Ayça Atikoğlu

02 Ocak 2021

Dünya bizden ne bekliyor?

Neredeyse tamamen sanal bir Matrix'te yaşıyoruz ve fena tosladık. Korku da bunlardan biri. Bu yeni süreçte kendimizi inşa ederken korkuya yer vermememiz kendimize yapabileceğimiz belki de en büyük iyiliklerden biri

Kendimi bildim bileli yeni yıla talep listesi ile girilir dünyaya alacaklı gelmişiz gibi... Zayıflamaya kadar uzayıp giden bir liste. Sanki yukarıda hoşgörülü bir dede oturmuş torunlarım benden ne istiyor diye bekliyor. Oysa, yıllardır bu taleplerimiz karşılık bulmuyor, ellerimiz boş kalıyor... Yani, artık yaşadığımız riske uyanma çağındayız.

Dünyayı alışveriş merkezi zannetmiştik ama artık burasının bir okul, bir yetiştirme yeri olduğu (Buna evrim de deniliyor) geniş kitleler tarafından anlaşılmaya başlandı. Bu noktada soru şu: Dünya okul olduğuna göre kaçıncı sınıftayız? İnsan denilen tür kendisine verilen "zaman"ı nasıl kullandı?

Benim anlayabildiğim, çoktan beşinci sınıfta olmamız gerekirken üçüncü sınıfta çaktığımız. Yani, kaosta, kargaşada kaldığımız. Ev, iş, eş, evlat olayına kilitlendiğimiz için çalışmadığımız, halledemediğimiz derslerden geliyor sorular ve çakıyoruz. Zaman'ın çok gerisinde kaldığımız, belge almak üzere olduğumuz için de müfredatı hazırlayanlar tokat atıyorlar, itekliyorlar bizi arkadan. Yaşadıklarımızın sebebi basitçe bu aslında...

Tabii ki, bu çok katmanlı meseleyi bu sütunlarda çözmeye yeltenecek değilim ama hemen her kurumdan çözüme dair, beşinci sınıfa nasıl geçeceğimize dair, öneriler geliyor zaten. Örneğin, Dünya Sağlık Örgütü geçtiğimiz günlerde İsviçre'de yaptığı açıklamada özetle: "Covid-19 ne ki? Tüm insanlığı yok edebilecek mikroplar gelebilir. Bunu aşmanın tek yolu Ben'den Biz'e geçmek!" dedi.

Yani, mülkiyetçi ve benmerkezci anlayışla daha fazla ilerleme şansımız yok...

Paris'te yapılan Dünya İklim Konferansı sonuçlarından da benzer cümleler uçuştu: Karantina şartlarında yaşamaya devam edersek gezegenimiz bir süre daha ayakta kalabilir gibi...

Biz'e geçmek zor geliyor. Oysa, o kadar birleştirici, o kadar güzel ki küçücük örnekleri bile insana nefes aldırıyor. Hayvanlar örneğin... Yaşadığım yerdeki sokak kedilerini beslemeye çalışırken yeni dostlar edindim. Giderek kalabalıklaşmaya başladık. Evden atılanları biraz daha çok kayırıyoruz. Ayrımcılık yaptığımızdan değil, "Allah gördüğünden etmesin" meselesinden. Kuru mama yiyemeyenler var aralarında. Çiğ köftecinin çırağı onlardan biri. En yakı dostu terk edilmiş zümrüt gözlü bir kara kedi mesela...

Çiftlik besiciliğinden bu yana insanlık tarihi suçluluk tarihine dönüştü. Ardımızda aşırı leş var. Hayvanlarla helalleşmemiz gerekiyor. Bu bir öneri değil, zorunluluk.

Bu zorunluluğu dizilerde bile görebiliyoruz. The Crown dizisi 4. Sezon'a gelene kadar Kraliyet ailesine torpil yapmakla, kollamakla suçlanmıştı. Ama 4 tokat gibi patladı suratlarında. Karşımızda vurdukları güzelim geyiğin can çekişen acılı sesinin yemek masasında taklidini yapan cahil, acımasız insanlar bulduk. Bende kameraya kafasını uzatmaya çalışan kel kafalı küçük Anadolu çocuklarını çağrıştırdı Kraliçe'nin çocuklarının medyanın ilgisini çekme konusundaki aşırı istekleri. Oysa ki, şöhrete doğmuş bu insanların şöhrete doymuş olduklarını zannederdim...

