Dünya siyaseti 2010'larda derin bir değişime uğradı. Özellikle 2016'da küresel hegemonik güç Amerika'da Trump'ın seçilmesiyle tüm dünyada adeta zamanın ruhu (Zeitgeist) diyebileceğimiz bir siyasal hareket var karşımızda: Popülizm. Amerika'dan Rusya'ya, İngiltere'den Hindistan'a, Türkiye'den Brezilya, Macaristan, Polonya, İspanya, İtalya, Çek Cumhuriyeti ve diğer pek çok ülkeye, popülist partiler ya iktidarda ya da yükselişteler. Nasıl ki faşizm iki dünya savaşı arası döneme damgasını vurduysa, popülizm de günümüz dünyası için benzer bir global hegemonik siyasal hareket.
Popülizm olarak isimlendirilen çeşitli hareketler 19. Yüzyıl sonlarından beri tarih sahnesindeler aslında. Rusya'da Narodnik "Halka Doğru" hareketi, Amerika'da 1890'ların Halk Partisi gibi pek çok hareket bu akımın erken örnekleri. Ancak tarihteki bu hareketler hiçbir suretle "zamanın ruhu" olabilecek yaygınlığa ve derinliğe ulaşamadılar. Ulusal ölçekte, yerel örneklerdi. Bugünkü gibi aynı anda yükselen, benzer dinamiklerle beslenen, benzer toplumsal çatışma biçimleri sergileyen, benzer sosyal katmanlara hitap eden bir küresel popülist hareket tarihte hiç olmadı. O nedenle bugünkü global popülizmi geçmiş deneyimlerden ayırmak için "neo-popülizm" olarak adlandırmak daha doğru olur.
Eğer bu hareketler tüm dünyada yaygınlaşmışlarsa, ki öyle, o zaman bu küresel olgunun evrensel dinamiklerini anlamak gerekir. Bir başka deyişle, neo-popülizmin yükselişin derinlerde yatan sebepleri olarak global sosyolojik fay hatlarını bulabilmeliyiz.
Bu fay hatlarının en önemlilerinden biri dünya tarihinde az rastlanılan yaygınlık ve derinlikte gördüğümüz sosyal ve kültürel kutuplaşma olgusu. Derinlerde böyle bir küresel kutuplaşmanın oluşması sayesindedir ki kendi toplumlarını kutuplaştıran, bölen siyasetçiler de her yerde prim yapıyorlar. Üstelik tüm dünyada sıkça gözlemlendiği üzere bu kutuplaşma çoğu kez yüzde 50-50 bandında gerçekleşip ürkütücü bir bipolar duruma işaret ediyor. Yüzde 1 fazla oy alanın "atı alıp Üsküdar'ı geçtiği" ve diğer kutbun tüm hayatını belirlediği tuhaf bir siyasal dönemin içinden geçiyoruz.
Elbette kutuplaşma tarihte her zaman vardı. Ancak bugün yaşadığımız kutuplaşmanın zamanımıza özgü çok belirgin bazı özellikleri var. Her şeyden önce yakın geçmişteki kutuplaşmalar büyük ölçüde geleneksel ideolojiler ekseninde oluşuyordu. Kökenleri 18. yüzyıl Aydınlanma dönemine giden liberalizm, sosyalizm ve muhafazakarlık ekseninde oluşmuş, sosyal sınıf mücadelelerinin çok belirleyici olduğu, sağ ve sol ayrımları üzerinde şekillenmiş bir kutuplaşmaydı. Bugün bu tarz ayrımlar hala önemli olmakla beraber, kesinlikle belirleyici değiller.[1] O nedenle siyasi formasyonları yakın geçmişte oluşmuş siyasetçi kuşağının anlamakta zorluk çektiği bir durumla karşı karşıyayız.
Neo-popülizm bildiğimiz tarzda bir dünya görüşü ya da ideoloji değil, en fazlasından Cas Mudde'ın tabiriyle "ince-merkezli" bir ideoloji.[2] Bunun yerine din, etnisite, kimlik, aile ve cinselliğe yaklaşım, yaşam biçimi gibi idealar, projeler, ütopyalar dünyasından çok "doğuştan," özsel niteliklere ve farklı ahlak anlayışlarına[3] vurgu yapan ayrımlar öne çıkmış durumda. Renklerini bu niteliklerden alan bir "kabile siyaseti" tarzının küresel ölçekte derin bir kutuplaşmaya yol açışına şahit oluyoruz. Ancak tüm bu söylenenler neo-popülizmin kendine has özgün, farklı bir ideolojisi olmadığı anlamına da kesinlikle gelmez. Faşizm ne kadar bir ideolojiyse, neo-popülizmi de aynı şekilde bir ideoloji olarak değerlendirmek gerekir.
