Sanırım MİT Başkanı Sayın İbrahim Kalın’ın geçen haftaki Şam Emevi Camiinde namaz kılması ve HTŞ lideri Colani ile görüşmesinin “siyasi bir şov” olduğunda herkes hemfikir.
Eğer öyle olmasaydı, namazdaki ve HTŞ liderinin bizzat kendi kullandığı araba ile görüntüler basına ve medyaya bu kadar gösterişli şekilde servis edilmezdi.
Eğer amaç siyasi bir mesaj vermek değilse, istihbarat teşkilatları başkanlarının salt idari, teknik ve bürokratik faaliyetlerinin kamuoyuna böylesine deşifre edilmesi herhalde olağan olmazdı.
MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın geçen haftaki Şam Emevi Camiinde
Aslında bu konudaki enteresan boyut burası değil.
Yani böyle bir ortamda MİT Başkanı’nın Şam’da görüşmeler yapması da çok doğal.
Hükümetin yeni yönetim lideri ile görüşmeyi ve bir zafer göstergesi olarak hükümet adına gönderilen birinin Şam’da namaz kılmasını siyasi bir şov olarak iç politikaya pazarlaması da gayet doğal.
Üstelik Suriye konusunda yıllardır hükümete getirilen en önemli siyasi eleştiri, zamanında kendi dışişleri bakanı ve başbakanının “Kısa sürede Şam’da namaz kılacağız!” sözünün tutulamaması iken.
Fakat bu siyasi ‘şov’da bana göre normal olmayan boyut şu:
Madem bu bir siyasi şov.
Bu siyasi şovda niçin ana rol, siyasi kimliği olan ve hükümeti temsile yetkili birine ve özellikle de Dışişleri Bakanı’na değil de sonuçta hukuken memur konumunda olan bir bürokrata verildi?
Bu kadar erken ve güvenliği belirsiz bir ortama Cumhurbaşkanı’nın gitmemesi tabii ki anlaşılabilir.
Ama buradaki “şova” katılması gereken ana aktörün Dışişleri Bakanı olması gerekmez miydi?
İşin hukuksal boyutunda da bir bürokratın siyasi kimlik ve misyon taşıyamayacağı çok açık.
İdare hukuku açısından MİT Başkanı kamu görevlisi konumundadır. Siyasi yönden tarafsız konumda olması zorunludur.
Yani sorun Sayın Kalın’ın kişiliği ile ilgili değil. Bilakis kendisinin dış politikadaki teknik uzmanlığı da biliniyor.
Sorun prensiplerle, kurumlarla ve hukukla ilgili.
Her ne kadar yeni sistemde bakanların da eski sistemdeki gibi siyasi kimlikleri bulunmasa da kendi görev alanlarında hükümet politikalarını hazırlamak ve (özellikle Dışişleri Bakanı için) Cumhurbaşkanı yetki verirse hükümet adına uluslararası angajmanlara girme yetkisi var.
Yani bakanlar yeni sistemde de siyasetten tamamen dışlanmış değil.
Her halükârda Dışişleri Bakanı’nın hukuken memur konumundaki bir bürokrata göre hükümeti siyasi yönden temsile daha yetkili olduğunda kuşku yok.
Üstelik burada Dışişleri Bakanı Hakan Fidan açısından özel bir durum daha var.
Kendisinin özellikle Suriye ve o bölgeye ilişkin çok uzun yıllara dayanan özel bir uzmanlığı bulunduğu biliniyor.
Kendisi en baştan itibaren Suriye krizinde olsun genel olarak o bölgedeki Filistin-İsrail-Lübnan krizlerinde olsun Türkiye adına aktif rol almış ve yetkinliğini gerek ulusal planda gerekse enternasyonal planda genel olarak kabul ettirmiş biri.
