Biri 50 yıldır bedenini hammadde olarak kullanarak kitlelerle buluştu, diğeri ise 30 yıl boyunca bedenini saklayıp metnini kullanarak... Bu makro farklılıklara rağmen Marina Abramovic ile tüm zamanların en merak edilen İtalyan yazarı Elena Ferrante birbirlerine olan hayranlıklarını Financial Times için yaptıkları e-posta söyleşi ile dile getirdiler ve ortak noktalarını buldular.
Elena Ferrante: 1970'lerin sonunda seni Napoli'de izlediğimden beri romanını yazmak istiyorum. Bedenin senin merkezin.
Marina Abramovic: Ben bu çalışmaları insanları düşündürmek için yapıyorum. Bence bir metnin okuyucuya sunulmasından farkı yok. İkisi de düşündürmek için kurgulanıyor. Beden bir hammadde ve önemli olan onu nasıl işlediğin. Evet, kendimi merkeze koyuyorum çünkü en iyi bildiğim şey kendimim. Gelelim sana. Niye halka yüzünü göstermiyorsun?
EF: Utangacım. Çocukluğumda her şeyden utanırdım. Kendime dolanmış bir düğüm gibiydim. Yazmak benim için bir gurur eylemi oldu ve kendimi utangaç biri olarak hayatıma devam etmek için eğittim. Vücudumu yazıdan ayırdım, netleştirdim ve o zaman kendimi nihayet özgür hissettim.
MA: Şöhretin cazibesine kapılmadın ama…
EF: Eğer kendimi ifşa edersem bir halk kurgusu, bir karakter olacağım gibi geldi. İstemedim. Peki, senin hiç sergilemek isteyip de sergilemediğin bir şey oldu mu?
MA: Yaratıcılık mutlak zaman istiyor. Çoğunlukla yalnızım. Bütün hayatımı esere akıtmak bir tür israf mı? Senin utangaçlığının bir başka versiyonu olarak ben de çirkin ördek yavrusu bir çocukluk geçirdim. Sonra da sanat için her şeyimi feda ettim. Şimdi elimde koca bir yalnızlık kaldı.
EF: Ben de genellikle yalnızım. Hayır, hayatını eserin yapmanı israf olarak görmüyorum. Hazır israf demişken esas söylemek istediğimi söyleyeyim: Bu gezegende en uzun ve en aptalca israfa son vermeliyiz, kadın zekasının ve yaratıcılığının israfına.
MA: Tamamen katılıyorum.
Paulo Coelho maddeleri
Brezilyalı yazar Paulo Coelho malumunuz olduğu gibi dünyanın en çok satan, en çok çevrilen yazarlarından biri. İstanbul'a ilk gelişinde kendisi ile Pera Palas'ta sıcak bir sabah kahvesi eşliğinde uzun bir söyleşi yapmıştım. Bende iz bırakan iki şey şu olmuştu:
"Rio de Janerio dışında yaşamayı hayal bile edemem. Her yıl onlarca ülke gezerim ama hep eve dönmek isterim. Ama İstanbul fikrimi değiştirdi." Pera Palas'ın sağ tarafındaki Art Nouveau binalardan birini göstererek "Şu pencereden görülen çatı katı benim olsaydı bu şehirden gitmeyebilirdim." demesi ve "Tanrı meselesi düşünce sistemimin hep merkezinde olmuştur." diye anlattıktan sonra uzun uzun rahipler tarafından yönetilen bir okulda geçirdiği yatılılık yıllarından dem vurmasıydı. Ben de Rahibeler tarafından yönetilen küçük bir okulda yatılı okuduğumu söyleyince birbirimize duyduğumuz derin empatinin kaynağının bu olduğuna karar vermiştik.
Bilgelik, Coelho'nun temel izleklerinden biri olagelmiştir hep. Nitekim, 2011 yılında Saadet Özen'in özenli çevirisi ile Can Yayınları'ndan çıkan romanı Elif'in başkahramanı kendisidir ve bir süredir bilgelik yolunda gelişmesinin durduğunu hissetmektedir. Biraz da bu dürtü ile yollara düşer ve rastlantılar onu Rusya'ya savurur. Bu manevi yolculukta ona üç kişi eşlik eder. Bunlardan biri de sıra dışı Türk kadını Hilal'dir.
Coelho geçtiğimiz günlerde bu sefer kitap ile değil, küçük bir yazı ile bilgelikten dem vurdu. İtalyan La Repubblica gazetesi için özel olarak kaleme aldığı yazıda şöyle diyor:
- Erkekler farklıdır ve olmaya devam etmek için ellerinden gelenin en iyisi yapmak zorundadır.
- İnsanlar iki şekilde davranırlar; eylem ve tefekkür. Aslında ikisi de aynı yere çıkar.
