Dünya ayrımcılıktan yorgun. Magma tabakası bu kadar negatifi kaldıramıyor, geri veriyor. İnsanlık da bir anlamda kendi kusmuğunda boğuluyor. Pek negatif oldu değil mi?
Oldu çünkü ırkçılığa hayır derken bile parmağımız hep başkasını gösteriyor. Irksal, dinsel, cinsel ırkçılığı aşanlar, kültürel olanda saplanıp kalabiliyor örneğin. O zaman ne olacak? "Cahil" derken ağzını adeta şehvetle şapırdatanlar... Yani, ayrımcılık kolay aşılabilecek bir şey değil. Irk, din, dil, cinsiyet, sınıf ötesi bin bir çeşidi var.
Westworld dizisinde harika bir replik var. Evin sundurmasının önünde, güneşli ışıl ışıl bir günde baş roldeki kıza soruyorlar: "En son ne zaman bir canlıyı öldürdün ya da zarar verdin?" Kız ağız dolusu "Hiçbir zaman" diyor. Derken flashback oluyor ve birkaç saniye önce yüzünde vızıldayan sineği öldürdüğünü görüyoruz. Ne önemi var? Değil mi? Hepi topu bir sinek...
Eğer tez zamanda bütünüyle düşünce sistematiğimizi değiştirmezsek Stephen Hawking'in ısrarla vurguladığı gibi bu gezegendeki varlığımız uzun vadeli olamayacak gibi gözüküyor...
Hep birlikte başarabilecek miyiz? Hayır. Başaranlar olacak, dünya sarmalına takılıp kalanlar olacak. Meşakkatli bir süreç yani. Yine de kanlı geçmişimize bakarsak umutlanmamak için bir sebep yok. Kendini ispat etmeye çalışanlar kaybedecek, kendini kendinden silmeyi başaranlar kazanacak muhtemelen.
Biliyorsunuz, Coca-Cola nefret ve ırkçılığa karşı platformlarında yeterli duyarlılığı göstermediği için bu ay boyunca dijital reklam vermeyeceğini açıkladı. Böylece Facebook, YouTube, Instagram, Twitter ve diğer sosyal medya boykotlarına katılan dev şirketler kervanına katıldı.
Black Lives Matter, kara yaşam maddesi olarak dünyanın kara deliği olmaya başladı. O kadar ki, ünlüler, önemliler birbiri ardı sıra ırkçılığa karşı demeç vermekle yetinmeyip ellerini taşın altına da koyuyorlar. Kanye West, George Floyd'un kızının eğitim masraflarını yaşam boyu üstleneceğini açıklarken Kraliçe Elizabeth ise "Suskunluk opsiyon değildir" diye tweet attı. İnsanlığı resmen itiraz etmeye çağırdı yani. Ne de olsa gelini köle kökenli bir aileden gelen bir siyahi. Empati yapabiliyor...
Sinema tarihinin unutulmaz filmlerinden olan sekiz Oscarlı "Rüzgar Gibi Geçti" bile ırkçılığı (1939 yılı koşullarında) sevimli gösterdi diye önce HBO kataloğundan çıkarıldı. Bu hafta bir ön video ile tekrar izlenime sokuldu. Videoyu hazırlayan ise Chicago Üniversitesi'nde öğretim üyesi olan siyahi profesör Jacqueline Stewart.
"Rüzgar Gibi Geçti, bugün rahatsız edici unsurlar barındırabilir ama klasik Hollywood filmlerinin orijinal haliyle yayın dünyasında kalması gerekir. Bu aynı zamanda ırkçı gelenek hakkında tarihsel bir belgedir ve hâlâ medyada ve toplumda devam eden ırksal eşitsizliği doğrudan bize anlatan popüler kültür ürünüdür" diyor Stewart videoda. Meraklıları bilir, filmde dadı rolündeki Hattie McDaniel, Oscar alan ilk Afro Amerikalı olmuştu. Ne var ki, bilinmeyen bir şey de var: Black Cast üyesi Jim Crown'un ayrışma yasaları nedeniyle Hattie, Oscar töreninde ana salonda oturtulmamış , başka bir yerde bekletilmişti ve ödül ona küçük bir odada verilmişti. Güney'in ekonomisinin dayandığı köle sisteminin, vahşetin, itaat kültürünün bir peri masalı gibi yumuşatıldığı ve Vivien Leigh'in kusursuz güzelliği ile bize peri masalı gibi sunulmuştu.
Bu arada, filmin kahramanlarının hemen hepsi ölürken (Vivien Legih 50 yıl önce) biri hâlâ hayatta, 104 yaşındaki Olivia de Havilland.
Irkçılık meselesi sayfalara sığamayacak kadar uzun ve her gün bir yenisi eklenecek ama içlerinde öyle yıkılmaz sanılan isimler var ki, yerle bir edilen heykellerle birlikte tarumar oluyorlar. Örneğin, Kontes Dracula kadar acımasız kabul edilen efsane yayın yönetmeni Anna Wintour. Bir gün yenilebileceği akıllara bile gelmeyen Wintour, yayınlarında Afro Amerikalılara yeterince yer vermediği için özür diledi. Siyah gözlüklerinin arkasına sakladığı bakışları, asla vazgeçmediği kare saç modeli ile ikon olan Wintour'un istifası da bekleniyor.
