Isabella Rossellini'yi yıllar önce The Marmara'nın rufunda, sabahın erken sayılabilecek bir saatindeki basın toplantısında Semiha Berksoy ve Robert Wilson'ın ortasında otururken görmüştüm. Güzelliği bahar tazeliğindeydi...
Siyah bir ceket giymişti galiba ve yüzünde neredeyse hiç makyaj yoktu. Annesine olan benzerliği etkileyiciydi. Semiha Berksoy ise geleneksel ağır makyajı ile rengarenkti. Ceketinin altında dore bir şey vardı. Meğer kilotlu çoraplarını yukarı doğru çekip bluz gibi kullanırmış. Dedesinin Merdivenköy'deki türbesini anlatıyordu Robert Wilson'a. Adamın yüzündeki ifadeyi hala unutamam...
Bu yıl Venedik Bienali'nde iki etkinlikte yer alacak olan Isabella Rossellini, Pappi Corsicato'nun yönettiği "Pompei-Eros ve Efsane" belgeselinin anlatıcısı olarak ve Eleştirmenler Haftası'nın kapanış filmi olan yeğeni Alessandro'nun çektiği "Rosellini Ailesi"nin üyesi olduğu için.
Ingrid Bergman'ın kızı olsa da İtalyan köklerine ve ailesine sıkı sıkı bağlı bir kadın Isabella Rosellini.
Martin Scorsese, Gary Oldman, David Lynch gibi adamların hayat arkadaşı olan Rosellini şimdilerde kızı Elettra ve torunu ile çiftlikte yaşıyor. Yetiştirdikleri ürünleri satıyor ve "Çalışan bir büyükanne" olarak tanımlıyor kendisini.
Isabella Rossellini
Kasım ayında başlayacak Venedik Bienali vesilesi ile kendisi ile yapılan söyleşiden birkaç başlık vereyim dedim:
-Lancome için uzun süre çalıştım ama 42 yaşıma girer girmez sözleşmemi feshettiler. Reklamın rüyayı anlattığını, bu yüzden kadınların sonsuza kadar genç kalması gerektiğini söylediler... Yirmi üç yıl sonra 66 yaşımı sürerken bir gün telefon çaldı. Arayan Lancome'un yeni Genel Müdürüydü. Paris'te bir restoranda yemek yiyelim dedi. Restoranın önüne vardığımda genç bir kadın direğe motosikletini bağlıyordu. Sonra kaskını çıkardı, Brigitte Bardot edası ile sarı saçlarını şöyle bir savurdu ve elini uzattı: "Ben Lancome 'un Genel Müdürü Françoise Lehmann. Bir hata yaptık, kadınların artık "Tarih" ile sınırlanmadığını göremedik. Sizi geri istiyoruz" dedi.
-Erkek yönetici makyajın bir baştan çıkarma unsuru olduğunu düşünebilir ama bir kadın yönetici bunun basit bir oyun, eğlence olduğunu anlar.
-Güzellik bence bir zerafet biçimi, bir fikir, bir tarz,bir zevk meselesi... Bunlar, estetik mükemmellikten daha ilginçtir.
-Bunca yıl sonra şunu anladım, asıl iş hayatı anlamak. Entelektüel ve duygusal meraklarımızı tatmin etmeye çalışmak.
-Eski sevgililerim arkadaşım olarak kaldı çünkü seçimlerim hep bilinçliydi. Bu yüzden onları görünce mutlu oluyorum.
-Kızımın biyolojik annesiyim. Oğlumu evlat edindim. Meğer evlat edinmek çok romantik bir şeymiş. Leylekler getiriyor yani... Çiftlikte kızım, torunum Ronin ve onun babası ile birlikte yaşıyoruz. Ronin efendisi olmayan samuray demekmiş. Babası dövüş sanatları yapıyor da adını o koydu...
-Büyükanne olmak birçok şeyi yeniden keşfetmek demek. Kedinin güneşlenmesini, kumruları, kumları ve Disney filmlerini yeniden keşfediyorum.
-Bence anne-babalığın tanımı değişmeli. Bizim dönemimizde her şey erkeklerin dünyasına göre kurgulanmıştı. Her şeye yetişmek zorundaydık. Yeni nesil babalar çocuk bakmaya, evde kalmaya çok daha hevesliler.
-Dolce Gabbana'nın defilesine aile boyu çıktık. Kuliste kızım bebeğini emzirdi diye bir yığın eleştirel haber yapıldı. Oysa, bundan doğal bir şey olamaz.
-Elettra zaten hep doğal şeyler yapıyor. Çiftliği birlikte işletiyoruz. Yumurta, bal gibi bir sürü şey üretiyoruz. Müşteri ve satış ilişkilerini o yürütüyor.
-Tavsiye: Elli yaşından sonra bazı soruları kendine sormamaya başlıyorsun. Daha özgür oluyorsun çünkü zamanın azalıyor. İstediğini yapacak cesaretin oluyor.
-Hayatımdan memnunum ama zaman şunu öğretiyor: Bunu ben de yapabilirim. Öncelik sonralık olayına girmeden, sıraya koymadan doğrudan "Yapabilmek" haline muktedir oluyorsun. Bu gençlere verebileceğim tek tavsiye aslında.