- Her insana iki nitelik verilir; güç ve armağan. Güç insanı kaderine yönlendirir. Armağan ise onu kendisinde sahip olduğu en iyi şeyi paylaşmaya zorlar.
- Her insana bir erdem verilmiştir; seçme yeteneği. Bu erdemi kullanmayan onu bir lanete dönüştürür ve başkaları onun için seçer.
- Her insanın iki nimete hakkı vardır; doğru yapma nimeti ve hata yapma nimeti. İkinci durumda insanı doğru yola götürecek bir "çırak" çıkacaktır.
- Her insanın bir cinsel profili vardır. Kimseyi zorlamadığı sürece bunu suçluluk duymadan yaşamalıdır.
- Her insanın idrak etmesi gereken kişisel bir efsanesi vardır ve bu onun dünyadaki varlık sebebidir. Kişisel efsane insanın yaptığı görevlerinin her birinde coşkuyla kendini gösterir. Unutmadığınız sürece kişisel efsanenizi bir süreliğine kenara bırakabilirsiniz.
- Her kadının erkeksi bir yanı olduğu gibi her erkeğin de kadınsı bir yanı vardır. Bunu sezgiyle ortaya çıkarmalı ve objektif olarak kullanmalısınız.
- Her insanın iki dil bilmesi gerekir; toplumun dili ve işaretlerin dili. Biri başkalarıyla iletişim kurmak içindir, diğeri ise mesajları anlamak için.
- Her insanın neşe peşinde koşma hakkı vardır ve neşe onu mutlu eden şeydir, başkalarını mutlu eden değil.
- Her insan çılgınlığın kutsal alevini kendi içinde yakmalı ve normal bir insan gibi davranmalıdır.
- Bir insanda sadece şunları ciddi eksiklik olarak kabul ederim; komşunun hakkına saygı duymamak, hayatta başına gelenleri hak etmediğini düşünmek ve korkak olmak.
- Düşmanlarımızı seçeceğiz ama ittifak yapmayacağız. Onlar kılıcımızı test etmek ve savaşın saygısını hak etmek için yolumuza çıkanlardır.
- Bütün dinler aynı Tanrı'dan gelir ve aynı Tanrı'ya götürür. Bir din seçen adam aynı zamanda toplu tapınma yolunu da seçmiştir. Ancak yol boyunca yaptıklarından münhasıran sorumludur ve kararlarının sorumluluğunu dine yükleme hakkına sahip değildir.
- Kutsalı kutsal olmayandan ayıran duvar ortadan kalkmıştır. Artık her şey kutsaldır.
- Şu anda yapılan her şey geleceği ve geçmişi etkiler. Yani kurtuluşu.
Gabriel García Marquez propaganda ajanı çıktı
Geçtiğimiz hafta Meksika'nın yerel gazetelerinden birinde Marquez'in gizli bir kızı olduğu ortaya çıkmıştı. Yaşı 30 civarlarında olan İndira ünlü yazarın uzun yıllar birlikte çalıştığı bir gazeteci ile ilişkisinden dünyaya gelmişti ve haber aile tarafından da onaylanmıştı.
Şimdi de Kolombiyalı yazar Küba'nın propaganda ajanı olduğunu iddia eden bir makale ile gündemde. İspanyol El Pais gazetesi 20 yılı aşkın süre yazarı takip eden güvenlik araştırmalarına ulaşarak Marquez'in siyaseten en aktif olduğu 70-80'li yılları mercek altına almış.
Haberde yer alan bilgilere göre, yazar Küba'dan o kadar etkilenmiş ki "Kırmızı Pazartesi" adlı kitabının telif haklarını Havana hükümetine devrettiği gibi istihbarat birimleri ile de propaganda ajanı olarak çalışmak için el sıkışmış.
Marquez'in Küba ve Latin Amerika soluna beslediği derin sempati yazarın yaşadığı Meksika'da iktidarı hep endişelendirmiş. El Pais, 100'den fazla belgeye ulaştıklarını ve bu ilişkinin "resmi" olduğunu kanıtladıklarını da yazıyor.
Malumunuz, Gabo 1959 Ocağında, devrimin üzerinden henüz birkaç gün geçmişken pasaportsuz ve bavulsuz olarak Havana'ya gidiyor. Castro tarafından resmi Küba Ajansı Prensa Latina'nın muhabiri olarak davet edilmiştir ve orada Marquez altı ay kalıyor.
Ne var ki, yazar, Sovyetler'in Küba'nın içişlerine müdahil olmaya başladığını görünce ilişkilerine mesafe koymaya karar veriyor ve memleketine dönüyor.
Ancak Castro ile yazarın edebi dostlukları ebedi olarak ve sımsıcak bir şekilde devam ediyor. Marquez ona ilk olarak "Dracula"yı veriyor. İkili birbirlerine tavsiye ve kitap vermeyi düzenli hale getiriyorlar.