Protestolar sürerken siyahi mücadelenin efsane ismi Angela Davis uzun yıllar sonra suskunluğunu bozdu ve Espresso dergisine mülakat verdi. Davis, uzun söyleşide "Irkçılığa karşı dünya hareketi başlatmak zorundayız. Amerika'dan Avrupa'ya ülkeler ve halklar ırkçılıklarıyla yüzleşmek zorunda" dedi. Ve faşist katillerin her ülkede çok kolay serbest bırakıldıklarının ve genel kabul gördüklerinin altını çizdi.
Bu bana yıllardır unutamadığım bir bakışı hatırlattı, Hrant Dink'in katili Ogün Samast'ın bakışlarını.
Davanın takipçileri olarak kalabalık bir grup Beşiktaş'taki duruşma salonunda yer bulmaya çalışırken, sanık sandalyesindeki katil Ogün Samast ile göz göze gelmiştim. Kilo almış, gözlük takmış olan Ogün Samast bir taraftan önündeki kitabı okuyor bir taraftan da pisliğe bakar gibi bize bakıyordu. "Yukarıdan" bir bakıştı bu, ev sahibi oydu ne de olsa...
George Floyd rüzgarı esip esip diner mi, yoksa Bob Dylan'ın geçen hafta verdiği demeçte dediği gibi "Dünya artık kullanılamıyor mu?"
Acılar gecikmiş idraklerimiz, insan olmayı başaramayıp dünyayı dekor-kostüm-osman şengezer modunda yaşamaya çalışmak beyhude olur çünkü idrak etmedikçe toplumsal, kişisel, gezegensel olarak yeni acı paketleri açılır.
İnsanlık buluğ çağında olabilir ama gezegen yaşlı ve yorgun
Ama umutlu olmak için de o kadar çok sebebimiz var ki...
Birkaç yıl önce Dalaman'dan City Bus'a binmiştim. Birkaç sıra arkamda Afrikalı bir genç oturuyordu. Az sonra beline kadar sarı saçları ile beyaz bir kız bindi ve yanına oturdu. Birbirlerine sadece birkaç soru sordular. Kız Amerikalıymış ve bir arkadaşına gelmiş. Oğlan da Senegal'den hastalanan bir DJ arkadaşının yerine geçmek için gelmiş. Yola koyulduk, ikisi de uzun yol yorgunu idi ve uyukluyorlardı. Kızın başı oğlanın omzuna düştü, öylesine, cinsiyetsiz, milliyetsiz... Muğla'ya gelmeden kız indi, "By!" Bu kadar.
İnsanlık daha bitmemiş oldum...
Monte Krizto Kontu'nun Valentine'i Power öldü
Tyrone Power, siyah beyaz dönemin efsane aktörlerindendi. Linda Cristian da güzeller güzeli karısı. Bu iki insanın çocukları da doğal olarak güzellikleri ile ünlüydü. Romina Power ve Taryn Power. Romina, 60'lı yılların sonunda ünlü İtalyan şarkıcı Albano ile evlenerek İtalya'ya yerleşmiş, birbirinden güzel çocukları olmuştu. Sahnede hep ele ele mutluluk şarkıları söylüyorlardı (Felicita). Taa ki, melek yüzlü kızları kaybolana kadar... Köprüden atladı dendi ama cesedi bulunamadı. Bu sonun başlangıcı oldu, Romina ve Albano önce birbirlerini sonra da ufaktan müziği bıraktılar.
Ablası ile birlikte bir dönem İtalya'ya yerleşen Taryn de bu yasın ortağı olmuştu. Taryn birkaç filmde oynamıştı. Richard Chamberlain, Tony Curtis ile oynadığı "Monte Kristo Kontu"nun Valentine'i olmuş, çekimlerde Chamberlain ile aşk yaşamışlardı. Sonra, efsane şarkıcı Lucio Battisti ile birbirlerine vuruldular ama bu ilişki de uzun sürmedi.
Taryn'in sinema hayatı da uzun soluklu olmadı. Ödül alan filmlerde bile rol almasına rağmen platolardan çekildi. Wisconsin'de yaşamaya başladı.
Taryn Power'un "gerçek" yaşamı belki de bundan sonra başlamıştı. Çevre ve hayvan aktivisti, aydınlık bir varlık, sevgi dolu bir anne ve sıra dışı bir büyükanne olmuştu. Geçtiğimiz gün 67 yaşında lösemiden öldüğünde başında dört çocuğu ve dört torunu varmış.
Son fotoğrafına baktım. Muhteşem güzellik yerini bembeyaz saçlı, doğal, huzurlu bir varlığa bırakmış gibiydi.
Blues Kardeşler ve kara gözlüklüler 40 yaşında
Her şey büyüdükleri yetimhaneyi kapanmaktan kurtarmak için beş bin dolar bulmak zorunda olan Jake ve Elwood'un hikâyesi ile başlıyordu... John Landis'in eleştirmenlerden not alamayan kült filmi "Blues Brothers" uzun ve zahmetliydi. Çarpışan araba sayısı ile Guinness Rekorlar Kitabı'na girmişti. Film için 103 araba yakılmıştı ki bunlardan 60 tanesinin maliyeti 400'er bin dolardı.
Çok kişi bilmez ama Chicago sokaklarındaki o akıl almaz kovalama sahnelerindeki dublör, John Wayne'in oğlu Ethan Wayne'di. Bu zahmetli film BBC tarafından tüm zamanların en iyisi ilan edilmişti o yıllarda. Üstüne gül koklandı mı bilmiyorum.
John Belushi'li efsane çetesi, fondaki blues parçaları, taklit etmekten asla vazgeçmediğimiz siyah gözlükleri, evrak çantası, bileğe bağlı şapkaları ile Blues Brothers'ın 40. yaşına bastığına inanmak o kadar güç ki...