Amasra katliamı sonrasında havada uçuşan "kader, fıtrat, şehit" sözcüklerini duyunca aklıma Fred Burnaby'nin anlattığı bir fıkrayla Cem Karaca'nın söylediği bir şarkı geldi.
Cem Karaca'yı herkes biliyor ama bilmeyenler için Burnaby'yi tanıtalım.
Fred Burnaby 1842 doğumlu bir İngiliz subayıydı. Eli kalem tutan bir adamdı. Çeşitli yerlere seyahatler yapmış, bu seyahatleri gazetelerde yayımlanmış, kitap olarak okurla buluşmuştu. 1876'da basılan At Sırtında Hive'ye Yolculuk kitabı çok satanlar listesine girmişti.
Burnaby aynı yılın son günlerinde İstanbul'a geldi. Marsilya'dan bindiği vapur onu İzmir üzerinden şehre ulaştırdı.
İstanbul en kaotik zamanlarından birini yaşıyordu. Osmanlı tahtı bir yıl içinde üç padişah görmüştü. Burnaby'yle aynı yaştaki Sultan 2. Abdülhamid tahta çıkalı henüz üç ay olmuştu.
2. Abdülhamid'in amcası Abdülaziz 30 Mayıs'ta tahttan indirilmiş, yerine 5. Murad geçirilmişti. Ancak o da "daimi cinnet halinde olduğu ve görevini yapamadığı" fetvasıyla üç ay sonra tahttan indirilmişti.
Şehirde halen Abdülaziz'in intihar mı ettiği, cinayete mi kurban gittiği tartışılıyordu.
Burnaby'nin konuştuğu kişiler sultanın suikaste uğradığını düşünüyordu.
* * *
Burnaby, İstanbul'dan 8 Aralık 1876'da ayrıldı. Yanında George Radford adında İngiliz, Osman adında bir Türk uşağı vardı. Ekip İstanbul'dan satın alınan atlarla Anadolu'yu dolaşacaktı.
İngiliz subay şehirden ayrıldıktan iki hafta sonra imparatorluk büyük bir değişime daha sahne oldu. Bizim bugün "birinci" diye adlandırdığımız Meşrutiyet ilan edildi, Meclisi-i Mebusan açıldı, Kanun-i Esasi kabul edildi.
Burnaby önce İzmit'e ardından, Beypazarı üstünden Ankara'ya gitti. Oradan Küçük Asya'nın derinliklerine devam etti. Yozgat, Sivas, Erzurum, Van, Kars, Ardahan, Artvin, Trabzon derken 3200 kilometre yol kat etti.
Çok çeşitli ırklardan insanlarla tanıştığını anlattı. "Türkler, Ermeniler, Rumlar, Türkmenler, Çerkezler, Kürtler ve İranlılar. İstisnasız hepsi beni büyük bir konukseverlikle karşıladı" diye yazdı.
Trabzon'dan gemiye binip İstanbul'a döndüğünde 5 ay geçmişti. 1877 baharında ülkesine gitti. Aynı yılın Eylül ayında da At Sırtında Anadolu (On Horseback Through Asia Minor) adını taşıyan kitabı yayımlandı. O da bir bestseller oldu.
* * *
Burnaby, kitabında Anadolu'nun her yerinde Rusya'nın Osmanlı'ya açacağı bir savaşın beklendiğini anlatır. Konuştuğu hemen herkesin bundan söz ettiğini yazar. Bunun bir paranoya olmadığı kısa sürede anlaşılır. İngiliz subay ülkesine dönerken Çarlık Rusyası Nisan 1877'de Osmanlı İmparatorluğu'na savaş açar. Kitabın ilk baskısına yazdığı önsözde savaşı Rusların kazanacağı tahmininde bulunur.
Öyle de olur.
Anadolu halkının "93 Harbi" olarak bildiği, adına türküler, ağıtlar yaktığı savaşın yarattığı yıkımın etkilerinin bugün bile devam ettiğini söylemek sanırım abartı sayılmayacaktır.
Ama konumuz bu değil. Konumuz yazının başında da söylediğim gibi Amasra'da yaşanan iş cinayetini – ya da yoksul çocukların tabutları başında yapılan "şehadet şerbeti" konuşmalarını- duyunca aklıma gelen Burnaby fıkrasıydı... Lafı biraz uzattıysam kusura bakmayın.
* * *
Papazın biri Don Carlos Savaşı'nın öncesinde taburundaki askerlere, ertesi günkü çarpışmada şehit düşenlerin cennette Nuestre Senor'la (Hz. İsa) aynı sofrayı paylaşacaklarını söylemiş. Ertesi gün gelip çatmış, meydan savaşı kıyasıya geçmiş. Carlosçular yenilmiş. İlk kaçanlar papazın taburu olmuş, cüppesinin eteklerini topladığı gibi bacaklarının elverdiği denli hızlı koşan din adamı da bizzat başı çekmiş. Bir asker muhterem beyefendinin omuzuna dokunup şöyle demiş: "Peder, bize bugünkü savaşta şehit düşenlerin cennette akşam yemeği yiyeceklerini söylemiştiniz ama siz kaçıyorsunuz." "Evladım" diyerek yanıtlamış papaz soluk soluğa, "ben- ben akşamları hiç yemek yemem- hazımsızlık var da bende- sırf öğlenleri yerim."[1]
* * *
Cem Karaca'nın şarkısına gelince... 1977'de seslendirdiği Maden Ocağının Dibinde parçasından söz ettiğimi tahmin etmişsinizdir. Manidar olan şarkının içinde yer aldığı uzunçaların adıdır: Yoksulluk Kader Olamaz.
[1] Fred Burnaby, At Sırtında Anadolu, Çeviren: Fatma Taşkent, İletişim Yayınları, İstanbul, 2021, 9. Baskı, s. 78
Aydan Çelik kimdir? Aydan Çelik 1966 yılında Gürün'de doğdu. İstanbul Ünivesitesi'nde İşletme ve İktisat Tarihi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde Heykel okudu. Çizgi film stüdyolarında, reklam ajanslarında, gazetelerde, dergilerde, yayınevlerinde çalıştı. Erken yaşta bağlandığı bisiklet sporu vesilesiyle Eurosport Türkiye'de konuk yorumcu oldu. Açık Radyo'da Esra Ertan'la birlikte Şeytan Arabası adında bisiklet programı yaptı. 2006'da Tarih Vakfı Yurt Yayınları'ndan Mişli Geçmiş Zaman adını taşıyan karikatür albümü yayımlandı. Devam eden yıllarda Bi Tur Versene, İstanbul Bisiklet Rehberi ve Bisiklet Manifestosu adında bisiklet temalı üç kitabı okurla buluştu. 2013'te Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu'nun 50. yaşı için "Pardus" adında bir maskot tasarladı. Toplumsal Tarih, Cyclist Türkiye, Socrates dergileri yayın kurulu üyesi. Halen çiziyor, yazıyor, bisiklet üstünde çocukluğunu arıyor. |