İktidarın, "Darbe Anayasasını kaldırıp yeni Anayasa yapalım!" çıkışını muhalefet pek ciddiye almadı.
Sadece iktidar ittifakının sayıda küçük etkide büyük ortağı destek verdi. O da mevcut sistemde geri dönüş olmadan sistemi daha da otoriterleştirmek ve mevcut Anayasa Mahkemesi (AYM) yapısı gibi sistemin iyi-kötü ayakta durabilen nadir kurumlarının da bertaraf edilmesini içermesi kaydıyla.
Hükümet ise muhalefetten destek gelmemesine rağmen bu defteri kapatmayıp, kendi içinde bir "bilim kurulu" oluşturarak işi zamana yaymayı ve bu konuyu sürekli gündemde tutmayı yeğliyor gibi.
Hükümetin bu çıkışının arka planında iki olası neden görünüyor.
İlki rahmetli Turgut Özal'ın ülke siyasetine getirdiği ve Recep Tayyip Erdoğan tarafından da ustalıkla uygulanan, siyasette klasik bir gündem değiştirme taktiği olma ihtimali. Ülkede özellikle ekonomi politikalarında ne zaman sıkışılsa, bu tür gündem değişiklikleri iktidara biraz da olsa nefes aldırır.
Sanırım muhalefet bu çıkışı daha çok bu kapsamda görerek, fazla ciddiye almadı ve ciddiye alarak iktidarın değirmenine su taşımak istemedi.
Fakat işin arka planında diğer bir amacın bulunma olasılığı da bence oldukça ciddi.
Yeni Anayasa çıkışında "gizli ajanda" olabilir mi?
Malum daha iki yıl önce uygulamaya konulan yeni sistem, iktidar olmayı yüzde 50+1 şartına bağladı.
Ülkede tüm oyların yarıdan bir fazlasını alamadığınız sürece artık iktidar olamıyorsunuz. Parlamento'da çoğunluğu elde etseniz bile yüzde 50+1 ile Cumhurbaşkanlığını (CB) alamadığınız sürece gerçek anlamda iktidar olunamıyor. Çünkü yeni sistem sadece Yürütme erkini değil, fiilen Yargı'yı da CB'nin kontrolüne verdiği gibi, Yasamayı da zaten Yürütmeye karşı çok etkisizleştirmiş. Hatta Parlamento, Bütçe konusunda bile tamamen etkisiz konuma indirgenmiş.
Çizgi: Tan Oral
"Bize karada ölüm yok" sistemi
Rahmetli Burhan Kuzu'nun bayraktarlığını yaptığı yeni sistem aslında kağıt üzerinde kendileri açısından mükemmel görünüyordu.
Zaten ülkede yüzde 65 civarında potansiyel bir muhafazakâr, milliyetçi, muhafazakâr-milliyetçi seçmen kitlesi var. Bunları hem dindarlık hem de milliyetçilik pompalamalarıyla elde tutmak kolay. İşin ekonomi kısmında ise, dünyadaki boşta gezen ve kendisine kolay kazanç arayan on milyarlarca dolar sıcak paradan bir kısmını yüksek kazanç garantisiyle çekip, yollara, köprülere, binalara, inşaatlara aktarınca ve bu yolla piyasaya bol para sürüp ekonomiyi canlı tutunca günü kurtarmak zaten mümkün oluyordu. İnsanların öyle ya da böyle bir şekilde ceplerine para girişi sağlanmış oluyordu.
Böylece yüzde 50+1'in ilelebet garantiye alındığı düşünülüyordu. 2023'lerin bile kesmeyip, 2071 hayalleri filan.
"Siyasette aslolan ekonomidir, aptal!"
Ne var ki kağıt üzerindeki siyaset mühendisliklerinin bazen hatta çoğu kez realite duvarına çarpıp yamulma gibi küçük (!) bir defosu var.
