“Saksı değilim ben! Bana saksı muamelesi yapamazsınız!.. En çok bana soracaksınız!”
Geçtiğimiz günlerde yaşamını yitiren Erol Büyükburç, bir vakitler jüri olduğu bir televizyon programında sunucunun kendisine az söz hakkı vermesi üzerine sinirlenip bağırarak bu sözleri söylemişti.
Annemin genç kızlığında Türkiye’yi şöhreti ve şarkılarıyla kasıp kavuran, hınca hınç dolan konserlerinde sahneye tahtla çıkan,çevirdiği filmler gişe rekorları kıran, kıyafetleri ve tavırlarıyla bir nesile rol model olmuş ‘Türk pop müziğinin kralı’ Erol Büyükburç…
Yaşlanıp gözden düşmeye, hele hele müzikal otoritesinin bir avuç yeniyetme tarafından küçümsenmesine isyan eden, yine eski günlerdeki gibi saygı görmek isteyen, müzik üzerine söylediklerinin kati doğru kabul edildiği günlere dönmek, yine tahtların üzerinde gezmek isteyen Erol Büyükburç…
Büyükburç’un “saksı değilim” diyerek tarif ettiği hazin yenilgisi, onyıllarca el üstünde tutulmuş bir sanatçının popülaritesinin son demlerini acıyla idrakıydı aslında. “Saksı değilim” sözü, o dönemden sonra çokça mizahın malzemesi olsa da bir yanıyla hep hüzünlü gelmiştir bana. Çünkü bu sözün içerisinde, zamanın gerisinde kalmış ve bir ölümlü olarak başka çaresi de olmayan bir popüler kültür ikonunun yaralı öfkesi vardır.
Türkiye’de pop müziğin şekillenmesinde, star algısının gelişmesinde büyük emeği olan bu değerli müzik adamı bir köşeye konmak, bayramlarda el öptürüp bir kenara çekilmek istemiyordu. Yine en güçlü olduğu dönemlerdeki gibi müzik ondan sorulsun, kimin içinde yıldız olup olmadığına o karar versin istiyordu.
Ama onun zamanı geçmişti…
Ve artık halk alkışlayacak, sevecek, odasına posterini asacak başka starlar bulmuştu…
Büyükburç, “saksı değilim ben” diye bağırarak aslında “beni yine eskisi gibi sevin, eskisi gibi saygı duyun” diye sitem ediyordu. Ama sesini yükselttikçe gülünçleşiyor; bir zamanlar her hareketiyle şekillendirdiği popüler kültüre son katkısı ise jüri masasından bağıra çağıra ekrana yansıyan görüntüleri oluyordu.
Bana Büyükburç’un bu hazin sonunu düşündüren ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 21 Mart Cumartesi günü Denizli’de yaptığı konuşma oldu.
Erdoğan’ın siyasete fazlaca karıştığı eleştirilerine yanıt olarak sarfettiği “Ben konu mankeni değilim” sözü ile Büyükburç’un “saksı değilim” sözü arasında bir ruhdaşlık yok mu sizce de?
Bakın Erdoğan Denizli’de kentin STK’ları ile buluştuğu bir yemekte siyaset yaptığı eleştirilerine nasıl karşılık veriyor:
“Ne demek o? Cumhurbaşkanı siyasetin dışında olabilir mi? Siyasetle ilgili söyleyebileceği hiçbir şey yok mu? Bunlar kendilerine göre konu mankeni arıyorlar. Ben Cumhurbaşkanı olarak konu mankeni değilim."
Erdoğan’ın bu sözlerine bakıp siyaseten son demlerine giriş yaptığını söylemek, en azından şimdilik çok mu abartılı olur? Belki. Ama ‘Erdoğan’ mitinin artık herşeye kadir olmadığını, kendi teşkilatı içindeki çatlakları engelleyemediğini de görmek gerekiyor.
Malum, işaret fişeğini “Kürt sorunu yoktur” sözleriyle atan Erdoğan haftasonu önce çözüm sürecini takip etmek ve İmralı’ya gitmek üzere bir İzleme Kurulu kurulmasına karşı olduğunu açıkladı. Ardından da 28 Şubat’ta Dolmabahçe’de hükümet üyeleriyle HDP’lilerin birlikte görüntü vermesini doğru bulmadığını söyledi.
