Ayça Atikoğlu

20 Kasım 2022

Doya doya şiddet

Özgüven adı altında şımarık bir cehalet yüceltilirken acımasızlık, küstahlık, rakibini düşman görmek pompalanıyor. Tüm kanallarda ve TBMM dahil hayatın her alanında. Vahşi bir rekabet bilinci saldırganlıkla sarmalanıyor, bile bile, isteye isteye…

Şiddete tepki gösteriliyor gibi yapılan bir hafta daha idrak ettik. Demeç düzeyinde kalan, inanılır olmayan, zira kavga, vahşet, fiili şiddet, sözlü şiddet Türkiye'de hayatın olağan akışı içerisinde yer alıyor artık.

Gençler kamusal alanda öpüşecekler, birbirlerine sevgi gösterecekler diye ödüm kopuyor. Bu toplumun sevgi gösterisinin hiçbir türlüsüne tahammülü yok çünkü. Sadece kavgaya toleransı var, katılabilir, seyredebilir, müdahale edebilir yeter ki kavga olsun. Tanıdık çünkü. Çirkeflik toplumun üstünden dökülüyor.

Şiddet ve kavga görsel basın aracılığı ile de pompalanıyor, şiddetten adeta medet umuluyor. AKP gidene kadar topu çevirelim mantığı ile haberlerin çoğu şiddet, cinayet, hırsızlık üzerine. Türklerin düş gücünün komşusu ile sınırlı olduğunu bile bile yapıyorlar, yandaki evde olana özeneceğini bile bile. Para için, güç için ama bile isteye şiddeti körüklüyorlar.

Özgüven adı altında şımarık bir cehalet yüceltilirken acımasızlık, küstahlık, rakibini düşman görmek pompalanıyor. Tüm kanallarda ve TBMM dahil hayatın her alanında. Vahşi bir rekabet bilinci saldırganlıkla sarmalanıyor, bile bile, isteye isteye…

Televizyon izlemeyi hep sevmişimdir. Ait olmadığım dünyaları gözlemlemeyi, reality, dizi, film, bazen de yarışma programlarına bakmayı. Ama artık bunu imkansız hale getirdiler çünkü şiddet hayatın her alanına yayıldığı gibi programların da tümüne yayıldı. İster yemek programı izleyin, ister moda doz doz sözlü şiddet, çirkeflik, adaletsizlik boca ediliyor üzerinize.

Yemek programında masanın etrafında tesadüfen bir araya gelen ve bir hafta sonra birbirlerini bir daha görmeyecek olan 5 kişinin daha ilk dakikadan birbirinden alabildiğine nefret etmelerini, havada uçuşan hakaretlerini izliyorsunuz. Sunucu hanım genellikle susuyor, abartılırsa müdahale ediyor. Besbelli ki format bu, efendi efendi oturup yemek konuşulsa kimsenin izlemeyeceği düşünülüyor. Yemek değerlendirilecek, kişilik değil denilse, ağızlar kapatılır ama kapatılmıyor. Bile isteye yemek değil, kavganın ateşi harlanıyor. Geçen yıl sunucu hanım bayağı pahalı bir villa aldı, besbelli kanal memnun.

Moda programında kavga mı? İnanılır gelmiyor değil mi ama öyle. Show ve moda adı altında burada da full kavga pompalanıyor. O kadar ki, yarışmacı kavgacı değilse 'kombinini' beğenmedik diye o hafta eleniyor, jüri üyelerinden en 'ben kimim biliyor musun'cu sık sık ağzından kaçırıyor zaten. Yeni bir edepsiz geldiğinde yanındakine 'bu kalır haa' diyerek. Ülkeyi baştan sona saran üstten bakma durumu burada da kendini fazlasıyla gösteriyor. Jürinin beğenisi kanun hükmünde kararname gibi, değil sorgulanmak soru sorulacak, ya da cevap verilecek olsa hemen gözler portlatılıyor ve had bildiriliyor. Sabah sabah gala kıyafeti ve kombinezon giysilerle arz-ı endam eden, orta yaşlısı hariç hiç tanımadığım jüriden (benim ayıbım) doğma büyüme İzmirli olanı, Türkçeyi yabancı aksanı ile konuşmaya çalışıyor. Her jüriye bir Danilo lazım diye düşünülmüş olacak, ya da Batı referansına sığınma durumu.

