Aris Nalcı

22 Nisan 2016

Ermenistan'ın değil Türkiye'nin Garni'si

Bize Gohar ninenin içinde olduğu hatırlar da yeter.

Kemah'daki Garni Köyü'ndeyiz.

Bir başka tırmanış bekliyor bizi.

Buradaki dağın adı halk arasında Sebuh.

Erzincanlı dostlarımızdan birinin köyü burası. Halen ismi Karni olarak geçiyor. Burası ovadan tepeye kadar 3 farklı büyüklükteki kilisenin ve Ermeni köylerinin bulunduğu bir bölge. Hemen girişindeki köprünün üzerinde gördüğümüz "Karni Köprü" yazısı bir an kendimizi Ermensitan'daki Garni Tapınağı yolunda hissettiriyor.

Köy girişinde rehberimiz Hasan ağabeyin akrabaları karşılıyor bizleri. Oradan yol durumu ile ilgili bilgi aldıktan sonra tırmanışa başlıyoruz. Venk köyü'ne çıkacağız...

1 saatlik zorlu ve karlı bir yürüyüşün ardından vardığımız Venk iki dağın arasına koca bir ovaya kurulu. Hasan amca diabet hastası ama bizden iyi tırmanıyor. Dağdan eriyen karlar Garni çayına katılarak bu ovayı besleyip Fırat nehrine dökülüyor. Ermenice adından da anladığımız gibi (Karn- Karnug-i / Koyun-yeri) burası küçük baş hayvanların otlatıldığı bir yer. Özellikle yazın yaylaya çıkmak için kullanılıyormuş. Şimdi ise hayvancılıkla uğraşanların sayısı eskisine nazaran çok daha az.

Tövbekar defineciler
 

Biz Venk'e vardığımızda her yerin kazıldığını görüyoruz. Bizim artık alışık olduğumuz definecilerin eştiği çukurları Hasan ağabey hazmedemiyor.

"Hiçbi şeye saygıları yok" diyor.

Bir yandan 10 yıl önce geldiğinde bulduğu Ermenice yazılı taşı arıyor bize göstermek için. Definecilerin molozlarının altında kalmış. Belli ki taşı görüp altını kazmışlar. Üstündeki  molzoları ve toprağı temzileyerek fotoğraflıyoruz. Manastırdan bir papazın mezar taşı olduğu anlaşılıyor.

Hasan ağabeyin yolda anlattığı hikâye geliyor aklıma:

"Çocuktum daha. Bir gün yol kenarındaki bir mezarda define varmış diye arkadaşlarımız söylenti çıkarmışlar. Çocukluk işte gittik kazdık. hiçbir şey çıkmadı. Sonra nenem kızdı bize. Ayıp ettiğimizi, ölüleri rahat bırakmamız gerektiğini anlattı. O kadar utanmıştım ki bir daha yanlarına yaklaşmadım onların. Yapanlara da kızdım. Ama çok var. Şimdi düşünüyorum da defineden altın buluğu söylenen ve zengin olan her ailenin başına bir şey geldi. Ya kaza geçirip öldüler, ya aileleri dağıldı."

Çevre köyler yazın arılarını buraya çıkarıyorlar. Venk manastırının olduğu yeri de yazın korunmak geceleri kullanıyorlar. Dönüş yolunda bizi ağırlayıp bu arıların balından ikram eden köydeki dostların dediğine göre köyde nüfus giderek yaşlanıyor. Bu yüzden de gençler şehirlere kaçıyorlar. Arıcılıkla uğraşan son gençler de kovanlarını 350 TL'den satıp göç etmek niyetinde.

Hal böyle işsizlik olunca define söylentileri de alıp başını gidiyor tabii. Erzincan merkezinde altın bulduğu söylenen aileler fişlenmişler bile.

