Aydın Engin

31 Ekim 2009

86 Yıl Önce – 86 Yıl Sonra - II

Kurtuluş Savaşı Anadolu topraklarında yaşayan halkların ortaklaşa verdikleri bir mücadeleydi.

Bir kaç paragraf daha 86 yıl öncesinde kalalım.
Kurtuluş Savaşı Anadolu topraklarında yaşayan halkların ortaklaşa verdikleri bir mücadeleydi.
Türkler, Kürtler, hatta sembolik düzeyde de kalsa kayda geçmiş Ermeni ve  Yahudi subay ve erler vardı.
Ama 1923’de bir Türk devleti kuruldu. Yeni kurulan ulus-devlet hiç duraksamadan adını Türk devleti olarak koydu.
İnsanlığın 21. yüzyıl değerleri ile bakıldığında bu  bir haksızlık, dürüstlükten nasipsiz bir siyasal “kazık” olarak nitelenebilir.
Peki 1923’ün değerlerinde de bu ölçüt geçerli olabilir mi?
Burada doğru-yanlış, haklı-haksız yargılaması yapmadan dönemin değerlerine bakmak gerekmez mi?
Ulus-devletlerin kuruluşunun hemen hemen son dönemidir. Osmanlı uyruğu (tebaası) Türkler, ümmetten millete geçiş arayışları ve özlemleri içindedir. Osmanlı İmparatorluğunun son  döneminde yükselen, özellikle Balkanlardaki Osmanlı kentlerinde ideologlarını bulan Türk milliyetçiliği tarihsel bir fırsat yakalamıştır.
Bu fırsatı kullanmakta duraksanmadı. Türklere bir millet bilinci aşılamak üzere kurulan ulus-devletin Türklere, sadece Türklere ait olduğu ısrarla vurgulandı. 10. Yıl marşının sözlerine bakın: “Türke durmak yakışmaz / Türk önde, Türk ileri”... Dönemin sloganlarına bakın: “Bir Türk dünyaya bedeldir... Ne mutlu Türküm diyene...
*    *    *
Abartılı bir örnek ama derdimi iyi anlatacak:
Türklere dönüp, “Kurtuluş Savaşını birlikte kazandığınız öteki Anadolu halklarını da kucaklayan bir devlet niye kurmadınız? Bu haksızlık değil mi” diye sormakla  Fatih Sultan Mehmet’e “Sana ait olmayan ve senin halkının yaşamadığı İstanbul’u niye fethettin” diye ya da Napolyon’a dönüp, “Rusya’yı fethetmek üzere niye binlerce Fransızın ve Slav’ın kanının döküldüğü fetih seferine çıktın” diye ya da 1848’de bütün Avrupa’da ardarda ulus-devletler kurulurken “Madem devrim yapıp iktidarı aldınız, niye kapitalizmi geliştirdiniz de sosyalizme yönelmediniz” diye sormak arasında pek büyük bir fark yok. Çağın, dönemin ruhu ve değerleri öyle bir hukuk yaratıyordu. 21. yüzyıl değerlerinde “suç” sayılabilecek bir tutum, ulus-devletlerin kuruluş ve gelişme çağında bir “hak”tı...
Yine bugünün değerleri ile baktığımızda Alman ulus-devletinin kuruluşunda Prusyalıların, İtalyan ulus-devletinin kuruluşunda Lombardia ve Piomentelilerin rolleri Kemalistlerin Türk ulus-devletini kurarken izledikleri yol ve yöntemden çok daha masum ya da çok daha “haklı” değildir.
Bu pilav daha çok su kaldırır; konu çok daha ayrıntılanabilir, derinleştirilebilir. Ama herhalde bir gazete yazısının sınır ve kısıtları içinde değil...
O yüzden artık 86 yıl sonrasına geçebiliriz...
*    *    *
Bu topraklar üstünde devrim nitelikli bir adımla bir ulus-devlet kuran güçler, siyasal örgütler ve Türk halkı, kurdukları cumhuriyetin 86. yılında “1923’ün değerlerini” korumayı, savunmayı tercih ederse orada çok ciddi bir sorun yok mudur?
Arada geçen 86 yıl boyunca insanlık ikinci bir dünya savaşı yaşadı. Emperyalizmin  dünya pazarlarına egemen olma strateji ve taktiklerinde çok önemli dönüşümler yaşandı; küreselleşme dediğimiz ve şu anda finans sermayesinin her türlü ulusal sınırı ezip geçerek gönlünce at koşturabildiği bir döneme geldik. Yarı iletkenlerde ve uydu teknolojilerinde yaşanan devrim nitelikli değişiklikler hayatımızı kuşattı. 75 yıl kadar süren bir sosyalizm kuruculuğu yedi iklim dört bucakta silinmez izler bıraktı. Belki yenildi ama insanlığa yeni değerler, yeni haklar armağan etti. İnsanlık, Birleşmiş Milletler Evrensel Bildirgesi gibi, Avrupa Şartı, Helsinki Senedi gibi uluslararası hukuku yepyeni düzlemlere taşıyan belgeler benimsedi; sivil toplum kavramı ve demokrasinin insan hakları temelinde yeniden tanımlanması gibi aşamalara ulaştı,
Bütün bunlar Türkiye’de de yankılandı, karşılığını buldu.
Öyleyse soralım: 1923’ün değerlerini 2009 yılında  hâlâ geçerli kılmaya çalışan bir zihniyet, bir ideoloji ve siyasal çizgi devrimci midir yoksa tutuculuğun tutsaklığında mı kıvranmaktadır?
86 yaşını bitirmiş Türkiye Cumhuriyeti “Kan,vatan, düşman” edebiyatı üstüne kurulu bir siyasal ve ideolojik tutumu hak etmiyor?