Ülkede büyük çoğunluğu illegal olan 8 milyon civarındaki göçmen ve sığınma arayanların çok ciddi bir sosyolojik ve politik sorun oluşturmasına hemen her kesimden tepkiler gelmeye devam ediyor.
Çok kısa süre içinde gerçekleşen ve halen de devam ettiği anlaşılan bu vahşi göçmen dalgası ülkede yaklaşan seçimler öncesi siyasetin en önemli gündem maddelerinden biri olacağa benziyor.
Bu bağlamda en öne çıkan siyasi aktör, siyaset bilimi profesörü de olan ve milliyetçi cenahta bir süredir fiilen siyaset de yapmakta olan milletvekili Ümit Özdağ ve yeni kurduğu Zafer Partisi.
Özdağ ve Zafer Partisini bir anda ülke gündemine sokan olgu, Türkiye'ye son dönemde güney ve doğu ülkelerinden (Suriye, Afganistan, Pakistan, İran vs.) gelen milyonlarca göçmen ve sığınma arayanları ülkeden zorla da geri gönderme vaadi.
Böylece bu çok önemli toplumsal ve politik sorunu ülke gündemine bir anda sokma becerisi Özdağ ve partisini ön plana soktu.
İktidar ve muhalefet bloğundaki partiler dahil, siyasetle bağlantılı hemen her kesim Özdağ ve Partisinin göçmen/mülteci tepkisine karşı lehe veya aleyhe bir pozisyon alma ihtiyacı hissetti.
Özdağ ve Zafer Partisine "ırkçı" suçlamasıyla sert tepki veren çevreler bile aslında dolaylı olarak bu yeni fenomenin siyasetteki belirleyici rolünü teyit etmiş oluyor.
Reklamın iyisi kötüsü olmaz misali.
Sonuçta bu konudaki siyaset gündemini henüz kurulalı 1 yıl bile olmamış bir parti ve kimsenin siyasette bu kadar becerili ve popüler olmasını beklemediği Özdağ belirlemiş oldu.
İçişleri Bakanı ile girdiği polemik ve insanların bir maç izler gibi merakla beklediği enteresan düello meydan okuması da bunda etkili oldu kuşkusuz.
Aslında buradaki asıl sorun, Özdağ ve Zafer Partisi tarzı bir "yeni milliyetçiliğin" ülkede daha önce tecrübe ve test edilmemiş olması.
Yani tamamen yeni bir tarz milliyetçilik.
Yeni moda milliyetçilik
Bu yeni milliyetçiliği ortaya çıkaran faktör ise yukarıda belirtilen ani ve hızlı göçmen istilası.
Bu yeni milliyetçilik Batı'da ve özellikle Avrupa'da uzunca bir süredir gündemdeydi ve artık iyice yerleşmişti.
Ama ülkemizde henüz çok yeni.
Bu yeni milliyetçilik, eski tarz milliyetçilik gibi kendi ırkını veya milletini en üstün ırk veya millet olarak gören; diğer ırk ve milletleri daha aşağı gören ya da kendi ülke sınırları içinde yaşayan etnik azınlıkları daha üstün olarak gördüğü kendi tek be milli kültürü içinde eritmeyi (asimile/entegre etmeyi) amaçlayan bir milliyetçilik değil.
Türkiye'de uzun süredir MHP'nin bayraktarlığını yaptığı eski tarz milliyetçilik bu.
Bu milliyetçiliğin ise büyük ölçüde Kürtler üzerinden kendisini meşrulaştırmaya çalıştığı biliniyor.
Eski tarz (old school) Türk milliyetçiliğinin açmazları
1960'lardan bu yana MHP ile sembolikleşen eski tarz milliyetçilik, üç aşağı beş yukarı şunu savunuyor:
Türk olmak üstün bir özelliktir; Türkler dünyanın en asil milletlerinden biridir; öyleyse Türkiye'de yaşayan ve etnik (ırksal) açıdan Türk olmayan unsurlar da kendisini Türk olarak hissetmek ve tanımlamak zorunda; bu farklı unsurların (Kürtler gibi) başka bir etnik kimliği benimsemek istemesi Türkiye'de Cumhuriyet ile inşa edilen ulus devleti yıkmaya çalışmak anlamına geldiği gibi Türk kimliğini de yadsımak ve beğenmemek anlamına geleceğinden kabul edilemez!
Yani Türkiye'de yaşayan başka etnik unsurlar Türk kimliği içinde asimile olmayı reddederse devlete meydan okumuş olur ve cezalandırılır. Kaldı ki zaten bu asimilasyonu sağlamak için ırk esası değil kendisini Türk hissetme/kabul etme esasını benimsedik! Ne mutlu Türküm diyene! ("Türk olana" değil).
Ülkede yaşayan farklı etnik grupları tek bir baskın millet potasında eritme/asimile etme/entegre etme anlayışı klasik ulus devlet yapısında gerek ülke içindeki çok daha küçük etnik gruplar için (Lazlar gibi), gerekse ülkedeki belli bir bölgede çoğunluğa ulaşamamış ve ülke içinde dağılmış farklı etnik kimlikler için (Çerkezler gibi) işe yarayabilir. Nitekim büyük ölçüde yaramış da.