 

"Gerilla var diye dinamitlediler"
 

Bal ve köy peyniri eşliğinde çaylarımız içerken 1990'lardan bir hikâye dinliyoruz bizi ağırlayanlardan:

"80'lerin sonunda gelip asker bizi korucu yapmak istedi. Bizim köy istemedik ama olmasaydık köyde kalamayacaktık. Getirip silah verdiler elimize. Biz de topluca bıraktı silahları gittik. Terk ettik köyü. Durmadık orada. Sonra gelip bir gün götürdüler beni, korucu diye yanlarında. Neymiş gerilla varmış kilisede kalıyorlarmış. Gittik oraya dinamitlediler kiliseyi. Kimseler de yoktu. Taşları tepelerine düşseydi keşke!"

Çay sohbeti derinleştiğinde konuşulanlardan aslında evine girdiğimiz ailede de bahsettiğim Ermeni gelinlerden birinin olduğunu anlıyorum. Ama ısrar etmekte fayda yok, söyledikleri Ermenice kelimelerin ve isimlerin aslında Kürtçe olduğuna inanıyor veya öyle olduğunu düşünmek istiyorlar. Ama şu ironik durumu tespit etmekten de geri durmuyor zihnim:

"Asker 90'larda Abrenk Manastırı'nı dinamitlemek için yanına yine Ermeni aileden gelen ve zorla korucu yaptığı birini almış"...

Gohar ninenin hikâyesi
 

Yola çıkarken birçok eski Ermeni yerleşim yerinin yerinde yellerine eseceğini ve insanların çoğunun Kayseri, Erzurum'daki, Samsun'daki gibi hiçbir şey hatırlamak istemeyeceğini düşünüyordum. Yola çıkmadan sosyal medyadan gideceğimiz yerleri paylaştığımızda Erzincan'da Abrenk Manastırı'nı bulacağımı biliyordum. Ancak bu kadar insan ve hatıra ile karşılaşacağımızı tahmin etmiyordum. Sonradan dostluğumuzun pekiştiği ve Erzincan'da görüşeceğimiz isimleri bizimle paylaşan sevgili arkadaşım Barış ile İstanbul'da buluştuğumuzda  bana anlattığı hikâye yolculuğumuzdan bir gün önce artık Erzınga'nın bir mihenk taşı olacağının habercisi idi.

Garo Paylan'ın meclisteki soy kodu konuşmasından ve benim Gamruç programında kendisinin ifadelerini seyrettikten sonra derin bir araştırmaya giren Barış büyük büyük annesinin Ermeni olduğuna inanıyor.

O inanıyor ama bana anlattığında artık bu konuda pek de şüphe kalmadığını söyledim ona. Dedesinin dedesinin (1890-1954) eşinin adı Gohar (Ermenice mücevher demek). Erzincan'daki Kürt arkadaşlar her ne kadar Kohar'ın (Gohar) Kürtçe mücevher anlamına geldiğini söyleseler de Erzincan dışında tanıdığım hiçbir Kürt dostum bunu doğrulayamadı.

Barış'ın tahminleri ve anlattıkları da şöyle: "Nenem Nisan aylarında çocukları toplar yumurta tokuştururdu... (Paskalya'dan bahsediyor) Bazen de anlamazdık ne dediğini, derlerdi ki 'Kürtçe konuşuyor', ama nasıl bir Kürtçe ise aileden kimse anlamazdı."

Şimdi barış soy kodunu bulmaya uğraşıyor. Ama resmi kaynaklara göre soy kodu kaldırıldı. Ya da bize öyle söyleniyor. Oysa Müslümanlaşan, Kürtleşen, Alevileşen, Çerkesleşen, Türkleşen Ermenilerin birçoğu daha yeni bir kimliksel uyanış yaşıyordu. Belki Barış gibi birçokları artık kodlarının bir 'utanç' olmadığını farkına varacaktı.

Ama olsun bize Gohar ninenin içinde olduğu hatırlar da yeter.

Değil mi Barış?


Arta Kalan Projesi Açık Toplum Vakfı, Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği, Calouste Gulbenkian Vakfı, Aziz Surp Tur ve Ermeni Kültürü ve Dayanışma Derneği tarafından desteklenmiştir.

Fotoğraflar :Umut Vedat