Aslı Kotaman

17 Mart 2019

Lokma, Mösyö Lö Lokma’ya karşı

Sizce de içine çikolata doldurulan ve üzerine tatlı şekerler serpilen lokma tatlısı, Kezban Paris’te filminde yüzüne maske taktığı için kocası tarafından tanınmayan alafranga kıyafetler içindeki Kezban’a benzemiyor mu?

Lokma tatlısının önlenemez yükselişi ile karşı karşıyayız. Her köşe başında havali isimli bir lokmacı açılıyor. Bir dönem simit ile saray, krallık kelimeleri nasıl cümle içinde buluştularsa bugün de lokma evlerimizden çıkıp caddelerin en süslü köşelerine yerleşmesini kutluyor.

Un, su, maya ve şekerle yapabileceğiniz en kolay tatlardan biri lokma. Küreselleşme en önce yemekte başlamış olacak ki her kültürde farklı bir hali mevcut. Madrid’de bir gece atıştırmalığı olarak çikolataya batırılan churros, Yunanistan’da lokmanın benzeri olarak yapılan loukoumades, İtalyan zeppole, Bulgar mekitzi, Hint jalebi vat. Hatta berliner ve donut’ı saymazsak hatırları kalabilir. Sizi bilmem ama ben bir tatlıyı asla üzmem.

Zaman zaman ortaya çıkan bu eski tatlar, mutfaklarımızdan çıkıyor, kılık değiştirerek mutenalaşıyor. Hafif façayı düzeltiyor, sunumu şıklaştırıyor ve voila! Bildiğimiz hayrına dökülen lokma tatlısı oluyor sana Mösyö Lö Lokma! Bu toplumsal placebolar bizim ikame edilecek yeni anlam arayışımıza denk düşüyor. Anlam kayboluyor, yerine neyi koyacağımızı bilemiyoruz. Medya tüketimi özendiriyor. Bize her gün anlamlı bulabileceğimiz yeni bir “deneyim” öğütlüyor. Ama tüm deneyimler kısa sürede tükeniyor. Sürekli yeni bir hazzın peşinde koşarak durmamaya çalışıyor olmamız bu yüzden. Sıkılmaktan ölesiye korkuyoruz. Eğer bir anlığına durursak bir boşluğa düşebiliriz. Bir anlığına durursak “neredeyim ben?” diye düşünebiliriz. O sebeple durmak yol, yola devam, hatta koşuya devam. Sıkılacağımıza biraz da lokma yeriz. Ama baktınız çok sıkıldınız, hiç çare kalmadı, İngilizce bilenlere önerim Mark A. Hawkins’in “The Power of Boredom: Why Boredom is essential to creating a meaningful life” kitabını okuması.

Norveçli felsefeci Svendsen, hazzın tatmin edilmedikçe daha çok talep edildiğini yazar. Ona göre, bireysel yaşam daha çok merkeze oturdukça, gündelik hayatın bayağılıklarından daha çok anlam talep etmeye başlarız. İnsanın sürekli kendisini yaşanacak hikayesi olan bireysel bir varlık olarak gördüğü içindir ki hep tesadüfi başlangıçların ve mutlu sonların peşinde koşarız. He bir de yeni “deneyim”lerin. Bugünkü hayat içinde ilginç olan tek şey “deneyim yaşamak”tır. Brodsky’ye göre “özgünlük ve yenilik, çoğu zaman ilgi çekicilikten tamamen yoksun olarak görülen bir varoluştan kaçış için sığınak teşkil eden iki değere dönüştü.” Bugün bu sebeple bir “değer”e sahip olan değil ama “ilginç” olan önden koşuyor. Bir anlığına ilginçleşen lokmanın hikayesi gibi. İçine çikolata doldurulan ve üzerine tatlı şekerler serpilen lokma tatlısı, Kezban Paris’te filminde yüzüne maske taktığı için kocası tarafından tanınmayan alafranga kıyafetler içindeki Kezban’a benzemiyor mu?

Eğer bu girdaba kapılırsanız yahu bu bildiğimiz lokma değil mi diye sesli düşünemiyor ama sanki ilginç bir deneyimmiş gibi sineye çekiyorsunuz. Bize bu anlık keyif, coşkunluk, haz ve deneyim literatürünü post modernizm mi kazandırdı? Ama kendisi bu kadar coşkun bir deneyim olmayı başaramadı, ne yazık.

Caddebostan’da açılan yeni lokmacının az ilerisindeki camiinin önünde uzun zamandır hayrına dökülen lokmalar yoldan geçenlere dağıtılıyor. Ama “yeni nesil lokmacılık” şerbetle uğraşmayı sevmiyor. Şerbet, Kezban’ın köylü kıyafetleri gibi. Ondan bir an evvel kurtulmamız gerekliydi. Ama bir sene sonra bu sefer şerbeti muhafaza ederek lokmadan kurtulmak istemeyeceğimizi kim söyleyebilir. Nasılsa bize yeni deneyimler lazım. Kelimeler, nesneler önemsiz. Bu çağın öznesi yüzeysel ilginçlik üzerine kurulu.

Hem yeni nesil lokmanın üstüne karamel, fındık, beyaz çikolata, tahin, pekmez, tarçın, renkli şeker ne varsa koyabiliriz. Ne yiyeceğinizi bilmediğinizde “ortaya karışık” istiyor olmak, herhangi bir zevki içselleştirerek onu öğrenmeye çalışmamak, nitelikten çok niceliğe yönelmek bu çağın vebası gibi.

Orta sınıfın işçi sınıfının mekânını işgal etmesi ve eski sahipleri yerinden etmesi sürecini mutenalaştırma olarak tanımlıyoruz. Şüphesiz bu durumun yemeğin mutenalaşmasıyla da ilgisi büyük. Ama her şeyi kendi sistemi içinde eriten kapitalizm mutenalaştırdığı her yemeği de kendi menüsüne katmayı ihmal etmiyor hem de ona fahiş bir fiyat biçerek.

Hayra lokmanın karşısında 20 TL’lik lokma ve çay menüsü duruyor. Ama siz seçin hangisi daha fiyakalı?