Yazının ismini bir çocuk kitabından ödünç aldım. Kitapta iki fare ve bir ağacın dostluk hikâyeleri var. Yıl boyu, ay ay beraber neler yaşadıkları, nasıl buzla kaplanıp, çiçek açtıkları, nasıl yaprak döküp, rüzgârla savrulduklarını anlatmış harika yazar Leo Lionni kitapta. Kışın sonunda baharın geleceğini söylüyor yazar, ama belki de en güzeli, kışı da çok seviyor. Bize asıl çiçek açtıranın mevsimler değil ama dostlarımız olduğunu da ekliyor incelikli bir dille. Öyle mi dersiniz?
Geride kalan yılın muhasebesini nasıl yaparız? Benim en zorlandığım alanlardan biri yıl boyu hep aynı insan olmak sanırım. Bazen yetişemediğim işler, sorumluluklar, koşturmalar içinde durup diyorum ki; “Tek hayatımı hep aynı şekilde yaşamak istiyor muyum? Ben hep aynı insan değilim ki hep aynı hayatı yaşayayım.”
Virgina Woolf, “Dalgalar” kitabında 6 karakteri ortak bir sese dönüştürür. “Geçmişe baktığımda gördüğüm bir hayat değil, tek bir kişi değilim ben birçok kişiyim” diyerek dile getirir içimdeki sesi. Burada Rimbaud’ya kulak versek; “Herkese birkaç hayat verilmeli” dediğini duyardık. Çünkü bir tane olunca istediğiniz her şeyi onun içine sığdırmak çok zor.
Peki ya Seneca’yı dinlemeyi tercih etsem?
2019’a az zaman kala kendim için dilediğimi bu coğrafyanın kültür ve sanat hayatı için de dilemek isterim. Bu yıldan en büyük dileğim, izlediğim güzel filmlerin çoğalması, okuduğum harika kitapları okumaya devam edebilmek, ufkumu açacak yeni yerler görebilmek, tadından yenmez dostluklar kurmak… Bir dileğim daha var. Bir “bilen”e danışmak. Nasıl mı?
Benden önce beni benim kadar iyi anlamış, beni benden daha iyi anlatabilmiş, benim ruhumun resmine ayna tutabilmiş kişilere kulak vererek tabii ki. İşte şairlerden, yazarlardan, filozoflardan alıntılarla 2019 yılı dilekleri; umarım kendimize en uygun olanın peşinden gitme cesaretimiz olur:
Önce kendini bir Stoacı olarak tanımlayan Seneca’ya kulak vermek için M.Ö. 4 yüzyıla gidelim. “Stoa”, Yunan mimarisinde kemer altlarını tanımlıyor. “Stoa”ların altında buluşup tartışan bu üretken filozoflar, bize hayatın uzunluğunun değil ama derinliğinin önemli olduğunu söylüyor. Seneca da boşa harcanmayan, doğru kullanılan yaşamın yeterince uzun olduğunu söylemekte. Yazdığı bir mektupta “Bir insan yaşamayı umduğu kadar yaşamalı, yaşayabildiği kadar değil” diye somutlaştırır bu fikrini.
O zaman kendime alınacak ders; bu yıl sosyal medyadan az biraz uzak durmak olmalı!..
Peki, “Mutlu Prens” hikâyesini biliyor musunuz? Yaşarken çok mutlu olsa da bir altın heykele dönüştüğünde, durduğu yerden şehri izlerken, gözyaşlarına engel olamayan heykel prens, uzak evlerde yaşanan acıları, sıkıntıları görür ve arkadaşı kırlangıcı onları yardıma gönderir.
Oscar Wilde’ın bir hikâyesi bu. 2017’de Wilde’ı anlatan biyografi filmi, ismini bu hikâyeden alıyor. Oscar Wilde’ın kendi de uzun yıllar mutlu bir prens olarak yaşamıştı çünkü. Müthiş bir adamdı, etrafına saçtığı neşe, zekâsından kaynaklanıyordu. Tüm Londra’nın gözbebeğiydi, yazdıkları deha ürünüydü. Ta ki Victoria Dönemi’nin katı, ahlakçı kuralları onu cezalandırana kadar...
Hayatının sonu hiç yaşadığı şaşalı dönemlere benzemedi Wilde’ın. Cezasını çektikten sonra sürgüne gitti. Toplum size arkasını döndüğünde, çok az insan yüzünüze bakmaya devam eder. Parası bitti, ünü bitti, arkadaşları gitti. Nefret ettiği, kötü bir otel odasında hiç hoşlanmadığı duvar kâğıdına şu sözü yazarak öldü: “Buradan ya sen gideceksin, ya ben”.
Hayatın hiçbirimize adalet borcu yok yazık ki. Yaşadığımız günleri sevdiklerimizle paylaşmak, günlerimizi ruhumuzu dolduracak olanlarla doldurmak, keyif aldığımız işleri yapmaya devam etmek… Yapacağımız bu. Kolay ama bir o kadar da zor.
Kıymetinizi bilenler ve kıymet bildiklerimiz çok olsun bu sene! Oscar Wilde’dan öğrendiklerimiz heybemizde, biz devam edelim!..
