Ayça Atikoğlu

17 Mayıs 2023

Gündüz gündüz aydınlatmak

Akıl almaz merakı, sürekli sorgulayan beyni, kapitalizme pabuç bırakmayan duyguları, kadınları izlemeye doyamaması ile düşündürürken güldüren Gündüz Vassaf, yeni kitabı 'Ressamın İsyanı Caravaggio'da da öyle yapıyor

Gündüz Vassaf'ı seksenli yılların başında sergi açmayı reddeden akademisyen ressam Altan Adalı'nın Gümüşsuyu'ndaki evinde tanımıştım. O zamanlardan bir efsanesi vardı, ben Üniversite son sınıftaydım, Milliyet Dış Haberler'de çalışıyordum. O Boğaziçi'nde koskoca profesördü. Ela ile büyük bir aşk yaşıyordu ama aşık olduğu kadını bir başka kadını görme telaşından takside unutabiliyordu…

Askeri diktanın ağırlığı üzerimizdeydi, gece sokağa çıkma yasağı vardı. Taksim'de bir caz bar açılmış, çocuklar gibi sevinmiş, oradan çıkmaz olmuştuk, tabii gece yarısı olmadan koşturarak evlere dağılıyorduk. R'leri yuvarlayan muhabbeti ile çok sevimliydi.

Sonra YÖK'e kızdı, belki aşkına küstü, geldiği Amerika'ya geri döndü. Birbirimizi bir daha görmedik, ta ki 90'lı yıllarda Beyoğlu'nda bir tavukçuda karşılaşana kadar. Ben İpek Çalışlar'ın yaş günü partisine gidecektim o Zeynep Tunuslu ile yemek yiyordu. Zeynep Tunuslu Gelinlik Fuar'ından bahsedince ikimizde meraktan öldük, inanılmaz komik gelmişti. Ertesi gün nice zaman sonra gelinlik fuarına gitmek için Harbiye'de buluştuk. Çeyizler, bohçalar, gelinlikler, damatlıklar arasında şaşkın dolaşırken, biz de şaşkınlıkla izleniyorduk.

Gündüz hep bir yerdedir ve hep bir yerlerden çıkar. 2000'li yılların ortasında Kuzguncuk 'ta bir grup sınıf arkadaşı (çoğu onun talebesi) İsmet Baba'da buluştuk. Yanımıza upuzun bir masa kuruldu ve birbirinden ilginç simalar yerlerini aldı. Hollanda'da yaşayan Iraklı sürgün (vatansız) bir şair, hayatı film olan (Juliette Binoche oynamıştı) Avustralyalı savaş muhabiri kadın, zaman tünelinden fırlamış beyaz atlı prens edasıyla İtalyan bir mimar Andrew Finkel vb. Bu ilginç tipleri kim bir araya getirmiş olabilir ki diye düşünürken masanın başına Gündüz oturuverdi. Herkes onun Sedef adasındaki evinde kalmayı planlıyordu. O Kuzguncuk'ta yatacak yer arıyordu. Uykusu gelmişti. Gece nasıl bitti, son vapuru yakaladılar mı bilmiyorum.

Akıl almaz merakı, sürekli sorgulayan beyni, kapitalizme pabuç bırakmayan duyguları, kadınları izlemeye doyamaması ile düşündürürken güldüren Gündüz Vassaf, yeni kitabı 'Ressamın İsyanı Caravaggio'da da öyle yapıyor.

Caravaggio gibi adı çok, kendisini hiç bilinmeyen bir adamı merak etmemesi düşünülemezdi zaten.

Michelangelo Merisi da Caravaggio resim sanatının en büyük isimlerinden. 1571-1610 tarihleri arasında yaşamış, 39 yaşında bilinmeyen bir neden ile ölmüş, mezarı da yok. Yaşamı boyunca toplam 60 tablo yapmış. Büyük bir sanatçı olmasının yanında şiddete eğilimli bir yanı da var. Düelloda adam öldürmüş, sayısız kavgaya karışmış falan. Gündüz'ü rahatsız eden şeylerden biri de bu olmuş; bilimsel dehasından çok kötücül yanının tarihsel olarak öne çıkarılışı.

