2023 Şubat'ının ilk günüydü. Kadıköy'de İmge Kitabevi'ne girdim.
Bir taraftan yeni çıkan kitaplara bakıyor, diğer taraftan İmge'nin ayrılmaz parçası Yılmaz Tabakçıoğlu ile muhabbet ediyordum. Konu döndü dolaştı işlerin durumuna geldi.
Yılmaz: "Böyle giderse bizim gibi butik kitapçılar tarihe karışır" dedi. Neredeyse bütün girdileri dövize bağlı olan yayıncılık sektörünün durumu, kitap fiyatlarındaki fahiş artış, internet rekabeti filan derken, manzaranın pek parlak olmadığını anlattı.
"Sizde durumlar nasıl?" sorusuna benden aldığı yanıt şöyleydi: "Valla bizim durum da pek farklı değil. Bu gidişle yapay zekâ denen şey çizerlerin işini elinden alacak."
Yılmaz biraz teselli biraz da taltif niyetiyle: "Sizinki yaratıcılık isteyen bir şey. Yapay zekânın işinizi elinizden alabileceğini sanmıyorum" diye karşılık verdi.
"Ne yaratıcılığı! Bize bir metin veriliyor, onu görselleştirmemiz isteniyor. Aynı şeyi bir yapay zekâ programına kolayca yaptırmak mümkün" diye yanıtladım.
* * *
Bu "iç açıcı" muhabbetin ardından bir dizi kitap alıp Ada vapuruna yöneldim. Oturur oturmaz en üste koyduğum kitabın kapağını açtım. Murat Gülsoy'un yılın ilk günlerinde çıkan Ressam Vasıf'ın Gizli Aşklar Tarihi' ne başladım.
Daha ilk satırda metnin içine girdim.
Kitap, 1889 doğumlu Vasıf Ekrem Yelda'nın kendi ağzından hayatını anlatıyordu.
Ama ne hayat! Hamidiye devrinde doğmuş, Meşrutiyet'i, Cihan Harbi'ni, Mütareke'yi ve nihayet Cumhuriyet'i görmüş bir sanatçıyla karşı karşıyaydım. 1968 yılında hayatını kaybettiği için, Cumhuriyet'in erken dönemlerini, Milli Şef devrini, çok partili hayatı, 27 Mayıs'ı, hatta 3 yıl daha yaşasaymış 12 Mart'ı görecek bir karakter...
Kitap, Türk resmine damga vurmuş sayısız ismin geçit resmi gibiydi. Nazmi Ziya'dan İbrahim Çallı'ya, Feyhaman Duran'dan Hikmet Onat'a, Fikret Mualla'dan Adalet Cimcoz'a hemen herkes oradaydı.
Fakat kafama takılan bir şey vardı. Yukarıda adı geçen isimlerin hepsini az çok biliyordum ama Ressam Vasıf'ı hiç duymamıştım. Belli ki kapaktaki resim de ona aitti. Bari tablonun adını öğreneyim diye kitabın künyesine baktım.
Aynen şöyle yazıyordu: "Kapak resmi: Murat Gülsoy tarafından Midjourney yapay zekâ programı kullanılarak oluşturulmuştur."
Yani Ressam Vasıf diye biri yoktu. Kurgusal bir karakterdi. Yazar, eserine boşuna "belgesel roman" dememişti.
Heyecanla uzun yıllar evvel tanıdığım Murat Gülsoy'a bir mesaj atıp, İmge kitabevinde yaptığımız sohbeti ve kitapta yaşadığım sürprizi anlattım.
Kısa süre sonra yanıt geldi: "Ressamın retrospektif sergi kataloğunu da yaptım."
Hakikaten yapmıştı. Linkini şuraya bırakayım.
Yazarın okura zarif bir çalım attığı bu harika kitabı okumanızı hararetle öneririm.
* * *
Malum, yapay zekâ denilen şey hayatımızın ortasına geldi oturdu. Bu alanın muhtemelen en ünlü "şahsiyeti" ChatGPT, tam bir yıl evvel, 2022 Kasım'ında OpenAI firması tarafından piyasaya sürüldü. Birikim Dergisi'nin bu ay yayımlanan yapay zekâ temalı 415. sayısında Meryem Koray, ilk beş günde 1 milyondan fazla insanın ChatGPT kullanmak üzere kaydolduğunu, İki ay içinde bu sayının 100 milyona ulaştığını, Tik-Tok'un bu sayıya ulaşmak için dokuz ay, Instagram'ın ise üç yıl beklediğini aktarıyor.
Ondan sonra olanları hepimiz iyi kötü biliyoruz. Uzun uzun aktarıp yazıyı şişirmeye gerek yok. Amerika'daki senarist grevi, bizdeki seçimler, OpenAI'ın CEO'sunun kovulması, sonra tekrar dönmesi vesaire vesaire... Hemen her yerde bu yeni "şey"in bahsi geçiyor.
Birikim'in Kasım sayısı konuya farklı cephelerden bakan çok sayıda yazıyla dolu.
* * *
Devam edeyim... Yaklaşık iki ay önce derginin yayın koordinatörü Tanıl Bora, yapay zekâ dosyası hazırladıklarını, bir şeyler çizip çizemeyeceğimi sordu. Hevesle kabul ettim. Ama uzun süre ne çizeceğimi bilemedim. Hatta bir ara ChatGPT'ye mi sorsam diye düşündüm. Vazgeçtim.
Daha sonra aklıma her yapay zekâ bahsi geçtiğinde tedirgin olanların hatırlattığı Frankenstein sendromu geldi.
Malum, Mary Shelley'nin 1818'de yayımlanan romanı, Cenevreli doktor Victor Frankenstein'in yaratığının hikâyesini anlatır. (Şu sıralarda Netflix'te gösterilen Çağan Irmak imzalı "Yaratılan" dizisi de ilhamını aynı eserden almış.)
Frankenstein'ın kaderini biliyoruz. Büyük bir şevkle yarattığı canlıyı gördükten sonra, ondan tiksinir ve yüzüstü bırakıp kaçar. Terk edilmeyi hazmedemeyen (aslında şefkat arayan) yaratığı, beklediği şefkati bulmayınca doktoru ve sevdiklerini yok eder.
O günden beri kendi yaptığı bir şey tarafından gadre uğrayan kim varsa İsviçreli doktorun adı hatırlanır. Bu yapay zekâya kötümser bakanlar için de böyle. İnsanoğlu kendi yarattığı şey tarafından yok edilebilir mi?
Bu izlekten yola çıkıp bazı eskizler yaptım. Frankenstein yaratığının çeşitli versiyonlarını çizdim. İçlerinden bir tanesi biraz da olsa içime sindi. Yaratığı ikiziyle buluşturdum. (Romanda buna benzer bir bölüm var. Çaresiz yaratık, yalnızlığına derman olsun diye doktordan kendisine bir "eş" yaratmasını ister. Ama Victor kabul etmez.)
İkinci çalışmada, yaratığın kendi kendini çizmesini denedim. Fakat kalemimden çıkanları beğenmedim.
Madem konu yapay zekâ, o zaman kafamdaki fikri o programlardan birine çizdireyim dedim. Yukarıda adı geçen Midjourney ile başladım. Daha sonra Leonardo, Dall-e vb. uygulamaları denedim.
Denemelerim sonucu epeyce görsel elde ettim. Sonuçlar yine istediğim gibi değildi. Ortaya çıkan karakterler daha çok Batman'in Joker'ini hatırlatıyordu. Belki de ben doğru kelimeleri yazmamış, yapay zekâya niyetimi iyi anlatamamıştım.
(Bu arada şunu da not düşeyim. Zihinlerimize kazınmış olan yaratık imgesi Mary Shelley'nin çizdiği portreden çok uzaktır. Romanda yüzüne bakılamayacak kadar çirkin tasvir edilen yaratık, sinema sayesinde popüler imajına kavuşur. 1931 yılında çekilen ilk Frankenstein filminde Boris Karloff'un canlandırdığı baygın bakışlı, kübik kafalı yaratık, sevimli bile sayılır. Popüler kültüre de o imge hakim olmuştur. Benim çizimim de onu referans alır. Öyle görünüyor ki yapay zekâ uygulamaları da filmi referans almış. Üstüne de biraz Joker eklemiş.)
Velhasıl elimdeki ürünleri Tanıl Bora'ya yolladım. Bir süre sonra dergi çıktığında Midjourney'le hazırlanmış ürünlerin kullanıldığını gördüm. Dergi doğru bir tercih yapmıştı. Program hemen her açıdan benim çizdiğimden daha güçlü işler üretmişti.
Midjourney ile üretilen Frankenstein yaratığı
* * *
Öyle görünüyor ki yakın bir gelecekte çok sayıda meslek tarihe karışacak.
Ama kötümser olmaya gerek yok.
Bu durum en azından çizerleri, lüzumsuz "ben Cin Ali bile çizemem" iltifatından, daha da önemlisi "ben yazsam siz çizseniz" teklifinden kurtaracak.
Bu gidişle okuma yazma bilen herkes, değil Cin Ali, Mona Lisa bile çizecek.
Ama altına imza atamayacak.
Aydan Çelik kimdir?Aydan Çelik 1966 yılında Gürün'de doğdu. İstanbul Ünivesitesi'nde İşletme ve İktisat Tarihi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde Heykel okudu. Çizgi film stüdyolarında, reklam ajanslarında, gazetelerde, dergilerde, yayınevlerinde çalıştı. Erken yaşta bağlandığı bisiklet sporu vesilesiyle Eurosport Türkiye'de konuk yorumcu oldu. Açık Radyo'da Esra Ertan'la birlikte Şeytan Arabası adında bisiklet programı yaptı. 2006'da Tarih Vakfı Yurt Yayınları'ndan Mişli Geçmiş Zaman adını taşıyan karikatür albümü yayımlandı. Devam eden yıllarda Bi Tur Versene, İstanbul Bisiklet Rehberi ve Bisiklet Manifestosu adında bisiklet temalı üç kitabı okurla buluştu. 2013'te Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu'nun 50. yaşı için "Pardus" adında bir maskot tasarladı. Toplumsal Tarih, Cyclist Türkiye, Socrates dergileri yayın kurulu üyesi. Halen çiziyor, yazıyor, bisiklet üstünde çocukluğunu arıyor. |