Günümüz kutuplaşmasının başka özgül görüntüleri de var. Örneğin bir çalkantılar dönemi olan 1960'lı ve 70'li yıllarında göze çarpan siyasi kutuplaşmalar daha çok elitler arasında ya da elitlerle devlet arasında cereyan ediyordu. Üstelik o dönemde siyasi kavgalarda ön safhada olanlar gençlerdi. Bugün ilginç ve farklı olan büyük kitlelerin karşı karşıya gelmeleri. Çok sayıda insan artık kendi ülkesinin pek çok vatandaşı ile aynı havayı solumak, ortak kamusal alanlarda birlikte olmak istemiyor. Beraber yaşama istenci geçmişle kıyaslanamayacak ölçüde azalmış durumda. "Pasaport ticareti," belki de dünya tarihinde ilk kez, ne yazık ki, büyük bir ekonomik sektör oldu. Dünyanın pek çok ülkesinde gençler artık kendi ülkelerinde yaşamak istemiyorlar. Bugün birbirlerine daha az güvenen, birbirlerinin hayat tarzlarını kendilerininkine "yaşamsal tehdit" olarak algılayan büyük kitlelerden söz etmek mümkün. Başka bir noktadayız.
Bu kutuplaşma öte yandan kendisini coğrafi eksende de belli ediyor. ABD, Rusya, Türkiye ve İngiltere gibi yerlerde son yıllardaki seçim sonuçları coğrafi olarak derin bir ayrışmanın yaşandığını gösteriyor. Neo-popülistlerin siyasi gücü metropollerde ve kıyı bölgelerinde zayıf. Kıyılar ağırlıklı olarak kozmopolitizmin ve küreselleşmenin de yoğun olarak gözlemlendiği bölgeler. Denizden uzaklaşıp iç bölgelere gidildiğinde neo-popülistlerin etki alanlarının genişledigi görülüyor. Coğrafyanın özelde kadın-erkek ilişkilerine, genelde de kültüre etkisi aşikar olduğu için bu coğrafi bölünmeyi pekala kültürel bir bölünme olarak okumak da elbette mümkün.
Büyük metropol kentler ise çeşitlilik, farklılık demek. Farklı kültürleri, farklı değerleri görmek empatiyi, hoşgörüyü ve yaratıcılığı artıran bir etki yaratıyor. Metropollerin enformasyon çağının ve bilgi ekonomisinin merkezleri olması ve daha çok ekonomik ve kültürel fırsatlar sunması bu bölgelere tüm dünyadan en yetenekli ve birikimli gençleri çekmesi de bu şehirlerdeki sosyal ve kültürel hayatı daha çok deneyime açık, kozmopolitan ve küreselleşmeyle uyumlu hale getiriyor. Haliyle buralardaki sosyo-kültürel hava kırlardan ve kasabalardan farklı bir görünüm arz ediyor. Kendi içine kapanan küçük yerleşim merkezleri homojenleştikçe hayat tarzlarından siyasal değerlere kadar pek çok konuda muhafazakârlaşıp, daha fazla etnocentrist bir pozisyona kayıyorlar. Neo-popülistlerin metropollerdeki güçleri daha zayıf. Trump'ın ve Brexit'çilerin seçim kazandığı bölgelerin analizi bunu net bir biçimde gösteriyor.
Dahası, neo-popülizmin toplumsal ikilikler üzerinden siyaset yapma anlayışı referandumları siyasal seçim mekanizmasının asli unsuruna dönüştürme eğilimi taşıyor. Referandum tekniği neo-popülizmin bütün hayatı "ikilikler" üzerinden okuma tarzına çok uygun. Louis Bonaparte Fransa'sında görülen tarzda referandum yapma alışkanlığı hızla yayılıyor ve, ilginçtir, pek çok referandum ve seçim sonucunun Amerika, Türkiye, İngiltere gibi ülkelerde yüzde 50 oranında gerçekleştiğine şahit oluyoruz. Neo-liberallerin başka bir bağlamda 1980'lerde dillendirdikleri "aslında toplum diye bir şey yoktur" şiarı maalesef 21. yüzyılın yeni sosyal dinamikleriyle tam anlamıyla ete kemiğe bürünüyor.