-Pasolini korkuları sorulduğunda şu cevabı vermiş: "Geçmiş, şimdi ve gelecek... Korkarsın ama güzel şeyler yapmaya devam edersin."
İskoçyalı bir aristokrat
Venedik Film Festivali başladı. Starlar, ödüller, giysiler... Bu yıl Yaşam Boyu Başarı Ödülü'nün sahibi Tilda Swinton oldu. Derek Jarman'ın "Caravaggio" su ile hayatımıza giren o özel kadın. Güzel demeye dilim varmadığı için değil, gerçekten özel olduğu için...
İskoçyalı Swinton, Kent'te, Lady Diana'nın da okuduğu seçkin bir okul olan West Heath'te okumuş. Ailesi İngiliz Kraliyet ailesi ile 9. yüzyılda ittifak kurmuş soylu bir geçmişe sahip.
"Bütün aileler antikadır. Benimkiler de çok uzun zamandır aynı yerde duruyorlar." diyor.
Daha okula başlar başlamaz erkeklerin geleceğin liderleri, kadınların ise geleceğin eşleri olarak yetiştirildiğini anlamış ve bu durumdan hiç hoşlanmamış. Bunu izleyen yıllarda dönemin akımı punk olayına girmiş. Uzun yıllar karmakarışık ve yeterince 'Pis' gezmiş. Aile 3. çocuklarının bu durumunu epey üzüntü ile karşılamış.
Tilda Swinton
Swinton'un Pandemi koşullarında Venedik'e gelmesi epey olay oldu. Kendisi ile yapılan birkaç söyleşinin özetini sunayım bu vesile ile: -AŞK - Aşk karşındakinin yalnızlığına ortak olmak değildir. O da seninkine olmasın.
-Yalnızlık - Yalnız doğup yalnız ölüyoruz. Bence doğadaki en büyük demokrasi bu. Herkes için geçerli... Batı toplumunun en büyük tabularından biri yalnızlık bence. Küçükken yalnızlığa karşı savaşırdım. Büyüyünce hayatıma girmesine izin verir oldum. Barıştım bu olgu ile. Hatta çok ihtiyacım olduğunu anladım. Sevdiğim müzik parçalarını dinlemek gibi bir şey benim için...
-Üst sınıf - İngiliz üst sınıfında yetiştiysen ne diyeceğini ve ne duyacağını bilirsin. Bu sınıfta gerçek heyecanlara yer yoktur. Bu sınıfın belirleyici özelliği ise korku'dur. Hep korku içindedirler. Dış saldırılardan ve ellerindekini kaybetmekten korkarlar. Bu sınıftakiler "Doğru tarafta mıyım? Ahlaklı mıyım? Herkesten fazlası niye bende var?" gibi sorular sormazlar kendilerine çünkü sorarlarsa kaybedeceklerini bilirler.
-Cinsiyet - Giysi gibi bir şey. Giyebilirsin, çıkarabilirsin.
-Venedik - 1998'de jüri üyesi olarak geldiğimde kızım 8 aylıktı. Çocuklar büyüdükçe ilginçleşiyorlar. Böyle enteresan insanlarla yaşamak bana da oldukça ilginç geliyor.
-Annelik - Annelik mutlak bir adanma gerektiriyor. Esirlik, kölelik durumu adeta. Ama bu esaretten kurtulmak istemiyorum. Annelerden olimpiyat başarısı bekleniyor. Anne olacaksın ama kalan her şeyi de yapacaksın. Çocuk doğurduktan sonra hiç de anne olmak istemediklerini çok kadın tanıdım ama bundan ölesiye utanıyorlardı. Öyle bir toplumsal baskı var ki istem dışı bile doğurabiliyor insan.
-İkizleri Xavier ve Honor - Hep kadın-erkek arasında fark olmadığını iddia etmişimdir ama bir kız, bir oğlan annesi olduktan sonra akıl almaz bir fark olduğunu anladım. Oğlum saçlarını kestirmiyor. Hormonal bir sorunu olduğu için değil, canı öyle istediği için.
-40 yaş kadını - 40'ıma basınca menajerim "Aklında büyük projeler varsa o fırsat artık kaçtı." dedi. Oysa en büyük işlerimi 40'ımdan sonra yaptım. Başta medya olmak üzere kadına yaşı üzerinden büyük bir saldırı var. Bu selülitlerle başlıyor, depresyon, boşanma falan ile devam ediyor...
-Şöhret - Şöhret toksik madde gibi bir şey. Tüketim toplumunun bir malzemesi. Herkes Instagram üzerinden yırtınıyor görünür olmak için.
-Sosyal medya - Demokrat bir durum gibi algılansa da bana pek önemli bir şeymiş gibi gelmiyor.
-Amerika - Kapitalizmin en büyük yalanlarından biri. Olmayan bir mutluluk imajı pazarlanıyor.
-George Clooney - Kadın oyunculara hep aynı soru sorulur: "Annelik ile oyunculuğu nasıl bir arada yürütüyorsunuz?" George'a da şu soruyu sormak lazım: "Marilyn Monroe kadar seksi görünüp entelektüel hayatı nasıl bir arada yürütüyorsun?" Suriye ile savaş ticaretine başlayan, Michael Clayton ile kapitalizmin insan yüreğinde açtığı tahribatı tartışan bir adamdan bahsediyoruz...