Ayça Atikoğlu

07 Haziran 2022

Putin: Adam olan kendi kurallarını kendi koyar

Dede ile başladık, dede ile bağlayalım: 1960'lı yıllar dede torun satranç oynarlar ve torun Putin dedesini yener ama yaşlı adam oyun bitmemiş gibi davranmaya devam eder. "Ama dede oyun bitti, ben yendim" diye uyarınca da "Kim demiş?" diye itiraz eder. "Kurallar var" isyanına cevabı ise hayat düsturu niteliğinde olur

Giorgio Dell'Arti İtalya'da ünlü bir gazeteci. Kıymetli kitapları da var. Bunlardan birini de geçtiğimiz günlerde yayımladı; Putin'in Savaşları. Adından da anladığınız gibi, Putin'in yaşam öyküsünü anlatıyor. Yoksulluk içinde geçen çocukluğunu, KGB yıllarını, siyasi danışmanlığa geçişini, Rusya'yı Stalin gibi yönetmek istemesini ve bunların duygusal arka planlarını.

Putin'in Savaşları Vladimir Putin ile değil, dedesi ile başlıyor: Spiridon İvanoviç Putin. Dede Putin, Çar döneminde Saint Petersburg'da büyük bir lokantada aşçı olarak çalışıyormuş. Bir gün lokantaya Çariçe'nin gözdesi meşhur Rasputin gelmiş ve kabak çorbası istemiş. Çorbayı o kadar beğenmiş ki ikinciyi, üçüncüyü içmiş. Sonunda da aşçı ile tanışmak istediğini söylemiş. Aşçı Putin mutfaktan gelip tanıştıklarında "Kimlerdensin sen?" diye sormuş.

Bu soru size normal gelebilir ama dönemin aristokrasisinde birilerine ait olma, yani birileri için köle gibi çalışma durumu ifade ettiği için (Aslında Çar 1861'de bu yasayı kaldırmıştır ama Rasputin gibi köylülerin kafası buna basmıyordu.) soru ters tepmiş. "Ben kimsenin değilim, ben Putin'im." diye tepki vermiş aşçı. Bunun üzerine, Rasputin ayağa kalkmış ve "Aferin Putin, seni kutsuyorum. Allah'a emanet ol oğlum." demiş.

Rasputin ve Çar Allah'a emanet olamazken Putin'in işi rast gitmiş, Bolşevik Devrimi'nden sonra Lenin'in aşçısı olmuş. 1924'te onun ölümünden sonra da Stalin'in…

"Putin'in Savaşları" bu tür hikâyelerle dolu. Rusya Başkanı'nın Çeçenistan, Gürcistan, Suriye, Libya, Orta Afrika Cumhuriyetleri, Ukrayna'ya karşı saldırgan tutumunu mercek altına alıyor.

Diğer biyografilerden farklı. Soru cevap şeklinde değil, daha çok anlamaya ve anlatmaya yönelik. Kafede oturmuş, çok bilmiş bir adamın muhabbetini dinliyormuşsunuz gibi…

1952 yılında, Leningrad'da doğan Putin 1975 yılında Leningrad Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun olmuş ve kısa bir süre sonra da KGB'de çalışmaya başlamış. Bir süre de Almanya'da görev yapmış.

Putin'in 1983'te evlendiği Lyudmilla Shkrebneva üniversiteden arkadaşı, İspanyol Dili ve Edebiyatı mezunu. Genç evliler 1985'ten 1990 yılına kadar Doğu Almanya'da birlikte yaşadılar. Kızlarından Mariya 1985'te Leningrad'da doğarken Yakaterina ise 1986'da Dresden'de, Doğu Almanya'da doğdu. Kızlardan biri biyoloji, diğeri Japon Dili ve Tarihi mezunu. Bu evlilik 2013 yılında bitti.