“Ben nerede değilsem orada mutlu olacakmışım gibi gelir” dedi Baudelaire. Oysa mutluluk beklentilerimizdeki gibi kesintisiz ve uzun süren bir memnuniyet değil aksine kısacık ve tesadüfidir; başka bir deyişle örneğin “tatildeyim” diye mutlu olmak hayli zordur. Nereye gidersek gidelim, kendimizi de beraber götürürüz. Sevgi” gibi “güven” gibi temel gereksinimlerimizi tatmin etmediğimiz sürece satın aldığımız hiçbir şey, gittiğimiz hiçbir yer bizi memnun etmez. “Çünkü önemli olan yeni yerler görmek değil, yeni gözlerle bakabilmektir”.
2019 bize yeni gözler verir mi dersiniz?
George Orwell, hayattaki en büyük mutluluğun onaylanma arzusu olduğunu söylüyordu. Doğru ama eksik… İnsan hep seçtiği birinden onay bekliyor. Üstelik bu hiyerarşi zincirinde kendinden daha mutsuz, daha umutsuz, daha çaresiz kişilerden bile onay bekleyebilecek olması cabası. Onay bağımlılığı bu çağın bize hediyesi. Çoğu zaman çocukluğumuzdan kalıyor bize bu illet. Üstelik başkalarından onay bekleyen insanlar, gergin ortamlardan kaçınmak adına en çok fedakârlık yapanlar.
Mark Twain “insanın önce kendini onaylaması gerek” demiş. Çünkü başkalarının gözündeki “Ben” sizin çalışarak çabalayarak oluşturabileceğiniz bir algı değil. Sosyal medyayı, yapay bir onay mekanizması olarak görüp kendi yolumuza bakmalı belki de…
Bazen hayatın altı üstünden daha güzel, bazen sizden beklenileni yapmamak çok güzel… Bazen de işlerin beklemediğiniz gibi gelişmesi güzel. Sonunu bilerek susmak, öngördüğünüz bir tartışmanın sessiz tarafı olmak, olgunluk. Kanımca, Kafka karakterlerinin atası, Melville’in ebedi karakteri Bartelby de tekere çomak sokanlardan... Yapabilecekken yapmayan kısaca “yapmamayı tercih eden” lerden. Kitabın yoruma açık sonunu söylemeye gönlüm el vermez. Okumayan kalmasın! Ancak bir sabah kalkıp her gün yaptığınız şeyleri artık zaten yapabileceğinizi bildiğiniz ve bu durumun sonunu da öngörebildiğiniz için “yapmamayı tercih etmeyi” istemez miydiniz?
Bu sene, bir günlüğüne bile olsa Bartelby olmak istemez misiniz?
“Bu hayatta hiçbir şeyi fazlaca umursamayın kardeşim” resmini bilir misiniz? Bence o resim “İkarus’un Düşüşü” tablosudur. Kimse kimsenin acısına ağlamaz, tanımadığınız insanların sizin için ne düşüneceği konusunda dertlenirsiniz ama zor gününüzde etrafınızda olmaz onlar. Çünkü hayat budur. Bu resmin adı; “Manzara ve İkarus’un Düşüşü”, Bruegel’e ithaf olunur. İkarus, mitolojik bir karakter. Uzun lafın kısası; bal mumundan kanatlar verir babası ona ve çok güneşe yaklaşma uçarken, diye tembihler. İkarus, güneşe yaklaşır, kanatlar erir ve suya düşüp ölür. Resimde, İkarus’un suya düşüşü vardır. Ama resmin adı bu olsa bile bu öğe resimde az yer kaplar. Çiftçi sabanını sürer, balıkçı balığını tutar. İkarus, can çekişir ama hayat devam eder. Çünkü hayat budur.
Bana sorarsanız, kendi derdimizin dermanı olmak gereklidir, başkasından medet ummadan.
“Eğer evlenirsen, pişman olacaksın; eğer evlenmezsen, bundan da pişman olacaksın; evlen veya evlenme, ikisinden de pişman olacaksın; dünyadaki aptallıklara gülsen de pişman olacaksın, ağlasan da pişman olacaksın; gül veya ağla, ikisinden de pişman olacaksın…” Kim diyor? Kierkegaard. Adam âşık olduğu kadınla evlenmiyor, ya aşkı biterse!.. Aşk, sahip olmadan daha güzel. Yani diyor ki adam, yaşama tutkuyla bağlanın, hayatı sevip yaşayın dilediğiniz gibi, yanlışlar hep var, pişmanlıklar hep var, çok da dertlenmeyin. Diyor.
Ben Kierkegaard’ın yalancısıyım.
2018 benim için, değiştiremeyeceğim sandığım şeyleri değiştirdiğim, değiştiririm sandıklarımı hiç değiştiremediğim, yapamam sandıklarımı yaptığım, yaparım sandıklarımı hiç yapamadığım 1 sene. Sartre beni görse, “Olsun denedin” diyebilirdi. Çünkü her insanın hayatını her an yıkıp yeniden kurabileceğine inanırdı. Herkes inanmalı belki buna. Bütün hikâye Tanpınar’ın sorduğu soruda; “Birbirimizi mi yoksa Boğaz’ı mı çok seviyoruz?”
Cesare Pavese ne derdi; “Kaç yaşında olursan ol, uyuyunca geçecekmiş gibi gelecek ama kaç yaşında olursan ol uyuyunca geçmeyecek” ama ben Cordoba’da doğan Roma’da ölen Seneca’yı dinlerim: “Başlayan her şey biter”. Gündüz geceye döner, gece sabaha…
İyi seneler!..