MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve Abdullah Öcalan
Sayın Bahçeli’nin birkaç gün önceki, Öcalan’a hukuksal statü verilerek PKK terörünü çözme önerisi ile dünkü açıklamasında ülkede “Kürt sorunu olmadığı ve hiçbir zaman da olmayacağı”nı vurgulamasını nasıl okumak gerekir?
Bence aslında bu konuda tereddütleri giderdi ve durumu netleştirdi.
Sonuçta tüm bunlardan benim anladığıma göre Sayın Bahçeli şöyle bir matematiksel denklem kuruyor:
Türkiye’de Kürt sorunu yok ve hiçbir zaman olamaz!
Bu tartışılmaz ve tartışılması teklif dahi edilemez bir olgu! Yani bilimsel terimle bir “aksiyom.”
Buna karşılık Türkiye’de PKK tarafından tek yanlı biçimde yaratılan bir ayrılıkçı terör sorunu var.
Yani Kürt sorunu yok, sadece PKK terörü sorunu var.
Madem PKK’nın başı, kurucusu ve en üst lideri Öcalan’dır.
O halde Öcalan TBMM’ye gelip konuşma yaparak PKK’nın silah bırakmasını ve kendini feshetmesini istesin.
Eğer çağrısı başarılı olur ve PKK kendini feshederse ve terörü bitirirse, biz de (kim isek o? Halk mı? TBMM mi? Hükümet mi?) “umut hakkı” çerçevesinde kendisini serbest bırakalım.
Böylece mutlu son olsun. Herkes istediğini alsın.
Türkler terör sorunundan kurtularak, Kürtler de liderlerine kavuşarak, sorunlar çözülmüş olsun!
Zaten Kürt sorunu hiç olmadığına göre, terör sorunu da Öcalan hapisten çıkarılarak çözülüverir!
Olmayacak duaya âmin
Dünkü “Kürt sorunu yoktur ve olamaz!” çıkışı net biçimde gösterdi ki meğer Sayın Bahçeli’nin önerisi aslında tam bir “Zihni Sinir procesi” imiş!
Bilmeyenler için hatırlatma: “Profesör Zihni Sinir”, çok karmaşık sorunlara çözüm için çok basit, ilginç ve bir o kadar naif ve tabii ki gerçekçi olmayan çözüm öneren ve İrfan Sayar tarafından yaratılan bir çizgi roman karakteri.
Zaten ittifak ortakları iktidar partisi ve lideri de bu öneriyi pek tutarlı bulmamış olacak ki önerinin üstünden günler geçmesine karşın AKP en üst yönetiminden öneriyi çok açık ve net sahiplenme görmedik.
Hükümet öneriyi benimsedi ve sahiplendi ise niçin hemen devreye alınmadı?
Şu ana kadar anlaşılan o ki Bahçeli’nin önerisini Hükümet realist bulmuş değil. Çünkü önerinin gereğini yapacak henüz somut bir adım atmış değil.
Kaldı ki zaten “Kürt sorunu yok ve hiç olmadı!” yaklaşımı Kürt halkı ve demokratik muhatapları nezdinde baştan bir tür “ağam bizimle eğleniyir?” tarzında, “siz bizimle dalga mı geçiyorsunuz!” tepkisi doğurmayacak mı?
İşin esprisi bir yana, eğer iktidar bloğu siyasi, sosyal ve ekonomik tıkanmışlığına çare olarak ve “zaten oylarımız iyice eridi, bari Kürtlerden biraz daha oy alalım!” oportünizmi ile yeni bir Kürt sorununa çözüm süreci başlatma niyetindeyse, sanırım ilk düğme çok yanlış bir yerden düğümlendi. Bu nedenle devamı da iflah olmaz.
PKK istediğini almadan silah bırakır mı?
Bu arada son TUSAŞ terör saldırısı sanki Öcalan’ın “PKK’da halen benim sözüm geçer ve istersem silah bıraktırırım!” tarzındaki ifadesini de açıkça çürüttü.
Yani Öcalan’a “kontrol o kadar da sende değil, liderliğin sadece sembolik!” mesajı da verilmiş oldu gibi.
Gerek PKK/Kongra-Gel’in Batı dünyası nezdindeki temsilcisi Zübeyir Aydar’ın gerekse Kandil adına konuşan Murat Karayılan’ın basına yansıyan açıklamaları da bunu doğruluyor.
Mesele PKK tarafı açısından zaten Öcalan’ın serbest kalması kadar basit değil.
Silah bırakılacak ve PKK tasfiye edilecekse bunun Kürtler açısından risk almaya değecek bir somut kazanım karşılığı olmasının isteneceği çok açık.
Bu noktada eşit koşullarda bir pazarlığı şart koşacakları ve pazarlığı çok üst perdeden açacakları çok belli.
Kürtlere bölgesel özerkliği de içeren anayasal statü gibi.
Yani Kürtlere anayasal statü gibi bir kazanım elde etmeden PKK’nın silah bırakacağını ve terörü mutlak biçimde sonlandıracağını beklemek ciddi saflık olur. Gerçekçi olmaz.
Türklere soran olmayacak mı?
