Ölüm ya da doğum ya da herhangi bir yıldönümü için “o gün”e denk getirerek yazmayı hiç sevemedim. Sevmesem de yazdığım oldu. Soğuk, içtenliği kuşkulu, profesyonel tekniklere sığınılarak yazılmış yazılardı.
Açıklayayım; Siz okurken “o gün”dür, yıldönümüdür. Ama gazeteci yazarken o gün yarındır. O güne denk düşsün diye bir gün önceden yazılmıştır.
Evet, uzun meslek yaşamımda böyle yazılar yazdım. 23 Nisan (TBMM’in kuruluşu) yazdım, 30 Ağustos, 29 Ekim yazdım, 1917 Ekim Devrimi (bizim takvimle 7 Kasım), 18 Mart 1871 (Paris Kömününün kuruluşu) yazdım.
Ama 14 Mart gününe denk gelsin diye hiç yazmadım. 1883’ün 14 Mart’ında Marks ölmüştü. Yazdığım üç beş Tırmık 15 Mart günü yayınlandı.
6 Mayıs günü de Deniz, Hüseyin, Yusuf üstüne tek satır yazmadım. Yazdığım üç beş yazı en erken 7 Mart günü yayınlandı.
Neden ?
Bilmiyorum.
Kestirmeden gidip, “duygusallık işte” deyip sözü bağlayalım.
* * *
Uykusuz bir gecenin ve cep telefonsuz, hatta telefonsuz bir Türkiye’nin sabahında, Taksim meydanında sersem salak yürürken haber ulaştı:
- Astılar !..
Bir hafta önce Ankara’daydım. Çiçeği burnunda gazeteciydim ve Ankara gazeteciliği denen, mesleğin “tuhaf” kanadını yeni tanıyordum. Meclis Basın Bürosunda -galiba- Adalet Partisi Samsun milletvekili olan bir alçağın içini haber veren suratındaki yıvışık gülümseme ile “Eee, üç bizden, üç onlardan ağam, hak oyunu üçtür” dediğine tanık olmuştum. 1960 askeri darbesimin astığı Başbakan Menderes, Dışişleri Bakanı Zorlu ve Maliye Bakanı Polatkan’ı kastediyor ve karşılığında Deniz’in, Hüseyin’in, Yusuf’un kellesini istiyordu.
Herifin kullandığı “Hak oyunu üçtür” halk deyiminin bu iğrenç benzetmeye uymadığını, bir de Ankaralı meslektaşlarımın soğuk ve donuk bakışlarla adamı tepkisiz dinlemelerine takılmıştım.
Çocuksu bir umut işte. İşin özünü bir türlü bilincime çıkaramamış, bu alçakça intikam itirafının Deniz’in, Hüseyin”in, Yusuf’un ölüm kararı olduğunu anlamış ama kavramamıştım...
Taksim meydanında o uğursuz sabah sersem salak yürürken gelen haberde de öyle oldu. Yanımdaki arkadaşım (Osman Arolat merhaba!) omuzlarından sarsılarak hıçkırdı. Ben donuk gözlerle yürüdüm... Bugün gibi anımsarım: Dilimin ucundaki “Ağla Türkiye, en iyi evlatlarından üçünü astılar” gibi mısra mı, cümle mi olduğunu bilemediğim sözcükleri içimden tekrarlayarak yürüdüm...
* * *
Ey bu satırların okuru!
“Deniz Gezmiş yaşasaydı bugün Ergenekon tutuklusu olarak Silivri’deydi” diyen fikir fukarası, solculuktan dönme milliyetçilere gül ve geç...
Darağacının merdivenlerini çıkıp yağlı ilmek boğazına takıldığında “Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği “ diye haykıran bu kanı sahiden deli “delikanlı” bugün Türk ırkçılığına kadar savrulmuş ulusalcılara olsa olsa tükürürdü...
6 Mayıs Erdal Öz’ün de aramızdan ayrılışının yıldönümüdür. O Erdal Öz ki bize “Gülünün Solduğu Akşam”ı yazıp Deniz’in Hüseyin’in, Yusuf’un son saatlerinin tanıklığını iletmiş bir edebiyat “namuslusu”dur. Kendisi de gülünün solduğu gün,. Bir 6 Mayıs günü ölmesini bilecek kadar hünerlidtr.
Ona kulak verin. Ölüme giden yolun son günlerinde ODTÜ’nün sevimli ve akıllı çocuğu Hüseyin’in İnan’ın “Darbecileri alet olmadan, gericiliğin dümen suyuna kapılmadan yürümek ne kadar zor Erdal” deyişini bizlere aktarmıştır.
Tanık sağlamdır. Ona kulak verin.
Deniz de, Hüseyin de, Yusuf da bugün Ergenekon denen kanlı çeteye, demokrasi düşmanlarına karşı yanı başımızda saf tutarlardı.
* * *
Ey Aydın Engin, öfkeni de, acını da bastıramayacaksın besbelli.
İyisi mi sen bugünkü Tırmık’a burada nokta koy...
Otur donuk gözlerle 6 Mayıs 1972’nin anılarına dal ve sus...