Ne var ki, 1970'lerin ortalarında Angola'daki savaşa katılan Küba lideri arkadaşına artık okumak için çok az vakti olduğunu söylüyor. Marquez de ona çok satanlar ve kolay okunanlardan seçkiler yapıp yollamaya başlıyor ve tabii ki kendi kitaplarının ön okumaları için baskı öncesi kopyalarını yollamayı da ihmal etmiyor. Nitekim, gerçek bir olaydan esinlenen "Kırmızı Pazartesi" adlı romanını yolladığında Komutan silahın kalibresini yanlış yazdığını görüyor ve düzeltiyor.
Kim bilir, Gabriel Garcia Marquez'in bu kitabının telif haklarını Küba hükümetine vermesi belki de bu yüzdendir.
Meksika Federal Güvenlik Müdürlüğü'nün o zamanki aydın casusluğu üzerine bir araştırma yapan gazeteci Jacinto Rodriguez'e göre ise Gabo ulusal meselelere karşı her zaman mesafeli ve temkinli davranmış.
Bu iddianın aksine, uluslararası meselelerde Garcia'ın gerektiğinde siyasete angaje olduğu bilinen bir gerçek. ABD'li gazeteciler William Leo Grande ve Peter Kornhbluh'ın ABD Dışişleri Arşivi'nin taranması sonu yazdıkları "Back Channel to Cuba" isimli kitapta 1994-98 yılları arasında Bill Clinton ile Castro arasında Marquez'in diplomatik kuryelik yaptığı gözler önüne konuluyor.
Devlet Başkanı'nın özel uçağı ile ABD'ye giden yazar, Clinton ile ortak bir arkadaşlarının evinde buluşuyor ve gerilen ilişkilerin düzelmesinde büyük rol oynuyor.
1994 yılında 72 Kübalı sığınmacının boğularak ölmesi iki ülkenin arasını iyice germiş, Küba ABD'nin alabora olan tekneleri gördüğü halde müdahale etmediği için sınırlarını açarak 40 bin Kübalıyı Miami sokaklarına salıvermişti.
Gabriel Garcia Marquez ile görüşmeden sonra Bill Clinton'ın ikili ilişkileri düzeltme ve Küba'ya yönelik ambargonun kaldırılması için yasa teklifi sunma sözünün karşılığında Castro, sınır güvenliğini artırarak yeni mülteci akının önüne geçme sözü vermişti.
İklim değişikliği geldi, 3.5 milyon hayvan da gündeme gelmeli
Duyguların ve davranışların en kıymetlisi vicdanlı olanı. Yazın birlikte yaşadığımız milyonlarca kedi ve köpeğe bir kap suyu akıl etmeyen yerel yönetimler, kışın da gıda ve barınağı akıl etmediler tabii ki de ve hayvanlar insan vicdanına kaldı. İnsan vicdanı deyince aklınıza ne geliyor? Koruma, kollama, şefkat mı? Yoksa kendisi ve ailesi dışında yaşadığı gezegeni bile umursamayan aymaz bir tür mü?
Anadoluhisarı'nda oturuyorum. Yani, Beykoz Belediyesi'ne bağlıyız. Yani, Cumhurbaşkanı'nın köpek skandalından sonra geçtiğimiz günlerde ziyaret ettiği, hayvanlara yaptırdığı barınak ve sağlık hizmeti ile övünen Beykoz'a.
Hemen hemen tüm ülkede olduğu gibi burada da üç-beş günlük kar, sayısını bilemediğimiz kadar hayvanın donması ile sonuçlandı. Duraklara sığınan köpeklerin üzerine atılmış bir hırka, atkı, eski bir battaniye bu soğukta köpekleri korumaya yetmedi tabii ki. Aynı şekilde, gıda meselesi de. Düzenli beslemeyi vatandaştan mı bekliyor idari kadrolar?
Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı Küçüksu Parkı'nda da durum içler acısı. Köpekler taş yalıyor. Düzenli beslemeye çalışan birkaç kişiyiz. Onda da kaçına denk gelirsek artık. Mama bitiyor ama yeni hayvanlar geliyor, arkamızda hüzünlü gözlerle bakanları görmemek, göz göze gelmemek için hızla oradan ayrılıyoruz…
Kim hesaplayabildi bilmiyorum ama bilinen kayıtlı 3.5 milyon sokak hayvanı var. Yani, küçük bir ülke kadar. Ne devlet ne de yerel yönetimler İklim Değişikliği ile giderek sertleşen hava koşullarını artık görmezden gelemezler. Oy atamıyorlar diye hayvanları da gündemlerinden çıkaramazlar. Bu canlılar insan vicdanına bırakılamayacak kadar kıymetli.
Susanna Tamaro'nun şahane bir lafı var: "Hayvanların da Allah'ı aynı."
Ama şöyle bir bakınıyorum, çevrem Allahsız dolu, dopdolu. Hatta kuşatma altındayız!