Bugün 15 Temmuz.
Uğursuz bir yıldönümü.
Gelin, beş yıl öncesinden de gerilere gidelim.
Yanılmıyorsam 2011 sonbaharıydı. Yani 17-25 Aralık'a daha iki yıl, 15 Temmuz Darbe Girişimi'ne de beş yıl vardı. Gülen Cemaatı'nın vitrin örgütlerinden Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nda yönetici olan bir tanıdık, kulağı delik olması gereken gazeteciler içinde bile şaşırtıcı bir gelişmeden söz etti:
Cemaat'la AKP iktidarının tepeleri arasında soğuk, hem de çok soğuk rüzgarlar esiyor(muş).
Oysa AKP ile Cemaat adeta hâlâ balayı yaşıyorlar, kıydıkları siyasal nikâh karşılıklı "iltifat"larla pek güzel yürüyordu.
Öyle değilmiş. Tanıdık Cemaatçı anlattı:
- Aydın bey, düne kadar devlete yerleştirecek kadroları olmadığından bizim kapımızı aşındıranlar, artık en iyi eğitimlerden geçmiş, işinin ehli pırıl pırıl gençlerimizi sırf bizimle gönül bağları olduğu için mülâkatta eliyorlar. Artık bizimle bağı olan kimseye kamuda görev verilmiyor...
Sıkı haberdi. Ama doğrulaması (teyidi) zor haberdi.
Bir başka Cemaat üyesine sorduk. Kısmen doğruladı. Ama o sorumlu olarak Nakşibendileri gösteriyordu. "Tayyip Bey Nakşibendilerle ters düşmeyi göze alamıyor. Zaten kendisi de bir Nakşi" dedi.
Ankara kulislerinde at koşturmayı iyi bilen bir arkadaşımız kurcaladı. Söylediği özetle şu:
- Soğuk rüzgarlar doğru. Henüz su yüzüne çıkmadığı da doğru. Kimse somut bilgi vermeye yanaşmıyor abi. Ama inkâr da etmiyorlar. Bütün parmaklar Tayyip Erdoğan'ı gösteriyor. Erdoğan, devlette Cemaat'ın artan ve yükselen ağırlığından hoşnut değil. Biliyorsun, Erdoğan iktidar paylaşmayı asla ama asla istemeyen bir siyasetçidir…
Ballı börekli, karşılıklı övgülere övgüler eklenen iktidar ortakları arasındaki kavganın ilk raundu 2012 Şubat'ında patladı. Erdoğan'ın ameliyat olacağını öğrenen Cemaat, onun yokluğunu fırsat bilip kendi savcıları kanalıyla MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ı PKK ilişkileri bahanesiyle ifadeye çağırdı.
Erdoğan'ın ameliyatı gecikince "onun yokluğu" fırsatı da yok oldu ve Cemaat'ın MİT operasyonu ile Erdoğan'a vereceği gözdağı tersine döndü. Cemaat Erdoğan'a değil, Erdoğan, Cemaat'a gözdağı verdi.
Gizli savaş açık savaşa dönüşmüştü.
Nitekim çok gecikmedi. "17-25 Aralık" diye anılan "ses kayıtları" patladı.
AKP iktidarının, özellikle Erdoğan'a bağlı kimi bakanların, siyasetçilerin yolsuzlukları, hırsızlıkları, İran'a uygulanan ambargoyu "bezirgân kafası ve yöntemleri" ile delerken epey okkalı servetlerin de "cukkalanması" iktidar ortağı Cemaat tarafından 17 Aralık 2013'de gün ışığına taşındı. Cemaat ses kayıtlarını açıklayarak vurduğu darbeyi yeterli görmemiş olacak ki 25 Aralık'ta daha da önemli "ses kayıtları" yayına sokuldu.