Berlin Duvarı'nın yıkılışını izlemek zorunda kalmasının Putin'in üzerindeki derin psikolojik etkisi, KGB'den sonra çanta taşıyıcılığı ile başlayan siyasi danışmanlık kariyeri, yoksulluktan gelip milyarderlere büyük imtiyazlar tanıması, para ve güç hırsı, 2036'ya kadar iktidarda kalabilmek, yani Stalin'in rekorunu kırabilmek için yaptığı manevralar kitabın temel izlekleri…

Bildiğiniz üzere Putin'in siyasi gücü 1998 başladı. SSCB'nin dağılmasından sonra Anayasa iki kereden fazla seçilme hakkını kaldırınca O da Anayasa'yı kaldırdı. Tabii, referandum ile halka açarak…

Peki, halkı nasıl ikna etti "Evet" demeye? Milli Piyango yöntemi ile. Evet dersen sana alışveriş bileti, ev, araba çıkabilir falan…

Dede ile başladık, dede ile bağlayalım: 1960'lı yıllar dede torun satranç oynarlar ve torun Putin dedesini yener ama yaşlı adam oyun bitmemiş gibi davranmaya devam eder. "Ama dede oyun bitti, ben yendim" diye uyarınca da "Kim demiş?" diye itiraz eder. "Kurallar var" isyanına cevabı ise hayat düsturu niteliğinde olur: "Hangi kurallar? Adam olan kendi kurallarını kendi koyar."

İzin alınmadan bir arkadaşınızla muhabbet ediyormuşçasına yazılmış bir hayat hikâyesi. Meraklılarına duyurulur. Belki birileri çevirmek ister...

Afyon semalarında kemandan sonra caz yükseliyor

Babam askerdi. Çocukluğumun büyük bölümü NATO'nun konuşlandığı şehirlerde geçti. İzmir, arada 3 yıl Lefkoşa, Napoli ve daha kısa süreler ile birçok başka kent ama en çok İzmir…

Bir Amerikalıya kapak atmanın rüyaya kavuşmak kabul edildiği, eski Amerikan mallarının kapış kapış gittiği yıllar… Neredeyse kapitülasyonlardan bu yana eziğiz. 600 yıldır halkına yatırım yapmamış bir devletin vatandaşı ne yapar? Tüymeye çalışır. Buralar artık uzay dahil her yere kaçmaya çalışan insanların zorunlu ikamet alanı.

Annemin bu ezikliğe verdiği tepki mi üstüme yapıştı bilmiyorum ama yurt dışında yaşama fırsatlarını hep teptim. Bile isteye kaldım. Kadıköy'ü köyüm olarak kabul ettim. Bir kentten ne beklediğimin cevabını İstanbul'da buldum, sürpriz...

11 yüzyıl boyunca dünyanın başkenti olmuş bu şehir benim de başkentim oldu. Ne var ki, bu şehrin milyonlarca yerli, yabancı göçmen tarafından hoyratça işgal edilmesinin sonuçları giderek ağır gelmeye başladı.

Herkesin her an yaşadığı durumlardan bahsediyorum...

Kolektif yalan, çöken ekonomi ve ahlak derken endişe ruh halimiz oldu.

Kolektif yalan en büyük yalandır malum, onunla ancak kendi benliğimize uyanarak başa çıkabiliriz. Bunun da zamanı geldi de geçiyor. Bunun içinde aktif olmamız gerekiyor, sorumlu olmamız…

Işık karanlığın üzerine doğar, doğacak da. O kadar uzun zamandır susuyoruz ki, geçen hafta memlekette birkaç konser verildi, biraz gaz atıldı, eski günlere dönmüş gibi olduk, herkesin keyfi yerine geldi. Kolektif endişeye ara verildi.

Karanlığa karşı ışık işçisi gibi savaşanlardan biri de 21 yılıdır bir Anadolu kentinde, Afyon'da Klasik Müzik Festivali düzenleyen müzik öğretmeni Hüseyin Başkadem. 