Amerika'da yakın dönemde görülen kutuplaşma çeşitli araştırmalarla ortaya çıkıyor ve ilginç bazı noktalar görülüyor. Hem kitleler, hem elitler bazında hem de siyasal partilerin birbirine her düzeyde uzaklaşması anlamında kutuplaşmanın derinleştiği saptanıyor.[4] PEW Araştırma Merkezi gibi kuruluşların verileri Amerikan seçmeninin sadece siyasi görüşler açısından değil, hayat tarzları açısından da giderek birbirlerinden uzaklaştığını ortaya koyuyor.[5] Devletin rolü, ırk ayrımcılığı, göçmenlik, ulusal güvenlik, çevre meseleleri gibi temel siyasi değerler üzerine Obama döneminde rekor düzeylere ulaşan siyasi ayrımlar Trump ile daha da büyük sıçrama yapıyor.[6]
Türkiye'de 2017'de yapılan bir araştırma kutuplaşmanın niteliğini ve boyutlarını gözler önüne sermesi açısından ürkütücü. En büyük iki partinin 20 şehirde il başkanlarının web sitelerinden fotoğrafları alınıyor ve deneklere "bu fotoğraflardaki kişi sizce hangi partidendir?" sorusu yöneltiliyor. Denekler yüzde 75 oranında doğru tahminde bulunuyor! Toplumsal kutuplaşmanın derinliği sarsıcı bir şekilde kendini gösteriyor.[7]
Peki ne oluyor? Kutuplaşma neden tüm dünyayı kasıp kavuruyor? Dipten gelen dalgalar neler?
Kutuplaşma belirli grupların kendi iç homojenliği artarken, kendi dışındaki gruplarla da heterojenliğin artması ve de çok az sayıda büyük grubun kutupları oluşturması.[8] Kutuplaşmanın bir nedeni onlarca yıldır "kimlik siyaseti" denilen tarzın bizleri getirdiği nokta. "Kimlik siyasetinin" merkezinde insanların neredeyse değiştirmeleri imkansız özellikleri duruyor. Böyle olunca da bu tür bir siyaset tarzının hakim olduğu ülkelerde insanlar kendi kimlikleri ile onu temsil eden partiler arasında kalıcı bir ilişki kurup, oy verme tercihlerini kolay kolay değiştirmiyorlar. [9] Dahası kimliğin hayat tarzı farklılıklarında cisimleştiği durumlarda "dostlar" ve "düşmanlar" biçimindeki "varoluşsal tehditlerin" oluşma potansiyeli artıyor. [10] Bu durum yine bipolar bir yapının oluşmasına katkıda bulunuyor.
Örneğin, pandemi gibi bir "varoluşsal tehdidin" küresel olarak yükseldiği dönemlerde derin bir sosyal ve siyasal kutuplaşmanın zemininin kısa ve orta vadede genişleyeceğini bekleyebiliriz. Uzun vadede ise muhtemelen tam tersi eğilimler öne çıkacak, çünkü "doğanın" biraz da zorla insan türüne bazı şeyleri dayatmasını göreceğiz. İnsanlara virüse karşı deterjan içmelerini söyleyen bir Amerikan başkanı kısa vadede kazansa dahi uzun vadede hem kendisi, hem de ülkesi neo-popülizmin bedelini ağır bir şekilde ödeyecektir. Şimdiden de ödemektedir aslında. (Bu satırların yazımından üç gün sonra Trump'ın Covid pozitif olduğu haberi geldi.)
Kutuplaşmanın boyutlarının artmasındaki bir başka önemli etken "ortalama" vatandaşın sosyal medya ve yaygınlaşan eğitim fırsatları nedeniyle daha çok siyasallaşması, hatta militanlaşması. Artık internet sayesinde her şeyi bildiğini düşünen, sayıları çoğalan ama içi boşalan eğitim kurumlarından diploma almış geniş bir kesim oluştu. Genel olarak bu tür kişiler kendi düşünce ve inançlarına daha katı bir şekilde bağlanıyorlar. Bu tür kesimlerde fanatikliğin ve hoşgörüsüzlüğün daha yaygın olduğunu gösteren ampirik çalışmalar mevcut.[11]
Son olarak, grup kutuplaşması denilen olguyu da dikkate almak gerek. Cass Sunstein'ın ikna edici bir şekilde gösterdiği gibi, kendi grubunuz içinde ne kadar çok iletişim kurarsanız, daha önce sahip olduğunuz inançlarınızı pekiştirme eğiliminiz o kadar artıyor.[12] Genel olarak internetin ve özellikle sosyal medyanın rolü burada çok önemli. "Gizemli" algoritmalar ve kişisel konfora eğilim nedeniyle, insanlar kendileri gibi olan diğer insanlarla çevrimiçi iletişim kurma eğiliminde. Bu da daha fazla kutuplaşmaya yol açıp neo-popülistlerin ekmeğine yağ sürüyor. Doğaldır ki, böylesi kutuplaşmış ortamlarda herkes kendi gerçekliğine inanıyor, yanlış bile olsa hep beraber kendi kutuplaşmış "mahallelerinde" inanılamayacaklara inanıyorlar. İddialar ve veriler bu kutuplaşmış ortamlarda gerçeklikten kopuyor. Bu nedenle "Post-truth" [13] siyaseti denilen zamanımızın olgusu da kısmen kutuplaşmanın bir eseri. Her türlü yalanın mübah sayılabildiği bu "post-truth" dünyasında kutuplaşmış "mahalleler" var ve öteki "mahallenin" insanları karşısında rezil olmanın bir önemi yok, çünkü onlarla artık neredeyse aynı dünya, aynı hayat, aynı gerçeklik yaşanmıyor. Ahlak ancak bir toplum varsa mümkün olabilir. Gettolaşmış gruplar içinde yaşayan toplumlarda ortak ahlaki normlar bulmak her zaman daha zor.