Hayatının büyük bölümünü Roma'da geçiren ressam Papa'nın çıkardığı ölüm fermanı nedeniyle kaçmaya başlamış, Napoli, Malta ve Sicilya'ya gitmiş. Papa'nın fermanıyla aranırken kiliselere resim yaparak ayakta kalmayı başarmış.

'Ressamın İsyanı'nda kahramanımız sadece Caravaggio değil, çokça anlatıcı ki, Gündüz Vassaf'a aşırı benziyor. Hikâye anlatıcımızın Sicilya, Ortigia'da Santa Lucia alla Badia Kilisesi'nde  Caravaggio'nun "Azize Lucia'nın Gömülüşü" tablosu ile karşılaşmasıyla başlıyor. Tablo ile saplantılı bir ilişki kuran anlatıcımız her gün kiliseye gitmeye, tablodakileri sessizce selamladıktan sonra notlar almaya, araştırmaya başlıyor. Caravaggio'ya yoğunlaştıkça da kendisini irdeliyor.

Vassaf'ın 7 yılda yazdığı kitap kendi deyimi ile 'Bir çırpıda okunup bitirilebilecek bir şey' değil. Demlenerek okunulacak.

"Derdim, günüme teslim olmadan yaşamı kucaklayabilmek" diyor.

Vassaf için Caravaggio 'tarihin öksüz çocuklarından':

"Kötü insan diye yargılayanlardan geçilmiyor. Urban Dictinoray'de '1600'lerin yırtık donlu, dayak düşmanı ressamı. Bok götlü orospu çocuğu' diye yazıyor.

Giovannı Bellori, Gözler, saçlar kaşlar kara, kısa boylu çirkin suratlı, 'brutta di volta'.

Güzelden nefret ediyor. Kendisi neye benziyorsa resmi de ona benziyor' diye yazıyor.

Meşhur ressam Nicolas Poussin 'Dünyaya resmi öldürmek için gelen Deccal' diyor.

Ahlak pezevengi, Victoria Dönemi'nde İngilizlerin baş tacı John Ruskin, 'İğrençlik, çirkinlik ve günah pisliğinde kaybolmuş' derken New York Times daha ölçülü 'Bir insanın kişiliğinde ne kadar bozukluk varsa hepsi Caravaggio'da'."

Romanın 'Aşk, Nişan, Sünnet' bölümünde anlatıcımızın Fethullah Gülencilerle maceraları yer alıyor ki çok eğlenceli. Amerikalı anlatıcımız Amerika'da tanıştığı ve aşık olduğu Esra'ya elini uzatıyor ama 'çükünü kaptırıyor'.

Anlatıcımızla birlikte biz de Ortigia sokaklarını, kafelerini yaşıyor, ahmak ıslatan yağmurlarında ıslanıyoruz. İtalya'da yaşadıkça İtalyanları daha çok sevmeye başlayan kahramanımız "Dünyanın en kısa kitabı İtalyan savaş kahramanları" diye yazıyor.

İtalyanlar savaşı değil yaşamı seviyorlar gerçekten.

Gündüz Vassaf ayrımcılıktan değil bütünleşmekten ve gezegen kültüründen yana olduğunu bu kitabında da sıkça dillendiriyor:

"Yıldız tozundan geldik hepimiz. İlle aitlikse evrene aitiz.

O da kesmez! Ya paralel evrenler varsa."