Kraliçe, Netflix'e bunun kurgu olduğu ibaresini kullanmaları gerektiği dikte etmeye çalıştı ama yapım şirketi geri adım atmadı.

Bir Danimarka dizisi olan Borgen'de ise çiftlik domuzlarına endüstriyel ürün muamelesi yapıldığını ve doğumlarından ölümlerine kadar daracık bir alanda gün ışığı görmeden tutulduklarını, gökyüzünü ancak kesilmeye giderken birkaç dakikalığına görüyorlar. Ve politikacıların bunu doğal kabul ediyorlar...

Toplumun en sınıfta kalan kesimi kuşkusuz politikacılar ama onlar arasında da farklı olmak isteyen, farkında olmak isteyenler yok değil. Örneğin, Macron köpeği Nemo aracılığı ile bir bilinçlendirme kampanyası başlattı. Her yıl en aşağı yüz bin hayvanın sokağa terk edildiği Fransa'da "Noel'de onları evlat edinin!" çağrısı yapıldı.

Joe Biden da daha Beyaz Saray'a adım atmadan, dört yıllık kiracılığı süresince köpekleri Şampiyon ve Binbaşı'nın da kendisi ile birlikte ikamet edeceğini açıkladı.

Mesele tabii ki sadece hayvanlar değil. Zihnimiz bizi aşağıya çeken dogmalarla dolu, doğru zannettiğimiz yanlışlarla. Neredeyse tamamen sanal bir Matrix'te yaşıyoruz ve fena tosladık. Korku da bunlardan biri. Bu yeni süreçte kendimizi inşa ederken korkuya yer vermememiz kendimize yapabileceğimiz belki de en büyük iyiliklerden biri.

ABD tarihinde ilk Kızılderili bakan

Joe Biden, yenilik falan demişken kadınlarla ve ilklerle dolu yeni kabinesinden dem vurmamak olmaz tabii ki de. Bunlardan biri de Debra Haaland. Haaland yeni kabinede İçişleri Bakanı olacak ilk yerli Amerikalı. Bu atama sadece sembolik değerinin yüksekliğinden dolayı önemli değil. Sonuçları açısından da önemli çünkü ABD'de İçişleri sadece polis ve kamu düzeni ile ilgili değil. Doğal kaynakların, orman mirasının, milli parkların ve rezervlerin yönetimini, etnik azınlıklara yönelik programları da kapsıyor.

Haaland'a gelene kadar Yerli Amerikan azınlık hükümette asla temsilciliğe sahip olamamış tek azınlıktı. Haaland'ın seçilmesinin acayip önemli olması biraz da bu yüzden.

Debra Haaland'ın etnik kimliğinin ötesinde kim olduğuna gelince: Arizona'da 60 yıl önce doğmuş. Annesi de babası da asker, anne Norveç kökenli. Haaland, tarihi Laguna Pueblo kabilesinden.

Lise'yi 13 okul değiştirerek bitirmiş, üniversite okuyabilmek için sokaklarda kek satmış. Hukuk Fakültesi'ni bekar bir anne olarak bitirmiş. Yani, buralara hiç de kolay gelmemiş.

Haaland'ın lakabı "Doğa'nın Sesi". 2018'de ABD Senatosu'na seçilen ilk Kızılderili milletvekili oldu. New Mexico Milletvekili olarak kürsüde: "Irksal eşitlik, eğitim ve ekonomik adalet için savaşmaya söz veriyorum. Benim gibi bir sesi daha önce duymadınız!" dedi.

Kamala Harris protestocu bir anne-babadan geliyor. Haaland'ın ise kendisi protestocu bir kimliğe sahip.

