Bir süredir Amargi Kadın Akademisi bünyesinde gerçekleştirilen, ‘Cinsellik Atölyesi’ ne gidiyorum.
10 kişi kadarız. Amacımız kadın olarak bedenimize ne kadar sahip olabildiğimizin sınırlarını görünür kılmak. Atölye kapsamında kadın bedeni ve cinselliği üzerine okumalar yapıyor, tartışıyor, filmler izliyor ve yaşadıklarımıza dair paylaşımlarda bulunuyoruz.
Yaklaşık 4 ay geçti ve tüm bu süreç sonrasında ben şimdilerde dönüp dolaşıp kendime hep aynı soruyu soruyorum: ‘Neden bu kadar korkuyorlar?’
Yani bizden, kadınlığımızdan neden ölesiye korkuyor bu toplum? Hatta o kadar çok korkuyorlar ki, görmezden geldikleri, bastırdıkları yetmiyormuş gibi bir de dayanamayıp bedenimizi baştan aşağı örtüyorlar! Yok olalım, görünmeyelim istiyorlar? Daha doğrusu onlar isteyince var, istemeyince yok olalım. Bedenimiz hep onlara ait olsun, diledikleri zaman, diledikleri kadar kadınlığımızı yaşayalım istiyorlar. Peki neden?
‘Suçlu bu işte!’ diye bağırıveriyor Çağdaş Sanatçı Şükran Moral.
Sanki aklımı okumuş gibi. Bir vajina fotoğrafı beliriyor ekranda. Regl olmuş bir kadın vajinası bu. Gözlerimizi dikmiş öylece ekrana bakıyoruz. ‘İşte buyurun aradığınız suçlu bu. Herkes bunun için öldürüyor. Bunun için ahlak, bunun için para, bunun için iktidar. Her şey bunun etrafında dönüyor!’ diyor.
Fotoğraf doğurganlığı çağrıştırıyor. Öylece durmuş, ekrana bakarken, ‘doğurgan olduğumuz için mi üzerimize bu kadar çullanıyorlar yoksa?’ diye soruyorum! Doğduğumuz andan itibaren özenle korumaya çalıştıkları şey biz miyiz yoksa vajinamız mı?
‘Kız’ olarak dünyaya gözlerimizi açtığımız andan itibaren bedenimiz bizden başka herkese ait oluyor...
Kızım büyüyecek gelinlik giyecek, kızsın sen biraz hanım hanımcık ol, hadi kalk toz al, ağabeyine su getir, mini etek giyme, sokakta yürürken önüne bak, erkeklere sakın güvenme, aşk mı o da ne? E,size bir çocuk yakışır artık, ikincinin de zamanı geldi çoktan, bırak çocuklarının hatırına görmezden gel, e torunu da kucağına aldın artık! diye uzuyor liste...
Alıyorlar ellerine, eviriyor çeviriyor, yaklaştırıyor, uzaklaştırıyor, sıkıyor, bırakıyor, canları sıkılınca da bir kenara koyuyorlar... Herkesin oluyoruz. Bize ait olamayan bedenimizle geçirdiğimiz koskoca bir ömür...
Peki, erkek olmak farklı bir şey mi bu toplumda? Farklı evet.
Liseye giden erkek çocuklarının ‘2 kız arkadaşı’ olduğunu komşu ziyaretlerinde kahkahalarla anlatan anne- babalar, aynı yaşlardaki kız çocuklarına, ‘aman ha erkeklere güven olmaz kızım dikkatli ol’ mesajını büyük bir ikiyüzlülükle nasıl verebiliyorlarsa, bu toplumda erkek olmak da bir o kadar farklı işte!
Cinsellik Atölyesi’nde, yaptığı çarpıcı performanslarla ses getiren sanatçı Şükran Moral’ı ağırladık geçtiğimiz hafta. "Sanatta Kadın Bedeni, İktidar ve Cinsellik" konusunda bir söyleşi gerçekleştirdi bizimle...
Moral, performanslarıyla izleyicileri rahatsız etmeyi seven bir sanatçı. Derdi yüzlerdeki maskeleri indirmek. Ve bunu büyük bir ustalıkla da başarıyor.
