Türkiye’de çok partili döneme geçildiği 1950 yılından bu yana 70 yıldır sol hiçbir zaman tek başına iktidar olamadı.
Ecevit’in sağdan bazı milletvekillerini transfer ederek iktidar olduğu kısa dönem ile sol ve sağ partilerin birkaç defa yaptığı kısa süreli koalisyonlar bu olguyu değiştirmez.
Buna rağmen en azından yakın zamana kadar nedense sağcıların solculara göre çok daha "vatanperver" oldukları yönünde genel bir inanış vardı.
Yani solcuların ülke menfaatlerini pek düşünmedikleri ve devletin korunması ve ülkenin geliştirilmesi ve kalkındırılması konularında ya ilgisiz ya da beceriksiz oldukları imajı yaygındı.
Taa ki yakın zamanlara kadar.
Son gelişmeler de iyice gösterdi ki bu inanış aslında sadece bir şehir efsanesi imiş.
Tabii ki sol hiç tek başına iktidara gelemediği için solun sağdan daha mı vatanperver olduğunu teknik olarak test etme imkânımız olmadı.
Ama en azından şunu net biçimde söyleyebiliriz:
Sol iktidara gelse, ülkeyi sağdan daha kötü yönetemezdi!
Çünkü ülkeyi 70 yıldır yöneten sağın ülkeyi getirdiği nokta belli.
Mal meydanda!
Ortada koskoca bir denizi bile pislikten, kirlilikten çürütülen bir ülke var.
Yani çevre politikaları tam olarak iflas etmiş.
Küresel bir pandemi herhalde ancak bu kadar kötü yönetilebilirdi.
Yolsuzluk ve mafya düzeninin devlet yönetimi ile iç içe geçtiği açıkça ortaya açılıp saçıldı.
Ekonomi yönetimi felaket.
Hiçbir yatırımcı önünü göremiyor. Öngörülebilirliğin ve akıl-objektivite-rasyonelliğin terk ettiği bir ülkeye hangi yatırımcı risk alıp yatırım yapsın. Niyeti zaten irrasyonel yolsuzluk düzeninden nemalanmak değilse tabii.
Sürdürülebilir yatırım ortamı olmayan bir ekonomide gençlere ve işsizlere nasıl bir gelecek inşa edebilirsiniz? Yoksulları nasıl orta sınıfa çekebilirsiniz?
İnsan hakları ve hukuk devleti sicili zaten içler acısı durumda.
Yargı erki bağımsız ve tarafsız bir devlet erki olma niteliğini fiilen büyük ölçüde kaybetmiş.
Otoriter eğilimlerini saklama ihtiyacı bile duymayan tek bir kişinin iki dudağının insafına terk edilmiş bir demokrasi anlayışı.
Yani sağ iktidarlar 70 yılda ülkede herşeyi ellerine yüzlerine bulaştırdılar.
Ortadaki başlıca somut şeyler yapılan duble yollar, otoyollar ve köprüler.
Onları da pahalılıktan kimse kullanamıyor.
Geçiş garantilerinin hazineye ve dolayısıyla halka getirdiği mali yük çok fazla.
Hafta sonu Ankara’dan Mersin’e gittim geldim.
Sadece gidiş geliş otoyol ücreti tam 500 TL. Yakıt ücreti de eklenince halkın seyahat özgürlüğü ciddi kısıtlanmış durumda.
Zaten kullanan da çok az.
Bu işleri içeriden çok iyi bildiği anlaşılan Sedat Peker’in söylediğine göre bu tür büyük altyapı ihalelerinde devletin ya da geçiş garantileri ile halkın kasasından çıkan rakam, işin gerçek bedelinin tam 5 katı imiş.
Yani yol, köprü, hastane vs. için harcanan paranın beşte dördü yolsuzlukmuş ve halka kazık olarak geri dönüyormuş.
Mesela bir otoyol için ihale yap. Aslında 200 milyona yaptırılabilecek işi 1 milyara yandaş iş adamına ver. Yani 200 milyonluk iş için halkın cebinden 1 milyar çıksın. Kalan 800 milyonu yandaş iş adamı-mafya-parti-siyasetçi-bürokrat kendi arasında paylaşsın. Hem tüm partili ve yandaşlar inanılmaz biçimde zenginleşsin. Hem de halk bunlar iş yapıyorlar diye daha çok oy versin.
Tam bir "win-win" düzeni.
Paralar bitmese ve kaynaklar sonsuz olsa iyiydi de. Paralar suyunu çekmeye başlayınca ve ekonomi bu yolsuz düzeni finanse edecek daha fazla kaynak bulamaz olunca işler sarpa sardı.
Pasta küçülmeye başlayınca paylaşım kavgaları da artmaya ve böylece de pislikler su yüzüne çıkmaya başladı.
Meğer sağcılar vatanseverliğin ve milliyetçiliğin sadece ticareti ile meşgulmüş. Asıl dertleri vatan-millet edebiyatı arkasında kendi işlerini yüzdürmekmiş. Gerçek yurtsever sağcılar istisnaymış.
Ülke güvenliğini ve yüksek menfaatlerini mafyaya ve çetelere havale etmekle vatansever olunmuyormuş.
Asıl yurtseverler aslında belki de vatanperverliğin yanına bile yaklaştırmadıkları solcularmış.
Üstelik din ve inanç "ticareti" yapma tekeline sahip sağ, sola karşı maça hep 3-0 önde başlıyor. Yani maç zaten şikeli ve adil değil.
Ama değişim de ötelenemez artık.
* Prof. Dr., Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi