Aydan Çelik

16 Şubat 2025

Nâzım Hikmet’in tramvay yazıları ve Nail Güreli’nin kaderi

13 Şubat 1932’de doğan gazeteci Nail Güreli’nin iki buçuk yaşındayken babasını bir tramvay kazasında kaybettiğini öğrenince, Nâzım Hikmet’in tramvay yazılarını hatırladım

13 Şubat Perşembe günü gazeteci abimiz Nazım Alpman, sosyal medya hesabında Nail Güreli’yle ilgili bir paylaşım yaptı.

2016’da hayatını kaybeden Güreli’yi: “Tek kişilik ordu” diye tanımlayan Alpman, paylaşımında şöyle diyordu:

“Nail abimiz 13 Şubat 1932'de İstanbul'da dünyaya geldi. İki buçuk yaşındayken babasını bir tramvay kazasında kaybetti. 1952'de Hizmet gazetesinde mesleğe başladı. İkinci olarak Selim Ragıp Emeç'in Son Posta gazetesinde çalıştı. Ardından Halil Lütfü Dördüncü'nün Tan Gazetesi geliyor. Son Telgraf, Yeni İstanbul, Milliyet, Hürriyet, Türkiye Gazeteciler Sendikası, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanlıkları'yla Babıali'ye damgasını vurmuş bir gazetecidir.

Gazetelerde üst düzey görevler yaptı, ama her zaman patronlar ile mesafesini korudu, onların can ciğeri olmadı. Nail Güreli eylem adamıydı. Haksızlıklar karşısında yazmakla yetinmedi sokakta en önde yürüdü. Gazeteciliğin saygınlığı onun en çok koruduğu değeriydi.”

(Nail Güreli’yle ilgili daha detaylı bilgi edinmek isteyenler Nazım Alpman’ın 2013’te çektiği belgesele şu linkten ulaşabilirler.)

* * *

Nail Güreli’nin babasını bir tramvay kazasında kaybetmesi, aklıma Nâzım Hikmet’i getirdi.

Şair, 1930’larda Orhan Selim takma adıyla Akşam gazetesinde fıkralar (o yıllarda köşe yazılarına bu isim veriliyordu) kaleme alıyordu. İstanbul’un ulaşımıyla ilgili çok sayıda fıkra yazmıştı. Bir kısmı da tramvaylarla ilgiliydi.

Malum, vakti zamanında İstanbul bir tramvay şehriydi. Atlı tramvay döneminden kalma “Dingo’nun ahırı”, “vardacı”, “tornistan” gibi terimler günlük hayatın bir parçası olmuş, bağlamlarının dışında da kullanılmışlardı.

Hâl böyleyken, Nâzım Hikmet 3 Mart 1936’da yazdığı fıkranın başlığını: “İSTANBUL TRAMVAY ŞEHRİ DEĞİLDİR” diye atmıştı.

Aslında başlıktaki cümlenin “bir arkadaşına” ait olduğunu söylüyor, onun ağzından aktarıyordu:

“Nasıl denizde atla dolaşılmazsa, nasıl karada vapur yürütülmezse, İstanbul’da tramvay işletilemez. Bu yedi tepeli şehrin dik inişlerini, yokuşlarını keskin dönemeçlerini tramvayla aşmak, Bahr-i mühit’i uçakla daha geçmekten daha tehlikelidir.”

Şair, ortamdaki “bir başka arkadaşın” diğerine hak verdiğini, “fakat, İstanbul’u yer altından işleyen ‘metropolitenier’ yahut elektriği yukarıdan alan otobüslere hemen kavuşturmak mümkün olmadığına göre, yapılacak ilk iş tramvay yollarını değiştirmektir.” dediğini ekliyordu.

* * *

Nâzım Hikmet’in konuyu tartışmaya açmasının bir nedeni vardı. Adı geçen yazıdan dört gün önce, 28 Şubat’ta “CEZASIZ CİNAYETLER” başlığıyla başka bir fıkra yazmıştı. O da şöyle başlıyordu:

“İlk önce haberi gazeteler verir. Ertesi gün “fıkracı”lar işi ele alıp birer “dokunaklı” yazı yazarlar. Sonra yine “tahkikat”a dair haberler çıkar. Daha sonra iş unutulur.

Bundan aşağı yukarı 15 yıl önce Vezneciler’de, 8-9 yıl önce Ayasofya önünde, 4-5 yıl önce Bankalar Yokuşu’nda, iki gün önce de Altıncı Daire’de frenleri tutmayan tramvay arabaları kaza çıkardılar.

15 yıl önce de, 8-9 yıl önce de, 4-5 yıl önce de yine yazılar yazıldı. Şirket’e hücumlar yapıldı. Şimdi de yazılar yazılıyor ve yazılacak. Şirket’e hücumlar yapılıyor ve yapılacak. Fakat bütün bunlardan hiçbir netice çıkmayacaktır.”

* * *

Söylediği gibi, iki gün önce, 26 Şubat’ta, Beyoğlu Belediye binasının bulunduğu Şişhane yokuşunda, frenleri tutmayan bir tramvay yoldan çıkmış, “zelzele etkisi” yaratacak bir şiddetle duvara çarpıp devrilmişti. Olay anında bir kişi hemen ölmüş, çok sayıda kişi yaralanmış, ilerleyen günlerde yaralıların bir kısmı daha hayatını kaybetmişti.

27 Şubat’ta çıkan bütün gazeteler, doğal olarak kazayı manşetten duyurmuş, yetkililer hadisenin sebepleri ve sorumlularının ortaya çıkartılacağını, en ağır cezalara çarptırılacağını söylemiş, ölenlere rahmet, yaralılara acil şifalar dilemişti.

Takip eden günlerde gazeteler hadisenin üstüne üstüne gitmiş, sayfa sayfa haber yapmıştı.

Sonra?

Sonra ne olacak; bildiğiniz gibi, haberler giderek azalmış, arka sayfalara kaymış, tavsamış, unutulup gitmiş, ateş düştüğü yeri yaktığıyla kalmıştı.

* * *

Nail Güreli’yi iki buçuk yaşında yetim bırakan kaza hangisiydi bilemiyorum. Ama Nâzım Hikmet’in şu yazdıklarının halen doğru olduğunu biliyorum:

“Eğer bundan önce üç defa tekrar eden “kazalar”a sadece bir  “kaza” gözüyle bakılmasaydı., frenleri tutmayan arabaları işleten bir şirketin en ağır cinayetler çeşidinden bir suç işlediği anlaşılsaydı, belki bugün İstanbul şehri, tramvay kumpanyasının “mihrab”ına yeni kurbanlar verilmezdi.

Bir adam başka bir adamı yaralar, öldürünce cinayet suçuyla hak yerine gönderilir. Fakat bu şirket 15 yıl içinde dört defa insanların canına, bozuk frenleriyle kıydığı halde şehrin içinde çanlarını çala çala, biletlerini kese kese, elini kolunu sallayarak dolaşıp durur.”

* * *

Nail Güreli’nin doğum günü olan 13 Şubat, aynı zamanda “İliç Cinayeti”nin işlendiği gündü.

Ondan bir hafta evvel, 6 Şubat depreminin ikinci yılıydı.

21 Ocak’ta “yakılan” Kartalkaya’nın dumanı halen tütüyor.

Soma, Ermenek, Çorlu, Hendek ve diğerleri orada duruyor.

Sınırsız sorumsuzlar çanlarını çala çala dolaşıyor.