Biden Kabinesinin diğer ilk'leri de şöyle: Janet Yellen, Hazine için aday gösterilen ilk kadın. Avril Haines, 007'nin dümenindeki ilk kadın. Llyod Auster, Pentagon için seçilen ilk Afro-Amerikalı. Pete Battigrieg Ulaştırma Bakanı olan ilk eşcinsel vb.

Chopin eşcinsel miydi?

Avrupa ülkelerinde, Yeni Zelanda'da falan eşcinsel olduğunu açıklayan bakanların sayısı artıyor. Haber değeri azalıyor, normalleşiyor eşcinsellik diyecektim ki...

Moritz Weber bir araştırmacı gazeteci. Aynı zamanda piyanist ve radyocu. Yıllardır ünlü kompozitör Frederic Chopin'in mektuplarının peşine düşmüş ve eşcinsel aşk'ın izlerine rastlamış. Weber bunu radyo programında işlemeye başladı. Başlar başlamaz Guardian da konuya atladı.

Chopin'in mektuplarının bir kısmında kadınlar arzu öznesi gibi. Bazılarında ise şu tabiri kullanıyor: "Kadınlar gerçek arzularımı saklayan bir pelerin vazifesi görüyor."

Mektupların çoğu okul arkadaşı Tytuswoyciecowski'ye yazılmış. "En kıymetli hayatım" ile başlıyor, "Bir öpücük ver çok sevgili varlık" diye bitiyor.

1829'da yazdığı bir mektupta: "İdealim için hizmet ettim" diyor. Ancak 2016 yılında Varşova Frederic Chopin Enstitüsü: "İdeal bizde bir kadın adıdır" diye açıklama yapıyor. Bunu başka müzikologların iddiaları izliyor. Yok Tytus 'a değil, Soprano Gladkowska'ya aşıktı gibi. Biyografi düellosunda Weber böyle bir aşkın izine rastlanmadığını iddia ediyor. Chopin Enstitüsü bu sefer devreye 18 yaşındaki nişanlı Maria Wodzinska'yı sokuyor. Weber bunu da kanıtsız bırakıyor.

David Frich ise Guardian'ın soruşturmasına: "1829'da arkadaşı Tytus'a yazmış olabilir ama bir şeyler gizlediği iddiası asılsız." diyor.

Nihayet geçtiğimiz haftalarda Chopin Enstitüsü'nden adını vermeyen bir yetkili Radyo programına çıkmayı kabul ediyor ve "Mektuplardaki erotik dil dönemin ve Chopin'in ait olduğu kültürel çevrenin bir ürünü. Onun edebi ve müzikal dilini çözmeye çalışmak delilik olur." diyor.

Chopin, Polonya'nın muhafazakâr ulusalcılarının önemli bir sembolü. Şu debelenmelerine bakar mısınız? Olsa ne önemi var olmasa ne önemi var? Sanki müzikal dehası tartışılıyor...

Gelecek geldi diyoruz, bazıları için gelemiyor işte!

Emel Clooney'den uluslararası hukuk kitabı

Emel Clooney dünya jet sosyetesinin aranan bir ismi olsa da malumunuz George Clooney ile evlenmeden önce tam zamanlı çalışan bir avukat, uluslararası hukuk ve insan hakları konusunda uzman bir hukukçu ve Arap dünyasının en etkileyici kadın figürlerinden biriydi.

Timoşenko ve Julian Assange'ın avukatlığını yapan Amal Alamuddin, geçtiğimiz haftalarda online bir basın toplantısı düzenleyerek yeni kitabını tanıttı: Uluslararası Hukuk'ta Adil Yargılanma Hakkı.

"Dünya giderek otoriter hale geliyor ve otoriter liderler güçlerini pekiştirmek için giderek daha fazla mahkemeleri kullanıyor." diyen Emel Hanım kocasına teşekkür etmeyi de ihmal etmedi ve "George muhtemelen şu anda mutfak işleri ile uğraşıyordur. Bu kitabı yazmak için ailemden zaman çaldım ama evliliğimizin hayrı için bir daha böyle bir şey asla olmayacak." dedi.

Dava muhabbeti ile başlayan avukatların, insan hakları sunucularının ve basın mensuplarının izlediği toplantı hanım hanımcık bitmiş oldu böylece.