Geçen hafta Fransız ulusal televizyonu TV24 France’ta Suriye konusundaki bir açık oturumda, bölgenin en önemli gazeteci ve akademisyen Fransız uzmanlarının hepsinin hemfikir olduğu nokta, bölgeye en hâkim olan ve bölgedeki tüm farklı grupları en iyi bilen kişinin Türk Dışişleri Bakanı Hakan Fidan olduğuydu.
Bunu biz biliyorduk ama yabancı uzmanların da kendisini bu kadar iyi tanımalarına doğrusu şaşırdım.
Şov’dan dışlanma normal mi?
Sonuçta hem siyasi açıdan ve hukuken konunun ana muhatabı olması gereken, hem de spesifik olarak konunun ana muhatabı Dışişleri Bakanı’nın böylesine önem verilen bir “siyasi şov”dan dışlanması sanırım sadece bana enteresan gelmiş olmalı!
MİT Başkanı İbrahim Kalın ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan
Zira benim gördüğüm kadarıyla ve gözümden kaçmadıysa, Türkiye’de basın-yayın organlarında da muhalefet adına konuşanlarda da bu olgunun garipliğine ve anormalliğine kimsenin değinmemiş olması ayrıca enteresan.
Bu nokta kimsenin dikkatini çekmedi mi?
Yoksa muhalefet dahil kimse gündeme getirmeye cesaret edemedi mi?
Yani olgunun en az kendisi kadar, buna kimsenin değinmemesi de enteresan değil mi?
Ana muhalefetin bile bu hususu gündeme getirmemesi anormal değil mi?
Üstelik ana muhalefete karşı, Suriye gibi dış politika konularında hükümetin çizdiği sınırlar dışına çıkamama eleştirileri varken.
Sayın Hakan Fidan’ı şahsen tanımam. Ama yeni sistemde bakanlık görevini hakkını vererek yapan nadir bakanlardan olduğunu görüyorum.
Hele de ülkenin hemen sınır ötesinde başta Suriye olmak üzere “kaynayan kazan” coğrafyada kendisi gibi konulara özel olarak hâkim ve uzman bir Dışişleri Bakanı’na sahip olmanın ülke için şu konjonktürde bir şans olduğunu düşünüyorum.
Akademisyen olarak objektif olma ve Sezar’ın hakkını Sezar’a verme yükümlülüğüm var.
Bu noktada ayrıca enteresan bir gözlemim de hükümet yanlısı basın-medyada bile kendisine bu potansiyel ve performansı ile paralel bir takdirin çok görüldüğü ve hak ettiği kadar övgüyle anılmadığı.
Yani Sezar’ın hakkının Sezar’a verilmediği.
Sonuçta bu olgu “Şam’daki şovda rol çalma” ile birlikte yorumlandığında, akla, “acaba kendisinin Ülke kamuoyunda bu kadar ön plana çıkması ve post-Erdoğan dönemi için lider alternatifi olması bazı iktidar odaklarınca pek de arzulanmıyor mu?” sorusunu getiriyor.
Ali D. Ulusoy kimdir? Halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ali D. Ulusoy, 1968 yılı Mersin Mut doğumludur. Öğretim üyeliği yanında EPDK Hukuk Dairesi Başkanlığı, BDDK Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme Kurulu Üyeliği, TOBB-ETÜ Hukuk Fakültesi kurucu dekanlığı ve İzmir Yaşar Üniversitesi rektör yardımcılığı gibi idari görevlerde bulunmuştur. ABD Los Angeles California Üniversitesinde (UCLA) iki yıl (2006-2007; 2017-2018) misafir öğretim üyesi olarak kalmıştır. 2011-2014 arası üç yıl Danıştay Üyeliği yapmış ve kendi isteğiyle ayrılıp üniversiteye dönmüştür. Uzmanlık alanları: İdare hukuku, İdari yargı, Ekonomik kamu hukuku, İdari yaptırımlar, İnsan hakları, Devlet-din ilişkileri. Lisans: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Yüksek Lisans: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doktora: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doçentlik:2002, Profesörlük: 2008. |