Ne var ki hem belli bir bölgede çoğunluğa sahip hem de sayıca ciddi bir boyuta ulaşmış farklı büyük bir etnik grubu (Kürtler gibi) dominant bir etnik kimlik (Türk) kazanı içinde istenildiği gibi eritmenin o kadar da kolay olmayacağı hatta mümkün olmayacağı en baştan belliydi.
Diğer bir anlatımla, ülkenin bir bölgesinde (Güneydoğu) çoğunluğa ulaşmış ve sayıları 15 milyon civarında bulunan farklı bir etnik grubun (Kürtler) kafasına vura vura "siz kendinizi Kürt değil Türk hissetmek zorundasınız!" demenin hele de 21. yüzyılda mümkün olmayacağını bilmek için sosyolog olmaya da gerek yok zaten.
Sorun muhtemelen ülkenin sınırlarının en başta yanlış çizilmiş olması mı?
Belki. Ama bu tartışmanın şu anda kimseye yararı da yok zaten. Olan olmuş bitmiş.
Gelinen noktada ise ülkenin sosyolojisi de siyaseti de hukuku da zaten bu sorunu çözmeye muktedir değil.
Uzun bir süre de çözüleceğe benzemiyor.
Evrensel demokrasi ve hukuk değerlerini benimsemek olsa olsa bu sorunu hafifletebilir ve bu bile mevcut duruma göre ciddi bir olumlu adım olur.
Ama bu "eski tarz" Türk Milliyetçiliğinin kendini tekrar "retoriği" içinde debelendiği ve bu haliyle başarısızlığa mahkum olduğu da bir gerçek.
Yeni milliyetçiliğin meşruiyet sorunu
Avrupadaki yeni tarz milliyetçilik ise ülkeye sonradan gerek üçüncü dünya ülkelerinden ekonomik göçmen olarak, gerek mülteci olarak gerekse eski sömürgelerden gelen "yabancıların" ülkeden kovulmasını ve geldikleri ülkelere geri gönderilmesini ve böylece ülkenin yabancılardan ve farklı etnik/kültürel gruplardan arındırılmasını hedefliyor.
Bu yeni milliyetçiliğin farklı tonları bulunsa da, temel amaç özellikle üçüncü dünyadan gelmiş yabancı göçmenleri kendi kültürü içinde eritmek/sindirmek değil. Hele sayılar artınca, bunu doğru da bulmuyorlar, mümkün de.
Çıtayı mümkün olduğunca yükseğe koyup, bu yabancıları bütünüyle ülkeden arındırmayı hedefliyorlar.
Tabii ki bu yeni milliyetçilik yabancıların Hitler tarzı yok edilmesini savunmuyor.
O kadar da insanlıktan çıkmış değiller.
İlk etapta yabancıları sosyal güvencelerden yararlandırmayıp; yabancılara hiçbir sosyal yardım ve olanak tanımayıp, yabancılara iş vermeyi ve çalışma haklarını kısıtlayıp, ülkeyi kendi kendilerinin terketmesine zorlamak isteniyor.
Örneğin Marine Le Pen Fransa'da iktidara gelirse ilk bunları yapacak.
Yani yeni tarz milliyetçilik zamanında baba Le Pen'in dediği türde bir yaklaşım içinde.
"Ben yabancıları çok severim! Onlarla hiçbir sorunum yok! Ama benim ülkemdeyken değil, kendi ülkelerindeyken!"
Öyle anlaşılıyor ki bu yeni tarz milliyetçilik öyle ya da böyle yakında tüm Avrupa'da hatta Batıda baskın hale gelecek.
Bizdeki bu yeni tarz milliyetçilik ile Avrupadaki arasındaki temel fark ise, orada şimdi kurtulmak istenen yabancıların büyük çoğunluğunun zamanında meşru ve legal yollardan ülkeye gelmiş olması. Çoğunu "misafir işçiler" ve legal göçmenler olarak o ülkelerin davet etmiş olması.
Dahası da gelen yabancıların uzun bir zaman süreci içinde peyderpey gelmiş olması.
Yani bir anda ve kısa süre içinde istila mahiyetinde 8-10 milyon yabancının aniden ülkeye gelmiş olması söz konusu değil.
Dolayısıyla onların zamanında bizzat kendilerinin çağırdıklarına şimdi "artık size ihtiyacımız kalmadı! Tasınızı tarağınızı toplayın gidin!" demelerinin meşru temeli de baştan yok.
Bizdeki son durum ise bu noktadan yabancılar lehine böyle bir meşruiyet taşımıyor.
Tersine, dünyanın hiçbir ülkesi bu kadar kısa zamanda bu kadar fazla sayıda göçmeni taşıyamaz.
Bunun sonucunda siyaset de boşluk kabul etmeyeceğinden, bu boşluğu en kısa sürede doldurabilen siyasi oluşum ve aktör parsayı toplar.
Özdağ ve Zafer Partisi'nin yükselişi bu nedenle sürpriz değil.