Tarihte eşine az rastlanır bugünkü kutuplaşmanın insanlığı nereye götüreceğini hep beraber göreceğiz. İnsan türü yüzlerce yıldır birbiriyle itişip kakışırken gezegeni çöküşün eşiğine getirdi. Şimdi insanlığın önünde küresel ısınma, kaynakların ve türlerin yokoluşu, pandemiler gibi çok daha büyük sorunlar var. Bu sorunlar ancak dayanışma, kardeşlik ve bir "tür olarak insanlık" kavramını önümüze alarak çözülebilir. Sahici gücü olan büyük uluslarüstü kurumlar inşa etmeliyiz. O nedenle neo-popülizmin siyasette uzun bir ömrü olması çok az ihtimal. Muhtemelen en geç 2020'lerin ortalarında başka bir dünya göreceğiz. Bugün acilen yapılması gereken dünyanın tüm "akil" insanlarının "bu kutuplaşma nasıl aşılır?" konusunda çözümler üretmesi.
[1] Bakınız James Davison Hunter, "the Enduring Culture War", Is There a Culture War? A Dialogue on Values and American Public Life, James Davison Hunter ve Alan Wolfe içinde, Washington DC, 2006, s.13.
[2] Cas Mudde, Populist Radical Right Parties in Europe, Cambridge, 2007, s.23.
[3] George Lakoff, Moral Politics: How Liberals and Conservatives Think, Şikago, 2002, s. 152.
[4] Alan I. Abramowitz ve Kyle L. Saunders, "Is Polarization a Myth?", The Journal of Politics cilt. 70, no. 2 (Nisan 2008), s.542. Ayrıca bakınız Sahil Chinoy, "What happened to America's Political Center of Gravity?" New York Times, 26 Haziran 2019.
[5] Bakınız https://www.pewresearch.org/fact-tank/2014/06/12/7-things-to-know-about-polarization-in-america/, 19 Ağustos 2019.
[6] PEW Research Center report: "The Partisan Divide on Political Values Grows Even Wider:" https://www.people-press.org/2017/10/05/the-partisan-divide-on-political-values-grows-even-wider/. Ayrıca bakınız "America Divided," The Economist, cilt. 429, no. 9116, (3 Kasım 2018), s.11.
[7] Bakınız https://t24.com.tr/haber/vurur-yuze-ifadesi-akpli-mi-chpli-mi-bir-tanesi-kutuplasma-arastirmasindan-ilginc-sonuclar,400805. Ayrıca bakınız: Murat Somer, "Turkey: The Slippery Slope from Reformist to Revolutionary Polarization and Democratic Breakdown," The Annals of the American Academy of Political and Social Science, cilt.681, no.1, 2019, s.42-61.
[8] Joan-María Esteban and Debraj Ray, "On the Measurement of Polarization,' Econometrica, cilt. 62, no. 4 (Temmuz, 1994), s. 824.
[9] Shanto Iyengar, Yphtach Lelkes, Matthew Levendusky, Neil Malhotra,and Sean J. Westwood, "The Origins and Consequences of Affective Polarization in the United States," Annual Review of Political Science, cilt.22, 2019, s.134.
[10] Carl Schmitt, The Concept of the Political, çeviren George Schwab, Şikago, 2007), s.26-7, s.49.
[11] March J. Hetherington and Jonathan D. Weiler, Authoritarianism and Polarization in American Politics, New York, 2009, s. 17.
[12] Cass R. Sunstein, "The Law of Group Polarization,", John M. Olin Program in Law and Economics Working Paper no. 91, 1999).
[13] Murat Somer ve Jennifer McCoy, "Transformations through Polarizations and Global Threats to Democracy,"Annals of the American Academy of Political and Social Science; Thousand Oaks, cilt. 681, no. 1, (Ocak 2019), s.14.