Ali D. Ulusoy

05 Mart 2025

Öcalan’ın çağrısındaki “ek şart” ve referandum

Başta Öcalan’a “umut hakkı” dahil, on binlerce kişinin öldürülmesinden sorumlu tutulması hukuken kesinleşmiş terör örgütü liderinin serbest bırakılması veya eve çıkarılmasının hukuksal altyapısı nasıl kurulacak?

Öcalan’ın PKK’ya silah bırakma ve örgütün kendisini feshetme çağrısında dikkatimi çeken önemli husus, ana metinde silah bırakma çağrısı için herhangi bir şart belirtilmemesi ve ayrıca çağrının “kayıtsız şartsız” olduğuna dair de herhangi bir ifade içermemesi.

Bunun  dışında çağrıda dikkatimi çeken diğer husus, sanki bu çağrı önce Öcalan tarafından taslak olarak kaleme alınmış, sonrasında da devlet tarafından ciddi bir revizeye tabi tutulmuş ve iyice “törpülenmiş” gibi görünmesi.

Öğretim üyeleri olarak bunu hemen anlarız.

Öğrencinin tez veya ödev olarak verdiği bir taslak metin üzerinde düzeltmeler işimizin bir parçası.

Metnin “denetimli” halinde sanki PKK tarafı için özellikle bir “pes etme” havası verilmeye çalışılmış gibi.

Kamuoyunun bu çağrıdan şöyle bir sonuç çıkarması özellikle istenmiş gibi:

 “Tamam, silahlı mücadele işimiz artık tıkandı, buraya kadarmış, pes ediyoruz!”.

Çağrıdaki “ek şart”

Buraya kadar her şey tamam.

Ne var ki çağrı metnini okuyan Sırrı Süreyya Önder çağrının sonunda metinde olmayan bir ekleme yaptı.

Bu eklemenin Öcalan tarafından özellikle kamuoyuna iletilmesinin istenildiğini de vurguladı.

Bu “ek açıklamada “ ise silah bırakma çağrısının çok açık biçimde “hukuki adımlar atılması” şartına bağlı olduğu belirtiliyor.

Ek açıklama aynen şöyle:

Şüphesiz pratikte silahların bırakılması ve PKK’nin kendini feshi; demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir.”

O halde Öcalan, silah bırakma çağrısını Kürtlere hukuksal boyutta tanıma şartına bağlamış görünüyor.

Nitekim işin bu boyutuna basında benim gördüğüm ilk olarak Murat SabuncuT24”’de dikkat çekti ve bu “ek şarta” devlet tarafının da onay verdiğini DEM Partiden bir üst düzey kaynağına dayandırdı.

Aynı yönde bir yazı Türkiye gazetesinden Yücel Kayaoğlu tarafından da yazıldı ve bu ek şartın devlet tarafının bilgisi dahlinde olduğu vurgulandı.

Hatta basında bu ek şartın Öcalan tarafından okunan çağrı metninin sonunda da yer aldığı belirtildi (Bkz.)

Selahattin Demirtaş da Gazete Duvar’da Öcalan’ın çağrısını bu kayıt ve şartla birlikte anladığını ifade etti (“Tabii gerekli tüm hukuki ve siyasi alt yapının TBMM zemininde oluşturulması kaydıyla.”).

Ahmet Türk de açıklamasında bu ek şartın ana metne dahil edilmesini devlet görevlilerinin istemediğini ve ana metne koydurmadığını, ama buna rağmen Öcalan’ın bunun duyurulmasında ısrarlı olduğunu söyledi.

Ne var ki resmi çağrı metninde olmayan fakat Öcalan tarafından esas çağrının parçası ve eki olarak görüldüğü anlaşılan bu ek şartın (silah bırakmanın Kürtlere hukuksal statü şartına bağlanması) devlet tarafınca da benimsendiğine dair şu ana kadar herhangi bir resmi açıklama yapılmış değil.

Bu noktada hem bir akademisyen hem de gazeteci gözüyle işin enteresan tarafı şu:

Şu ana kadar Sayın Bahçeli dahil İktidar kanadı tarafından Öcalan’ın PKK’ya yönelik silah bırakma çağrısının hep “kayıtsız şartsız” olacağı, yani herhangi bir şarta bağlı olmayacağı vurgulandı.

Diğer bir ifadeyle, PKK’nın silah bırakmasının Kürtlere hukuksal statü şartına bağlı olacağı en azından ülke kamuoyu tarafından bilinmiyordu.