Böyle bir talebe ise Hükümet kanadında olumlu yanıt verebilecek politikacı bulunur mu?
Şimdiden futbol maçlarında bile seyircilerin “Teröristbaşı Meclis’te konuşturulamaz!” diye tezahürat yaptığı görüldüğüne göre, o iş çok çok zor.
Bir şekilde hükümet kanadından böyle bir anayasal veya yasal statüye dolaylı da olsa olumlu yanıt verilse bile, TBMM’den bu yönde kanun veya Anayasa değişikliği çıkmasını beklemek için sanırım ciddi biçimde naif olmak gerek.
Nitekim kanunla özel af getirilmedikçe Öcalan’ı hapisten çıkarıp TBMM’ye getirenler ve getirme emri verenler açıkça suç işlemiş olacaklar. Memurların konusu suç olan emri yerine getirmesi Anayasa’ya göre cezai sorumluluklarını kaldırmaz.
Kaldı ki Sayın Mansur Yavaş’ın da haklı biçimde işaret ettiği gibi, bu yönde bir onay bir biçimde TBMM’den geçse bile mutlaka ayrıca halka da sorulmalıdır.
Zira ülkede egemenliğe ve ulusal bütünlüğe ilişkin böylesine önemli bir konudaki temel kulvar değişikliğinin bir referandumla halktan doğrudan onay almadan yapılması kesinlikle meşru olmaz.
Diğer bir anlatımla, ülkede Türklerin çoğunluğunun onayını almadan Kürt sorununu çözemezsiniz.
Son seçimde ülkeyi yönetmek için halktan aldığınız kıl payı onay ülkenin geleceğine yönelik böylesine yaşamsal bir konuda halka danışmadan halk adına karar almanıza yetmez.
Terör örgütü lideri resmi muhatap alınırsa terör kazanmış olmaz mı?
İşin bir de başka önemli yönü var.
Gerek Kürt sorununu çözmek adına olsun gerekse salt terör sorununu çözmek adına olsun, bu konuda resmi muhatap olarak terör örgütünün baş yöneticisi kabul edilirse, sonuçta terör kazanmış olmayacak mı?
Sonuçta amacına ulaşmak için terör örgütü kurarak teröre başvuran, hükümeti pazarlık masasına oturtarak ve pazarlıkta resmi muhatap olarak da kendisini empoze ederek, istediğini almış olmayacak mı?
Böylece terör de meşrulaştırılmış olunmayacak mı?
“Sorun çözülsün de varsın öyle olsun” diyebilirsiniz.
O zaman da “terörle mücadele başka Kürtlerin haklarının verilmesi başka”, “Kürtler ile terörü ayrı düşünmek gerekir”, “Kürt sorunundan terör sorununu ayrıştırmak lazım” tarzı klasik söylemi nereye koyacağız?
Eğer bu klasik söyleme itibar edeceksek, o halde Kürt sorununun çözümü için terör örgütü liderini resmi muhatap almak çok ciddi bir çelişki olmayacak mı?
Üstelik hem ulusal mahkemelerce hem de ulusalüstü mahkemece (AİHM) terör örgütü yöneticiliği ve terör sorumluluğu tescillenmiş birini resmi muhatap almanın hukuksal altyapısını nasıl kuracaksınız?
Kürtlerin mevcut veya önceki seçilmiş meşru temsilcileri varken, bu konudaki resmi muhatap ancak onlar veya onlardan biri olabilir.
Eğer Kürtler onca seçilmiş temsilcisinden meşru bir resmi muhatap çıkaramıyor ve halen terör örgütü liderini resmi muhatap olarak empoze etmeye çalışıyorsa da ortada başka bir ciddi sorun var demektir.
Bu arada Sayın M. Yavaş’ı ayrı tutarsak, ana muhalefet CHP yönetiminin, satır aralarında dolaylı işaret etmesine karşın, Öcalan’ın resmi muhatap alınamayacağını açık ve net biçimde deklare edememesi de kendileri açısından ayrı bir acizlik göstergesi oldu ve halk nazarında ciddi eksi yazdı.
Sayın Ekrem İmamoğlu’nun bu konuda hiç sesinin çıkmaması da ayrıca enteresan değil mi?
Ali D. Ulusoy kimdir? Halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ali D. Ulusoy, 1968 yılı Mersin Mut doğumludur. Öğretim üyeliği yanında EPDK Hukuk Dairesi Başkanlığı, BDDK Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme Kurulu Üyeliği, TOBB-ETÜ Hukuk Fakültesi kurucu dekanlığı ve İzmir Yaşar Üniversitesi rektör yardımcılığı gibi idari görevlerde bulunmuştur. ABD Los Angeles California Üniversitesinde (UCLA) iki yıl (2006-2007; 2017-2018) misafir öğretim üyesi olarak kalmıştır. 2011-2014 arası üç yıl Danıştay Üyeliği yapmış ve kendi isteğiyle ayrılıp üniversiteye dönmüştür. Uzmanlık alanları: İdare hukuku, İdari yargı, Ekonomik kamu hukuku, İdari yaptırımlar, İnsan hakları, Devlet-din ilişkileri. Lisans: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Yüksek Lisans: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doktora: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doçentlik:2002, Profesörlük: 2008. |