Tabii AKP pes edecek değildi. Nitekim açık savaş çok hızlı tırmandı. Henüz tek silah patlamamışken, Erdoğan iktidarını alaşağı etmek için henüz şiddet kullanılmamışken Cemaat, Erdoğan tarafından "FETÖ" yani "Fethullahçı Terör Örgütü" olarak vaftiz edildi…
Devletin kilit noktalarındaki Cemaat kadroları hızla tasfiye ediliyordu. AKP iktidarında devletin dizginlerinin bir ucuna yapışmış Cemaat "var olma – yok olma" sürecine girmişti.
15 Temmuz 2016'de "Cemaat'ın intiharı" diye nitelenebilecek bir darbe girişim başladı. Paçalardan akan acemilik, meselâ Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet Köprüleri'nin bir ayağını kapatıp ötekini serbest bırakma, herkesin sokaklarda gezindiği bir cuma akşamı darbe başlatma gibi şaşkınlıklar ve daha önemlisi her darbenin kilit gücü 1. Ordu'nun desteği alınmadan darbeye kalkışılması darbenin de, darbecilerin de sonunu çabuk getirdi. 15 Temmuz gece yarısına doğru "girişim" bastırıldı. İzleyen saatlerde sadece daha çok kan dökülmesine yol açan dirençler yaşandı. Ama Erdoğan ve iktidarı kazanmıştı. Sabaha karşı Cemaat'ın darbe girişimi kesinlikle yenilgiyi uğratıldı.
Darbelerin her türlüsüne kesinlikle karşı çıkmayı acılı deneylerle öğrenmiş olan demokrasi güçleri rahat bir soluk aldılar.
Erdoğan ise rahat bir soluk bir yana, darbe girişimini isabetli bir niteleme ile kendisi ve partisinin iktidarı için "Allahın bir lütfu" olarak niteledi. Sadece darbecilere, darbeye fiilen katılanlara kahredici darbeler indirmekle yetinmedi. Hızla bu gün "tek adam yönetimi" dediğimiz, demokrasinin iyice budanıp göstermelik hale getirildiği, yargı erkini tümüyle kendi buyruğu altına aldığı uğursuz bir sürecin taşlarını döşemeye başladı. Artık FETÖ diye anılan Cemaat'ın belinin iyice kırıldığı, devletteki uzantı ve kadrolarının hızla tasfiye edildiği günler geride kalmış, ağırlık siyasal terminolojide "oligarşik", "otokratik", hatta "diktatoryal" terimleriyle tanımlanan yeni bir rejim kuruluşuna verilmekteydi.
Hâlâ da kuruluyor.
Doymak bilmez bir iştiha ile kolunu kıpırdatacak hâli kalmamış, kendi içinde parçalanmalara uğrayan, servet paylaşımı kavgaları yaşayan Cemaat hâlâ hedef tahtasındaki baş düşman gibi sunuluyor; ha bire FETÖ'cü yakalanıyor, tutuklanıyor, mahkûm ediliyor,
Ama asıl amaç artık yeni rejimin kurulmasında. Sandık kazalarına uğrama ihtimali de yok edilecek bir rejimin kurulma ve pekiştirilme süreci dur durak bilmeden sürüyor.
İki gün önce Meclis komisyonundan geçen ve Meclis'ten geçip yürürlüğe gireceği besbelli olan bir torba yasa ile OHAL uygulaması üç yıl daha uzatılıyor. Yani kayyımlı, emir kulu sulh ceza hakimliklerinden gelen tutuklama kararları, her türlü protesto ve gösteri hakkının polis gücü yani devlet zorbalığı ile önleneceği, mafya şeflerinin itibarlı yurttaş muamelesi göreceği günler üç yıl daha sürecek.
Üç yıl sonra ne olacak?
Hiiiiç, artık Anayasa'ya da, hukuka da, parlamentoya da, hatta belki seçime de gerek kalmamış bir ülkede yaşıyor olacağız.
Bu yazının başlığı kanımca pek isabetli:
Beş yıldır 15 Temmuz'u yaşıyoruz.
Görünen o ki daha da yaşayacak gibiyiz…