Hatta tam tersine kamuoyu, bu çağrının şartsız olacağını sanıyordu.

Ne var ki son durumda bu konuda ciddi bir kafa karışıklığı ve şüphe oluştu.

Bu durumun resmi kanallar tarafından da bir an önce netleştirilmesi ve halkın bu konuda doğru bilgilendirilmesi, söz konusu barış sürecinin başarısı için de çok önemli.

Ana muhalefet “ek şart” için neden sessiz?

İşin daha da enteresan tarafı, bu hususun ana muhalefet yönetimi tarafından hiç gündeme getirilmemesi.

Ülkenin belki de son yıllardaki en önemli siyasi ve hukuksal olayı oluyor.

Şu ana kadar iktidar kanadınca “şartsız” olacağı söylenen terör örgütünün fesih ve silah bırakma çağrısının aslında “şartsız” olmadığı ve ciddi bir “hukuksal tanınma” şartına bağlandığı anlaşılıyor.

Yani kamuoyunun bu konuda yanıltıldığına dair çok ciddi veriler ortaya çıkıyor.

Ama Ülkenin ana muhalefet partisi yönetimi bu çok önemli hususu önemsemiyor olacak ki, dile bile getirmiyor.

Eğer kapalı kapılar ardından bazı sözler verilmediyse CHP yönetiminin bu konudaki suskunluğu pek bir enteresan.

Benim gördüğüm bu önemli hususa sadece Sayın Mansur Yavaş dikkat çekti ve bu hususun açıklığa kavuşturulması ve halkın bilgilendirilmesi gerektiğini belirtti.

Ne var ki ana muhalefet lideri Sayın Özgür Özel, bu konuda henüz bir açıklama yapmadı.

Ana muhalefet liderinin iktidara en azından şunları sorması beklenir:

Çağrıdaki Öcalan’ın bu ek şartından haberdar mıydınız?

Haberdar iseniz onaylıyor musunuz?

Madem haberdardınız ve onaylıyordunuz, o halde bu ek şartı niçin resmi metne dahil etmediniz/ettirmediniz?

Ana metne dahil edilmediğine göre bu ek şart size rağmen mi Öcalan tarafından empoze edildi?

Baştan şeffaflık yoksa süreç nasıl kabul görecek?

Aslında burada sorun, silah bırakma çağrısının şartlı olmasının makul olup olmaması değil.

Yani sorun işin esası değil.

İşin esası da tabii ki ayrıca tartışılır ve meşru zeminde ayrıca tartışılmalı.

Ama sorun, daha işin başında kamuoyundan bazı önemli hususların saklanmasında ve kamuoyunun doğru bilgilendirilmemesinde.

Eğer baştan bu konuda şeffaf olunmayacaksa ve halktan bazı önemli şeyler saklanacaksa, işin devamında ve özellikle de Kürtlere karşılığında “ne verilecek?” konuları somut olarak gündeme geldiğinde, Türk halkının çoğunluğundan nasıl destek alınacak?

Nitekim öyle anlaşılıyor ki sonuçta PKK’nın silah bırakması ve örgütün kendisini feshetmesi önümüzdeki dönemde Kürtlere bazı hukuksal güvenceler tanınması şartına endeksli olacak.

Buradaki hukuksal güvencelerin somut kapsamı ve içeriği ise işin dönüp dolaşıp en önemli, en hassas, en belirleyici ve deyim yerindeyse “zurnanın zırt dediği yer” olacak.

Kürtlerle barışta somut hukuksal soru(n)lar

Başta Öcalan’a “umut hakkı” dahil, on binlerce kişinin öldürülmesinden sorumlu tutulması hukuken kesinleşmiş terör örgütü liderinin serbest bırakılması veya eve çıkarılmasının hukuksal altyapısı nasıl kurulacak?

Zaten illegal bir terör örgütünün illegal faaliyetini durdurma karşılığı üyelerine ve lider kadrosuna bir tür “af” çıkarılması için kanun mu çıkarılacak?

Anayasa değişikliği olmadan Kürtlere salt kanunla veya idari kararlarla hukuksal statü (azınlık hakları, bölgesel veya yerel özerklik vs.) nasıl verilecek?

Bu konularda çıkarılacak kanunlara kabul için el kaldıranlar önümüzdeki seçimde bunların siyasi sonuçlarını göze alabilecekler mi?