Bill Clinton'un kendisine seçim kazandıran ünlü "Siyasette aslolan ekonomidir, aptal!" sloganını doğrular şekilde, işler ekonomi kısmında sarpa sarmaya başladı. Ülkeye yıllardır yüksek maliyetle akıtılan "sıcak para"ların sürdürülebilir yatırımlara yönlendirilmediği, har vurup harman savurulduğu anlaşıldı. Üretmeyen bir ekonominin taşıma suyla değirmen döndürmesinin uzun soluklu olmayacağı belli oldu. İnsan hakları, hukuk ve demokrasideki geriye gidişler ülkedeki toplumsal barışı da tehdit ettiğinden, nitelikli yatırımlar için ayrıca ilave risk teşkil ettiği görüldü. Bol keseden "sıcak paralar"la belli bir refah düzeyine alışan halkın, bu düzeyinden geri gidiş olmaması için ülke ekonomisinin verimlilik ve rekabet gücünü artırması gerektiği, fakat bunun çok zor olduğu netleşti.
Sonuç, insanların ceplerindeki paraların suyunu çekmeye başlaması. Denizin bitip bozkırın görünmesi. Belli refah düzeyine alışan halkın "attan inip eşeğe binmeye" başladığında gözünün maneviyatı da vatan-millet-Sakarya'yı da görmemesi. Babasını bile tanımaması.
Kanıt, son belediye seçimleri. Özellikle İstanbul ve Ankara'nın iktidara sırt çevirmesi.
Endişe, yeni seçimlerde iktidar için artık yüzde 50+1'i bulmanın çok çok güç hatta olanaksız olduğu kanısının ve algısının yerleşmeye başlaması.
Arka plandaki asıl amaç bu mu?
Bu nedenle iktidarın yeni Anayasa çağrısının arka planındaki ikinci amaç, önümüzdeki seçimlerde yüzde 50+1'in alınamayacağından iyice emin olunması durumunda, muhalefete, "madem parlamenter sisteme geri dönelim diyorsunuz, hadi dönelim öyleyse!" diyerek, başkanlık sisteminden vazgeçip (güçlendirilmiş) parlamenter sisteme geçmek olabilir.
Böylece yeni sistemin CB'ye verdiği ezici güç ve iktidarın muhalefetin adayına geçmesi önlenebilir. Önceki parlamenter sisteme dönülürse AK Parti yine de her durumda (TBMM'de tek başına çoğunluğu alamasa bile) en azından birinci parti olacağından, yeni hükümet kurma girişimlerinde yine etkin olabilir. Belki de en azından koalisyon ortağı olarak iktidarın bir ucundan yine tutma fırsatı elde edebilir.
O bile olmazsa ve yeni hükümette iktidar dışında kalsa bile, muhtemelen zaten hiçbir parti tek başına iktidara gelemeyeceğinden ve koalisyon hükümeti kurulacağından, yani nispeten zayıf bir hükümet olacağından, TBMM'deki en büyük parti olarak ana muhalefette kalsa bile kendisine ve taraftarlarına karşı yeni iktidardan daha büyük zarar gelmesini önleyebilir.
Sonuçta muhalefette kalanı ezmek, Başkanlık sistemine göre Parlamenter sistemde çok daha zor.
O halde AKP için olabilecek en kötü senaryo, önümüzdeki seçimlerde CHP adayının yüzde 50+1 alarak CB seçilmesi ve böylece yeni sistemin tüm ezici gücünün ve iktidarının şimdiki muhalefetin eline geçmesidir.
Kendisinin önümüzdeki seçimde CB seçimini kazanamayacağından emin olduğunda, şimdiki iktidar için olabilecek en iyi ve en gerçekçi senaryo ise parlamenter sisteme geri dönülüp, iktidarın kaybedilmesi halinde hasarı en aza indirgeyebilmektir.