Erdoğan’a göre İzleme Kurulu da Öcalan’ın 10 maddelik öneri paketi de hükümetin bu önerilere “eyvallah” demesi de yanlış! “İstemiyorum” diyor; “ben bunu tasvip etmiyorum” diyor. Çünkü Erdoğan, Kürt hareketinin son dönemde giderek artan bir şekilde “Türkiye’nin demokratikleşmesinin garantisi” olarak algılanıyor olmasından fazlasıyla rahatsız. Öcalan’ın giderek hem Türkiye’de hem dünyadaki popülaritesinin arttığını da kaygıyla izliyor. “Kürt sorunu yok artık.
İnkar vardı, biz kaldırdık. Ama artık özerklik falan diyorlarsa, bunlar olmaz” diyor.
Yani aslında paradoksal bir şekilde, cemaate söylediğini Kürt siyasi hareketine de söylemeye çalışıyor: “Ne istediniz de vermedik!”
Barışın ‘Kürt diye bir şey varmış’ demekten ibaret olmadığını, Kürtlerin anadil ve yerinden yönetim hakkını almadan ortak yaşamın mümkün olmayacağını görmek istemiyor. Erdoğan, uğruna baldıran zehri içmeye hazır olduğu, kefenini cebinde taşıdığı çözüm sürecinin bu haliyle “iyi bir yerlere gitmediğini” düşünüyor. Öte yandan kurt bir siyasetçi olarak olası barışın siyasal rantını kimselere kaptırmak da istemiyor.
AKP kurucusu ve hükümet sözcüsü Bülent Arınç’ın iki gün üst üst üste Erdoğan’a “Bizi eleştirerek hükümeti zayıflatıyorsun. Seçime giderken bunu bize yapma” mealindeki sözleri çok önemli. Belli ki Arınç, kapalı kapılar ardında çözülemeyen üslup ve yönetim sorununu toplumun önüne taşıyarak Erdoğan’a “Bizi zayıflatarak kendini de zayıflattığını unutma” mesajı veriyor.
Erdoğan son birkaç ay içinde MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın milletvekilliği konusunda Başbakan Davutoğlu ve Fidan’a, Dolmabahçe görüşmesinden dolayı da Yalçın Akdoğan’a ayar vermiş oldu.
Bugüne kadar Erdoğan’ın en güvendiği 3 kişi kim diye sorulsa, herhalde yandaşlarından karşıtlarına herkes bu 3 ismi sayardı: Davutoğlu, Fidan ve Akdoğan…
Bugün ise bu üç isim, attıkları her adım sonrasında Ak Saray’dan gelecek fırçayı tahmin etmeye çalışıyorlar gibi. Bu süreçte Arınç’ın eleştirilerine karşı Erdoğan’ı savunmak ise Mehmet Metiner’e düşüyor. Varın siz düşünün kudretli Cumhurbaşkanı’nın geldiği noktayı.
Erdoğan’ın çözüm sürecine yönelik olarak “Kürt sorunu yoktur” lafıyla başlattığı, İzleme Kurulu ve Dolmabahçe görüşmesine karşı çıkmasıyla sürdürdüğü tavrı, bana Erol Büyükburç’un “saksı değilim ben” sözlerini fazlasıyla hatırlatıyor.
En yakın kurmaylarını kamuoyu önünde küçük düşürmek pahasına, seçime hazırlanan bir hükümeti zayıflatmaya dönük açıklamalarla Erdoğan, “sözümden dışarı çıkmayın” demeye çalışıyor.
Ancak kendi yoldaşlarının da seçmenlerinin de bu kadar gerim gerim gerilen bir siyaset dilinden artık hazzetmediğini göremiyor.
Başkanlık hayalleri HDP’nin yükselişi ile suya düşen Erdoğan, AKP tabanından MHP’ye kayan oyları kaybetmemek için yine “idam” ağzına sarılıyor. Bu yüzden kurduğu hareketin tek sıra hizalanıp kendisi ne diyorsa harfiyen yerine getirmesini istiyor. Seçimlerden galip çıkmanın, başkanlık sistemini getirmenin tek yolunun ‘Erdoğan’ mitini harlamak olduğuna inanıyor.
İşte bu yüzden, gözlerinde yol arkadaşlarına dair hayal kırıklığını saklamaya çalışarak “saksı değilim” diye haykırıyor.