Bir önceki Kürt Açılımında AKP 7 Haziran seçimlerinde TBMM’de salt çoğunluğu kaybedince ve Türklerden ciddi bir tepki gelince, bu açılımı hemen sonlandırıp “güvenlikçi” politikalara anında geri dönüş yapmamış mıydı?

Siyasi olarak bunlar göze alınabilecek mi?

Kürtlerden biraz daha ekstra oy almaya çalışırken, bu kez de Türklerden ciddi oy kaybıyla “evdeki bulgurdan” da olunmayacak mı?

Zaten Sayın Erdoğan’ın bu yeni sürece salt bu nedenle doğrudan müdahil olmayıp “elini taşın altına koymamaya çalıştığı” anlaşılıyor.

Ama nereye kadar bundan kaçabilir?

Referandum neden zorunlu?

Kürtlere gerçek anlamda hukuksal statü için Anayasa değişikliğinin zorunlu olduğunda kuşku yok.

Bu konuda Anayasa değişikliği olmadan salt kanun seviyesinde çok az adım atılabileceği kesin.

O halde, böyle bir Anayasa değişikliğinde referanduma gidildiğinde, işin içine Kürtlere statü yanında Erdoğan için ömür boyu veya tekrar adaylık imkanı da sıkıştırılacağı belli gibi.

Bu referandum ise pratikte hem “mevcut iktidara ve özellikle de ekonomik sıkıntılara evet mi hayır mı?”; hem de “Kürtlere özerkliğe ve Öcalan’ın serbest kalmasına evet mi hayır mı?” seçimine bürünmeyecek mi?

Böyle bir referandumun halkın ve özellikle de Türklerin çoğunluğundan onay alma ihtimali ne kadar gerçekçi?

Bence birazcık bile “realpolitik” bilen için hiç gerçekçi değil.

O halde CHP yönetimi de bir şekilde ikna edilip, böyle bir Anayasa değişikliğinin referanduma gitmeden TBMM’de 2/3 çoğunlukla geçmesi mi hedeflenecek?

Buna CHP nasıl ikna edilecek?

CHP bölünmeden, böyle bir senaryoya evet der mi?

Çok zor görünüyor.

“Sopa” siyaseti bunun alt yapısını sağlamak içinse muhtemelen ters tepecek.

Malum Anayasa değişikliği TBMM’de 3/5 ile geçerse referandum zorunlu.

Ama 2/3 çoğunlukla geçerse referandum zorunlu değil. Cumhurbaşkanı isterse götürebiliyor.

CHP ikna edilmeden 2/3 çoğunluk (401 oy) imkansız değilse de zor görünüyor.

İktidar bloğu ve DEM’in toplamı 401 için 20 civarında eksik kalıyor.

Kaldı ki Kürtlere anayasal statü için MHP’den, Erdoğan’ın tekrar adaylığı için DEM’den fire çıkma olasılığı da güçlü.

Yani referandumsuz ve halktan “kaçırarak” ve oldubittiye getirerek böyle bir Anayasa değişikliği yapıldığı takdirde kanaatim şu:

Ülke için tarihsel açıdan böylesine önemli toplumsal, siyasi ve hukuksal bir sorunun çözümü hakkında referanduma gidilmeden, yani halkın hakemliğine ve onayına başvurulmadan varılmaya çalışılacak çözüm kesinlikle demokratik meşruluk taşımayacaktır.

Halktan onay alınmadan kapalı kapılar ardında verilen taahhütlerin hem demokratik hem de hukuksal meşruiyeti olmayacaktır.

Bunu yapanlar ilk seçimde halk tarafından da ağır biçimde cezalandırılacaktır.

Sonuçta, gerçek anlamda demokratik bir Kürt açılımı ancak ve ancak halkın (Türk halkının) çoğunluğu onay verirse mümkün olabilir.

Bunun için ise hukuksal güvencelerin içeriğinin ve dozajının çok iyi ayarlanması şart.

Halktan bilgi saklamalar, şeffaf davranmamalar, kapalı kapılar ardından verilen taahhütler ve bu açılımı başka siyasi amaçların empoze edilmesinin aracı yapmaya çalışmalar halkın çoğunluğunun demokratik bir çözüme ikna olmasını hiç de kolaylaştırmaz.

Aksi halde bu sorunun çözümünü samimi olarak isteyen hem demokrasi yanlısı Kürtleri, hem de bizim gibi evrensel demokrasiye ve hukuk devletine inanan Türkleri korkarım yine hayal kırıklığı bekleyecek.