan, belli etmeseler de “lise”den gelmeyenleri Galatasaraylıdan da, adamdan da saymayan Galatasaraylı tayfası da bana uzak...
Ne kaldı?
Evet. Doğru bildiniz. Bundan böyle Beşiktaşlıyım. Zaten Amerika Irak’a saldırdığında, Beşiktaş tribünlerinde açılan “Çarşı, Irak’ta savaşa karşı” pankartından beri kendimi “yarım” Beşiktaşlı sayıyordum.
1 Mayıs 2009’da “Makul sayıda Taksimdeyiz” pankartıyla alana giren bir avuç Çarşı mensubu gözlerimi -sahiden- yaşarttı.
Üstelik Tempo24’te kapı yoldaşı olduğumuz Cem Dizdar’ın “futbol değil Beşiktaş” yazılarını dehşetli kıskanıyordum.
Üstelik öteki kapı yoldaşım Rıdvan Akar’ın Beşiktaş ve özellikle Çarşı camiasından derlediği sevgiyi, ünü gördükçe kıskançlığım daha da artıyordu.
Dahası yine Tempo24’teki kapı yoldaşlarımdan (üstelik Cem Dizdar ve Rıdvan Akar’dan farklı olarak hem akıllı hem güzel) Nil Aldemir kızımız da safkan Beşiktaşlı çıktı. Eh bu da Beşiktaşlı olmak için bir etkendir.
Sonuç: Beşiktaş taraftarı bugün, bu saatten itibaren bir adet daha artmıştır...
* * *
Tabii bu kararımın taşıdığı risklerin de bilincindeyim. Çünkü Tempo24’ün bağlı olduğu Doğan-Burda grubunun en tepesinde, fena halde Fenerbahçeli Mehmet Y. Yılmaz var. Benim gibi değerli bir taraftarı Beşiktaş'a kaptırmış olmanın etkisiyle hakkımda kötü düşüncelere sahip olması kaçınılmaz. Bundan sonra yazacağım birbirinden güzel ve değerli “Spor-Tırmık”ların önünü bir emirle kesebilir. Olsun. Bunu göze alıyorum.
Keza Tempo24’ün spor elebaşısı Cevahir Evren’in Fenerbahçeliliğinin de tedavi kabul etmez olduğuna ilişkin ciddi duyumlar aldım. Bana, ondan da bazı kötülükler gelebilir. Mesela bu yazıyı sizlere ulaştırmadan çöpe atabilir. Olsun. Bunu da göz alıyorum.
Ben artık sadık ve ateşli ve İnönü Stadı'nı evi belleyen bir Beşiktaşlıyım.
Tamam sonradan olmayım. İnkâr etmiyorum.
Ama Beşiktaşlıların da beni hiç olmazsa “99 yıllığına kiralık taraftar” statüsü ile aralarına alacaklarına ve bağırlarına basacaklarına inanıyorum.
Beşiktaşlılar ses verin: Yanılıyor muyum?