Kaybettiklerimin acısını çekme anlarım bana bir özgürlük verdi. Artık neyi isteyip neyi istemediğimi biliyor ve kazandıklarımı kaybetmekten korkmuyorum. Çünkü elimdekileri kaybetmek yeniden, baştan ve daha sağlam başlayabilmem için beni yüreklendiriyor.
Oysa bir Stoacı olsaydım, bunu çok önceden öğrenmiş olacaktım. Çünkü Stoa felsefesi en kötüsünün olabileceğine hazırlıklı olmamızı ister. Çünkü en kötüsü olabilir, her gün herkese olur. Sana niye olmasın? Ama en kötüsü olduğunda bile ayakta kalabilirsin. Aslolan budur. Usta Yoda ne der; “kaybetmekten korktuğun her şeyin gitmesine izin verebilecek gibi eğit kendini”. İşte bu yüzden usta ya…
Japon kültüründe “tuz” un önemli bir yeri olduğunu öğrenmiştim. Tuz arınmanın sembolü. Japon sanatçı Yamamato şu anda 50’li yaşlarında ve eşini, 4 çocuğunun annesini kaybetmenin yasını tutuyor. Tuz ile labirent misali enstelasyonlar yapan Yamamato, bu işe ilk kız kardeşini 24 yaşında beyin kanamasından kaybettiğinde başlamış. Motoi Yamamato’nun tuzu seçmesinin sebebi bana her zaman büyüleyici geldi. Ayrıca tüm sergilerinden önce saatlerce dizlerinin önünde çökerek oluşturduğu eserleri sergi bitiminde ne yaptığını biliyor musunuz? Eseri, denize atıyor. Tuzu geldiği yere bırakıyor. Ayrıca sergiye gelenlerin de yanlarına birer avuç tuz alarak denize bırakmasını istiyor. Çünkü sanatçıya göre bu bir yeniden doğuş deneyimi ve denize bırakılan tuzla iyileşme süreci devam ediyor.
Sakuralara bakalım. Çiçekleri açıyor, pembeleşiyor ve en güzel zamanında dökülüyorlar. Her bitişin bir başlangıçta olacağını, bitmeden başlamayacağını, gitmesine izin vermezsek yeni başlangıçlara imza atamayacağımızı bize söyleyen sadece Stoacılar değil demek ki, Japon kültürü de bunu yapıyor.
Oysa yaşadıklarımız bir hayatın döngüsüne benzemiyor. Kayıplar ve kazançlar. Bir gün sahip olmadıklarıma ertesi gün sahip olamayışımızdaki olgunluğu Stoa felsefesine dayandırmadığımız kesinleşiyor. Çünkü güç insanı körleştiriyor. İnsan güçlendikçe kaybedemeyeceğine dair bir inanca kapılıyor. Oysa kaybetmek o kadar güzel ki!..
Bakın, bu hafta olanları bir film okuması yapar gibi okuyorum. Sanırım bu mesleki bir deformasyon. Filmler hayata nasıl benziyorsa hayatın kendisi de filmlere benziyor. Çünkü hayatın kendisi bazen yukarıdaki rutinde akmayı reddediyor. Hayat böyle zamanlarda bir trajediye daha çok benziyor.
Gecikmeli mazbatanın “metalepsis”i
Bu hafta bir film olsaydı ne olurdu beraber bakalım!..
Mesela, Tunceli Belediye Başkanı olarak seçilen Fatih Mehmet Maçoğlu’na ilk önce verilmeyen mazbatası bana öykünün içindeki öyküyü hatırlatıyor. Bu aynı Binbir Gece Masallarındaki gibi bir öykünün içine başka bir öykünün girmesiyle oluşan bir yerleştirme. Öykü içindeki öyküleri okuduğumuzda her öykü bir öncekini destekler ve bu durum sinemada aslında anlatıda “metalepsis” olarak adlandırılır. Filmde metalepsisin ne olduğunu bilirsek o zaman bize anlatılanların verdiği referansları takip edebiliriz. Başka bir deyişle öykünün içine giren öykülerin izini sürebiliriz.
5 yaşındaki kızımın uzun süre en sevdiği kitap “Çarli Maytap ve En Sevdiği Kitap”tı. Yine metalepsise örnek olabilecek bir kitap. Çünkü burada hikayeler sanki bir soğanı soyar gibi açılır. Her hikâyenin altından başka ama onunla ilintili bir hikâye çıkar. Ve en ilginci bazı önemli ve büyük gördüğümüz karakterler bir sonraki hikâye içinde silikleşir. Kısaca Çarli Maytap bir kitabı okumaya başlar. Kitap ıssız bir adaya düşen korsan hakkındadır. Korsanın elinde de bir kitap vardır ve o kitap da sarı saçlı bir kız hakkındadır. Sarı saçlı kızın okuduğu kitap, bir ejderhaya fıkra kitabı okuyan şövalye hakkındadır, bu böyle devam eder. Her kapı açıldıkça o kapı başka bir kapıya açılır. Öykülerin içinde başka öyküler gizlenir. Ve en önemlisi karakterlerin aslında kim oldukları onlara nereden baktığına göre şekillenir.
Dolayısıyla her bize anlatılan öykünün içinde başka bir hikâye olduğunu anlarız. Onun içinde başka bir tane ve onun içinde başka. Gecikmeli verilen mazbatanın metalepsisi ne ola ki?
Nihat Doğan’ın söylem analizi
Bir film okumasını da Nihat Doğan ile ilgili haberi okuduğumda da yapıyorum. Zira Nihat Doğan İstanbul ve Ankara’da bundan sonra konser vermeyeceğini açıklamıştı. Pek Nihat Doğan dinlediğim söylenemez hatta uzun süredir şarkı söyleyen kimliği ile ilgili bir haber okumadığımdan onun hala şarkı söylediğini bile yine bu haber ile öğrenmiş oldum. Ancak dedim ya bu film okuması. Doğan’ın sözleri üzerinden bir söylem analizine girişmeli. Sanırım bu sözüyle şarkı söylemeyerek bir grup insanı cezalandırmak istiyor. Onun tuttuğu takımı desteklemeyen, görüşlerini paylaşmayan insanları görmezden gelmek istiyor. Onlara küsmek, onlarla konuşmamak istiyor. Sessizliği bir protesto biçimi olarak kullanıyor.
Sinemada da suskunluk bir protesto aracı olarak kullanıldı daha önce. Hatta Quiet Place filminde ses bir tehlike unsuruna dönüşmüştü! Ama elbette bu sanattaydı. Bu haberi okuyunca ise benim aklıma şu cümle geliyor: “Zaten konuşulmayan konusunda susmalı!”
Sonra bir kadın “biz ona hizmet edemeyiz” diye ağlıyor, videosu Twitter’da dönüyor. Ekrem İmamoğlu’nun İBB Başkanlığı mazbatasını alması durumunda belediyede memur olan kocası adına konuşuyor. Örneğin bu bir melodram anlatısı olabilirdi pekâlâ. Çünkü bu izlediklerimiz bir film olsa aşırılıklar metni olurdu. Ağlayan bir kadın, kaderine dövünen, mağduru oynayan kişi. Aslında başka bir okumayla gerçek olmayan dram.
Son olarak şehrin her yanını kaplayan “Teşekkürler İstanbul” afişleri. Bu sinemanın bir illüzyon olmasına bir kez daha vurgu yapıyor. Bu imgeyi görünce bunun anlatıdaki “dikişsizlik prensibi” olabileceğini söylerdim. Seyirci bu prensipte filmin özünde yatan gerçek dışılığı tümüyle unutur ve maksimum düzeyde bir gerçeklik duygusu hasıl olur. Filmin illüzyonu işe yarar ve film dünyası gerçeğin yerini alır. Yazılar akar, sahne kararır, perde kapanır.
Ben hayatı olduğu haliyle değil ama trajik son ve mutlu başlangıçların olabileceği bir melodram metniyle karşıladığımda taşlar yerine biraz daha fazla oturuyor. Üstelik bu yöntemle hayat her gün farklı bir sinema filmi ya da türü olabilir.
Ve biz kaybedeceğimizi sandığımızda bile daha çok kazanırız.