Memleketin hemen hemen her sınıfında görülen kültürel kafa karışıklığı burada da had safhada. Hep birlikte yurt dışından giyindiklerini sıkça vurgulayıp 'örf ve adetlerimiz çok önemli' tekerlemesini sayıklıyorlar. Bir moda programı düşünün, jüri önce horoz dövüşünü başlatıyor, kim kime ne demiş diye, sonra da yalandan isyan ediyorlar, burayı mahalleye çevirmeyin diye. Kombin değerlendirmesi mi? O sadece birkaç dakika sürüyor. Besbelli format bu, Pendik-Kadıköy-Bakırköy pazarından aldıklarınız yetmez kavga edeceksiniz diyorlar. Yoksa bir dizi anlamsız yasak yerine ağız dalaşı yasağı koyarlar, olur biter.

Yoo, bile isteye yapıyorlar. Jüri, kanal ve çalışanlar para ya da paraya çevrilebilecek şöhret umudu için doya doya kavga ettiriyorlar kızları. Toplumun lümpen ve saldırgan olması için üstlerine düşeni yapıyorlar.

Okumayı sevmeyen, neredeyse hiç okumayan bu topluma şiddet çeşitli dozlarda sabahtan verilmeye başlanıyor, gelin-kaynana, yemek, çeyiz, temizlik, spor, kadın programı, siyasi tartışma, haber programı adı altında kötülük karizma gibi sunuluyor, saldırganlık toplumun yeni kodu haline getiriliyor, çürüme körükleniyor, kıçını yırtarak bağıran 'kazanıyor'. Sadece demografik yapı bozulmuyor, toplum iflah olmaz derecede şiddete alıştırılıyor. Bile isteye…

Kumandayı kapat meselesi değil bu, mesele ben değilim çünkü. Mesele, bu şiddete tepki vermemek, oysa dünya müdahale yeri, seçim yeri.

Oysa, insanlığın ortak bir mirası, ortak bir vicdanı var. Bir filmi tek kelimesini anlamadan izleyip bambaşka biri olarak çıkabilirsiniz oradan. Yüreğiniz öyle bir dağlanır ki, gidişata karşı el kaldırmak istersiniz.

Bu topraklarda uzun zamandır el kaldırılmıyor, folklorik motifler var ama değer yok. Ee, bu durumda sevecek fazla bir şey de yok. Ben mesela uzun zamandır sadece sokak hayvanlarını seviyorum ve sadece onlar için bir şey yapmaya çalışanların vicdanına güveniyorum. Bizim sayımızın da giderek arttığını da biliyorum…

Elitizm günahı işlendi

Birçok Batı ülkesinden sonra Meloni'nin Başbakan olması ile İtalyan entelektüel çevreleri bir dizi toplantı yapmaya başladı. Nerede devreden çıktık, neden çuvalladık diye. Sol partilerin üyeleri, sola oy veren vatandaşlar, gazeteciler falan belli aralıklarla toplanıyor, tartışıyor, anlamaya çalışıyorlar dönüşümü, 8 milyarlık bir dünyanın yeni kodlarının neler olabileceğini.

ABD'de de durum farklı değil. Pulitzer ödüllü Margo Jefferson, New York Times'ta yazmaya başladığı 1993'den beri Amerikan entelektüel topluluğunun önemli seslerinden biri oldu. 'Yüksek kültür' ile popüler olanı yoğurmadaki başarısı ile farkını fark ettiren Jefferson Demokratları ve liberalleri gerçekçi olmamakla suçlayan bir yazı kaleme aldı ve özetle şöyle yazdı:

"Genel seçimlerden korkuyorum. Bu sadece yenilgi korkusu değil, çok daha ötesi. Bu ülkede demokratlar ve liberaller elitizm günahını işlediler, Trumpçı seçmen ile iletişim kurmadılar. Avrupa solu gibi davrandılar. Eşcinsel evliliği için, medeni haklar için mücadele vermek gibi liberal dünyanın savaştığı meseleler o kadar öne çıktı ki, kitleler kendini unutulmuş hissetti. Bu da Trump'ın önünü açmak demek. Trumpizm Amerika'nın yozlaşması demek. Bugün Amerikalılığın ne anlama geldiği McCarthycilik dönemindeki kadar büyük bir risk altında. Bu ülke kurulduğundan beri bu kadar savrulmamıştı. Köleliğe, ırkçılığa, linç kültürüne dönülmeye çalışılıyor. Biden ile ırkçılık konusunda görece bir iyileşme oldu, artık herkes ırkçılığın sadece siyahları değil, Asyalıları, Latinleri ve diğer azınlıkları da kapsadığını biliyor. Ama sol ırkçılık meselesinden çok eşcinsel evliliği, riyakar MeToo hareketi, feminizm şekilciliği gibi meselelere öyle kilitlendi ki insanların asıl derdinin refaha geri dönmek olduğunu unuttu. Yani, sol kekeliyor, sağ hayal satıyor."