Bunun için bence önümüzdeki bir-bir buçuk yıl içinde iktidarın muhalefete, "iyi madem çok istiyorsunuz, öyleyse uzlaşalım ve parlamenter sisteme geri dönelim" demesi şaşırtıcı olmayacaktır. Kendisi açısından realpolitik bunu gerektirir. Hatta bunu yapmamak bence iktidar partisi için kendi bacağına kurşun sıkması anlamına dahi gelebilir.
Burhan Hoca'nın CHP'ye büyük kıyağı!
Peki böyle bir öneri gelirse muhalefet bunu kabul etmeli mi?
Muhalefetin zaten mevcut sistem yerine (güçlendirilmiş) parlamenter sisteme geçilmesini istediği biliniyor. İktidarın böyle bir olası teklifine muhalefet hemen balıklama atlamalı mı?
Bence hayır! Muhalefetin böyle bir öneriyi kabul etmesi mantıklı olmaz.
Neden mi?
CHP, daha doğrusu merkez sol, sosyal demokrat, Atatürkçü, modernist ve sol-liberal kesimleri temsil eden bir siyasi parti, tek parti dönemi sona erdiğinden bu yana ülkede hiçbir zaman tek başına iktidar olamadı.
İşte bence önümüzdeki seçimlerde ilk defa CHP'nin veya bu alternatif kesimleri temsil eden bir siyasi ittifakın, yeni sistemin de sağladığı "orantısız siyasi gücü" elde ederek, tek başına iktidar olması kuvvetle muhtemel. Özelikle de Ekrem İmamoğlu veya Mansur Yavaş'tan birini aday göstermesi kaydıyla.
O halde CHP'nin, tüm demokrat kesimlerin ("demokrasi cenahının") da desteğiyle, belki de Cumhuriyet döneminde ilk defa önüne gelen bu iktidar olma fırsatını elinin tersiyle itmesi hiç mantıklı olmaz.
Derhal parlamenter sisteme dönmeye yönelik böyle bir teklifi kabul etmek sadece mantıksız değil gerçekçi de olmaz. Çünkü devletin, idari sistemin, adalet sisteminin ve kurumların çivisinin iyice çıktığı bir sistemi kısa sürede ve pratik biçimde düzeltmek bence eski sistemle pek olacak iş değil.
Nitekim şimdiki "tek kişi" sisteminin iyi ve doğru yönde işlemesi tamamen baştaki "tek kişi"nin kişiliğine bağlı. Zaten bu nedenle aslında normal koşullarda rasyonel bir sistem değil. Çünkü iyi bir siyasi "sistem", sadece demokrat kimseler değil, demokrasiye, hukuka ve insan haklarına pek de inanmayan veya bunları pek önemsemeyen kimseler başa geçince dahi doğru yönde işleyebilmeli. Örneğin Amerikan sisteminin Trump'a rağmen doğru biçimde işlediği test edildi.
Bu nedenle mevcut sistemi ideal ve doğru bulduğum zannedilmesin.
Ne var ki bence mevcut koşullarda demokrasi cenahının adayının bu sistemde CB olup ve en azından bir dönem iktidarda kalıp, devletin çivilerini yerlerine oturtması ve demokrasinin ve hukuk devletinin tüm gerekli kurumlarını köklü bir restorasyondan geçirmesi en doğru yol. Böyle bir etkin restorasyon ise mevcut sistemin sağladığı yetkilerle çok daha kolay yapılabilir.
Bu zorunlu restorasyon sonrasında sistemin –sonrasında tekrar "tek kişi" zaafına yenik düşmemesi için- tekrar normal rayına oturtularak, güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönülmesi uygun olur.
Yani önerim, bir geçiş dönemi restorasyonu için, muhalefet adayının CB olacağı mevcut sistemin bir dönem daha devam edip, parlamenter sisteme daha sonra geçilmesi.
Sonuçta, belki de rahmetli Burhan Hoca, bilmeyerek te olsa, parlamenter sistemde tek başına iktidar olma şansı hemen hiç bulunmayan CHP'ye ilk defa tek başına iktidar olmanın yolunu açmış oldu. Kime niyet kime kısmet!