‘Ben seyirciyi pohpohlayan bir sanatçı değilim. Kendimde seyircinin gerçek yüzünü ortaya çıkarmak gibi dayanılmaz bir arzu hissediyorum. İzleyicinin nezdinde aslında toplumun riyakarlığını sorgulamak. Performans sanatının tarihine göz atarsak, geçmiş yıllarda sanatçı acıyı anlatmak için vücuduna zarar veriyordu. Bedenini jiletle kesiyordu. Ben de toplumun riyakarlığını kesiyorum” diyor.
Bir bedel de ödüyor elbet: ‘Maalesef birçok performanstan sonra tehdit alıyor, hastaneye gitme ihtiyacını duyuyorum. İstanbul’da iki kadının lezbiyen ilişkisini gündeme getirerek toplumun riyakârlığını göstermek istemiştim, beni linç etmeye kalkıştılar. Sonra o linç olayını anlatan bir heykel yaptım. İsmi ‘Ethic’, bir sırtlan sırtlanın ağzında kanlar içindeki kolum. Sol kolumdaki dövme ve tül eldivenlerle. Bu işi aynı zamanda linç kültürüne maruz kalmış bütün sanatçılara adadım.“
Moral, ‘Aşk ve Şiddet’ isimli çalışmasını gösteriyor bizlere. 2009’da çocuk gelinlere itafen yaptığı bir iş bu: ‘O yıllarda performansımı izleyen çoğu kimse tepki gösterdi, biz de böyle bir şey yok demişlerdi! Ama bugün bu toplumda çocuk gelin sayısı 5 milyona ulaştı’ diyor.
Kadının bir birey olarak görülmediğine de dikkati çekiyor söyleşi sırasında; ‘Kadın birisinin malıymış gibi bu toplumda, hatta öyle olsun diye de çok çalışılıyor. Ve bir kadın olarak sen bunu yaparsan da toplum seni ödüllendiriyor. Kadın bedeni sorunu sadece Türkiye’ye ait değil tabi. Kadın orgazmından korkuyorlar. Ve cinselliğini yaşarken zevk almasını engellemek için de kadını sünnet ediyorlar. Bu ne vahşet ya! Orta çağda mı yaşıyoruz!’ diye konuşuyor.
Şükran Moral anlatıyor:
‘Ben Karadeniz’in küçük bir kasabasında doğdum. Orada kız çocukları tehdit altında yaşıyorlar. Başını kapat diye sürekli ısrar ettiler. Şunu yapma, bunu yapma! Bu çok ağır bir şey! Fahişeliğin nedeni de kadının ekonomik ve kültürel aşağılamasından dolayıdır. O nedenle geneleve girmek ve buradaki insanların gerçek yüzünü herkese göstermek istedim. Ve de yaptım.
Sohbet sırasında konu kadın-erkek eşitsizliği meselesine geldiğinde ise: ‘Biz kadınlar eşitlik istiyoruz. Sanki rica eder gibi. Aslında ben istemekten vazgeçtim ve artık almaya karar verdim. Ne dersiniz? Biz her şeye kendimizden başlayalım, alalım. Bir şey istemeyelim. Bizler eşitlik istemiyoruz. Bu çağ, isteme değil bunu yapma dönemidir’ diye konuşuyor.
Söyleşi yaklaşık 3 saat sürüyor. Aramızda erkekler de var. Pek çok konuda konuşuyoruz. Bazen ters düşüyor, bazen birlikte gülüyor, bazen de umutsuzluğa kapılıyoruz.
Ama Şükran Moral’ın şu sözleri belki bir nebze de olsa umut veriyor: ‘Unutmayalım bizim halkımızın bir tarafı açık çocuklar. Ve biz halkın o aydınlık tarafına seslenmek zorundayız. Kibirden uzak durmalı, alçak gönüllü olmalıyız.
Türkiye’de üzerine gidilmeyen bir hoş görü var. Kim çalışıyor ki insanların bu adil yanına? Hiçbir şey yapmamaktansa ufak adımlarla bir yerlerden tutunmalıyız.’
Fotoğraflar: Şehlem Şeblik