Söylemesi bile fazla, anlatıcımız kadınları pek seviyor, hemen her tanıştığı kıza biraz vuruluyor. "Acaba benimle sevişmek isteyecek mi diye baktığımdan kaçırdığım kızların ya da benden kaçanların mı desem, hesabı yok" diyor. Sarah da bunlardan biri ve tabii Lara. Ahh Lara…

Satırlar arasında ilerledikçe İstanbul'da Ayasofya'nın kapı numarasından, Londra'da bir tiyatro sahnesine, adı bilinmeyen Çin istihbarat servisinin çalışma şekline kadar saptamalar silsilesi ile şaşırıp duruyorsunuz:

"Brecht'in burjuvalara dalga geçen Üç kuruşluk Opera'sındaki dilencilerden ilhamla, iki paralık kakafoni:

Birince perde düşünürler:

Her şeyi sorgulamak-Platon

Kendime Güven-Nietsche

Dünya Vatandaşlığı-Kant

Vasıflandırmak-Aristotales

Şikayetçi olmamak-Spinoza

Dayanışma-Konfüçyüs

Bağımsızlık-Laoz

Geçicilik-ibn Haldun

Anlamsızlık-Sartre

Aşk-Schopenhauer

Hepsinde arayıp cevabını bulamadığım: 'Şehirde neden güvercin ölüsü görülmez?'

İkinci Perde. Ressamlar

Kadın erkek alayının poposu değirmen taşı kadar büyükse-Rubens

Herkesin bariz bir tuhaflığı varsa-Picasso

Kafanızın trilyon olduğu bir gecenin sabahıysa-Dali

Suratında kabızlıktan ölüyormuş ifadesi varsa-Titian

Çok çok fazla insan varsa ve insanlar normal görünüyorsa; Brugel

Grup seksi yapıyormuş gibiyseler; Bosch

Sokak lambasının altında eskimiş gibiyseler -Rembrandt

Oraya buraya serpiştirilmiş en az üç melek ve kuzular varsa -Boucher"

Liste böyle uzayıp gidiyor…

Çağdaş Japon Murakami:' Aptallığımızı ciddiye almak zaman kaybıdır.'

Kilisede neden ön sıradayım?

Onlarca sandalye var. Arkama baktım hepsi boş.

Alışkanlıklarımın tutsağıyım."

"Diş fırçası, cinsel tercih, sandalye, Tanrı" diye yazan Vassaf, şövalye yapıldıktan sonra ressama verilen iki kölenin Türk olmasını da merak ediyor, nasıl bir ilişki içindelerdi, nasıl anlaşırlardı?

Bugünü anlamaya çalışmak açısından yargılara bir es verip şöyle bir tepeden bakmanıza da yardımcı olabilecek ip uçlarından bazıları:

"Kimliklerimiz harita damgalı, önyargılarımız coğrafya yüklü. İntihar eden tek türüz. Bir milyon türü yok eden de. Sokrates in 'kendini tanı' diye buyurmasından bu yana binlerce yıl geçti. Kendimizi anlamakta geç kaldık.(…)

Gün bölünmemizin farklı eylemlerinde değil, dünya çapında eylem birlikteliğimizde.

Gerisi kolay."

Gündüz Vassaf'ın 7 yılda yazdığı romanı birkaç alıntı ile anlatmaya yeltenmeyeceğim tabii ki, okumanızı dilerim, özellikle de gençlerin, enseyi karartmamaları için, bugünü anlayabilmeleri için.

Yazar, sanatçının tanımlaması bölümünde Aydın Gün'ün soprano Zehra Yıldız'ın ardından yazdığı bir yazıdan da alıntı yapmış. Uzun yazının kısacık bir bölümünü günümüze ışık tutması açısından alıntılıyorum:

"(...) Beckett yenilgiyi kutsar: Hep denedin, hep yenildin, olsun. Gene dene, gene yenil, bir daha iyi yenil.

En büyük korkum, başarı sonunda elde edilen mutluluktur."

Kainatı kapsamlı bilmediğimiz için hangi evrende yaşadığımızı asla öğrenemeyeceğiz. Neden kelimesi sonsuz bir matruşkadır. Açtığımız her kapağın altından başka bir 'neden' sorusu çıkar.

Gündüz, insanın anlam krizine anlamlı bir katkıda bulunmuş sayısız matruşka açmış ve bunu "aşk" ile yapmış.