Anadolu'da Klasik Müzik sözcülüğü ile tanımlanan bu tek festivalde caz konserleri ile birlikte bugüne kadar 650 ücretsiz konser düzenledi. On binlerce kişi konser, 800 bin öğrenci bu bağlamdaki söyleşi ve konserleri izledi.

Bu yıl da Bursa Devlet Senfoni Orkestrası'nın kemancı Jülide Yalçın'a eşlik ettiği konser ile açılan Klasik Müzik Festivali'ne, Prag'dan Praha Yaylı Çalgılar Dörtlüsü, Vysehrad Trio, Trio Novus ve Ayazini Frig Vadisi'nde Veloce Yaylı Çalgılar Dörtlüsü katıldı.

Ben bir bölümüne katıldım. Eşeği ile gelen yörenin toprak insanları da vardı, polis de, klasik festival izleyicisi de.

Şimdi de Afyon semalarında Caz yükselecek: 7-11 Haziran arasında Ankara Büyükşehir Belediyesi Kent Orkestrası, Frantisek Jenik Trio, Adam Doucha Project, Selection of Grapes, Katerina Vackova Quartet, Roman Palisa Trio, Avrupa cazının seçkin temsilcileri Three Faces.

Bizden de Neşet Ruacan ile Ece Göksu, Melis Sökmen Quartet, Luxus, Panarp Projesi birbirinden ilginç mekanlarda çalacaklar. 

Endişe bir kez dağılmaya görsün…

Siyasetin, kurumların, sahte anarşistlerin düşmanı Pasolini yaşatılıyor

Pier Paolo Pasolini'nin 100. doğum yıldönümü bir yıl boyunca, İtalya'da ulusal şenlik niteliğinde kutlanıyor. Roma'da kiracı olarak yaşadığı evler bile çiçeklerle donatıldı. Okullarda, kütüphanelerde, sinemalarda, Rebibbia Cezaevi'nde düzenlenen film gösterileri, söyleşiler önümüzdeki mart ayına kadar devam edecek. Hatta anısına futbol turnuvası bile düzenlenecek.

İtalya'da Pasolini muhalifliğin üst aklı olarak kabul edilip geyiği çok yapılan bir isim. Pasolini demişti, Pasolini olsaydı falan… Hatta Brezilyalı folk rock Topluluğu Shelton'un 50 kere Pasolini dediği bir şarkı bile bestelendi.

Pasolini bir tokattı; hakimlere, savcılara, memurlara, rahiplere, askerlere, boş konuşan anarşistlere, kurumlara, konformist duruşa…

Cenazesinde Alberto Moravia yumruğunu havaya kaldırarak: "O her şeyden önce bir şairdi. Böylesi şairler bir yüzyılda ancak iki üç tane çıkar.' demişti.

53 yıllık kısacık ömründe Pier Paolo Pasolini çok da anlaşılmayan şiirler, gazetelere makaleler, düz yazılar yazdı. Yaz ışığını yakaladığı filmler çekti.

Pasolini'yi okumak, doğru tarafta olduğunu zannederken yanlış tarafta olduğunu anlamak demekti. 

Siyaset ve kurumlara amansız düşmandı. Sahte anarşistlerin maskesini düşürmek en büyük zevkiydi. Politik doğruculuktan hoşlanmaz, anti-feminist, kürtaj karşıtı yazılar yazardı.

Ama tüm bu karşıtlığa rağmen yüzünün tişört, bardak, bardak altlığı olması engellenemedi. 

İsmi yüceltildi ama ölme biçimindeki vahşet unutuldu. 

Pier Paolo Pasolini ender olarak TV'ye çıkardı. Bunlardan birinde ünlü gazeteci Enzo Biagi'ye şöyle demişti: "Düşündüklerimi gerçekten söylemem imkansız…'

Söyledikleri oto sansürlü haliymiş yani. O kadarı bile bize yetmişti.

Yirmili yaşlarındaki gençler de PPP'yi merak etsin istedim…