İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ve ABB Başkanı Mansur Yavaş (soldan sağa)
Ekrem İmamoğlu, Süleyman Demirel’dir.
Mansur Yavaş ise Bülent Ecevit.
Biri halkın aklına ve beynine hitap ediyor.
Diğeri ise halkın duygularına ve kalbine.
Siyasi yelpazadeki konumları bire bir örtüşmese de…
Biri sanki anasından profesyonel politikacı doğmuş gibi.
Halk ne duymak istiyorsa onu söyleyen.
Sözleriyle, mimikleriyle, davranışlarıyla, icraatleriyle, cin gibi zekasıyla, hazırcevaplığıyla halkı “kafalamayı” çok iyi beceren.
Halka “helal olsun adama!” dedirtmeyi başaran.
Diğeri ise sanki politikayı özel zevk için “gönüllü” yapıyor gibi.
İçtenliğiyle, alçak gönüllüğüyle, dürüstlüğüyle, adalet duygusuyla, eşitlikçi icraatiyle her kesimden halka “iyi adam yahu bu!” dedirtmeyi başaran.
Biri sanki politikayı, yapmayı düşünebileceği ve sevdiği tek iş bu olduğu için ve kendisi için başka bir iş hayal etmediği için yapıyor ve ölünceye kadar da başka iş yapmayacak ve yapsa bile başka işten hiç zevk almayacak gibi.
Diğeri ise sanki “şu memleketi istediğim gibi düzeltebilsem ve istediğim seviyeye getirebilsem de köşeme çekilip kafamı dinlesem ya da başka zevk alacağım işlerle uğraşsam!” modunda gibi.
Biri sert ve duygularını göstermemeyi tercih eden, yukarıdaki erişilmez konumu evlatlarının ona yakınlaşıp içini dökmesine pek izin vermeyen ama ihtiyaç duyduklarında korumayı ve kollamayı da bilen “baba” figürüne yakın.
Diğeri ise gerektiğinde iki şaplak atmaktan veya azarlamaktan çekinmese de evlatlarının ona yakınlaşmasına ve içini dökmesine izin veren, sevincini de kızgınlığını da açığa vurmak ve doğal davranmak yapısında olan yufka yürekli “ana” figürüne daha yakın.
Sonuçta öyle ya da böyle S. Demirel ve B.Ecevit 1960’lardan 2000’lere kadar yaklaşık 40 yıl boyunca Türkiye siyasetine damga vuran en önemli iki karakter.
Her ne kadar kendi cenahlarından siyasi rakipleri (T. Özal, D. Baykal) ve askeri darbeler gibi “parantezler” yaşasalar da siyasette bu kadar uzun süre en etkili konumlarda kalmayı başardılar.
Görünen o ki E. İmamoğlu da M. Yavaş da önümüzdeki dönemler siyasetinde bu türden başat rol alma potansiyeli taşıyorlar.
Tabii bu zorlu süreçte çok ciddi ve önemli hatalar yapmazlarsa veya çıkabilecek bazı şok güçlükler karşısında pes etmezlerse.
Erdoğan’ın siyasi yolculuğu biter mi?
Kim ne derse desin R. T. Erdoğan siyasi yolculuğunun sonuna gelmek üzere.
Ne kadar “derin” tarafı dahil tüm devlet imkanlarını da, neredeyse tekelleştirdiği basın-medya gücünü de, olağanüstü boyutlara vardığı anlaşılan ekonomik gücünü de kullansa, hem sağlık durumu, hem anayasal sınırlar hem de halktaki çok büyük çaplı fakirleşme ve ekonomik kriz ilk seçimlerde bir siyasi iktidar değişiminin kapılarını açacak gibi görünüyor.
Bu arada Suriye’deki Esat rejiminin çökmesi geçici olarak Erdoğan’a siyasi kazanç sağlamış gibi görünse de, aslında ABD-İsrail-Batı güdümünde olduğu çok belli olan yeni rejimin daha “dakika bir gol bir” şekilde Türkiye’den gelen ticarete %500’e varan vergi koyması bile iktidarın önümüzdeki dönemde Suriye üzerinden siyasi “ekmek” yemesinin güç olacağını gösteriyor.
Diğer yandan, Kürt sorununda çözüm için en olmadık ve yanlış yerden başlayarak, terör örgütü liderini meşrulaştırma üzerinden start alacak girişimin, hemen hiçbir siyasi yelpazedeki Türkler tarafında destek bulması mümkün değil.
Kaldı ki gerek Erdoğan gerekse Bahçeli, yeni girişimin Kürtlere demokratik haklar vermekle ilgili olmayıp, sadece terör örgütünü feshetme odaklı olduğunu açıkladıklarına göre, salt Öcalan’ı serbest bırakma ile sınırlı bir girişimin ılımlı ve demokrat Kürtler tarafını da tatmin etmesi zor görünüyor.
Her ne kadar DEM Parti yönetiminden ve ileri gelenlerinden bir kesimin adeta kendi parti belediye başkanlarının tutuklanmasına ve “kayyımlanmasına” bile kerhen itiraz edecek kadar, iktidarla bir tür Stockholm sendromu tarzı ilişki içinde oldukları gözlemlense de, Kürt tarafının ciddi bir hukuksal kazanım elde etmeden nihai bir barışa yanaşacağını beklemek saflık olur.
O halde Erdoğan’ın Kürtleri yanına çekerek yeniden iktidarda kalma planı da gerçekçi görünmüyor.
Hükümetin 2 yıllık siyasi oyun planı
Anlaşılan o ki hükümetin siyasi oyun planı, halka 2 yıl daha kemer sıktırıp, boşalan Bütçeyi ve bozulan ekonomiyi biraz olsun doğrultmak.
Seçimler öncesi son 1 yıl içinde ise sıkılan kemerleri bir anda açarak, memur ve emekli maaşlarına ve asgari ücrete sürpriz yüksek zam yapıp, faizleri tekrar düşürerek geçici de olsa para bolluğu yaratarak, bir seçimi daha alıp gitmek.
Halkın ekonomik olarak iyice zorlanacağı bu iki yıl içinde ise gerek ana muhalefet belediye başkanlarına ve yöneticilerine sansasyonel operasyonlar yaptırarak ana muhalefeti sürekli yıpratmak ve kendi derdine düşürerek etkili muhalefet etmesini engellemek.
Gerek Suriye sınırında ve kuzey-doğusunda veya Ege’de ve Kıbrıs’ta sansasyonel milliyetçi atraksiyonlar yaparak kamuoyunda puan toplamak.
Gerekse iç politikada laik-dindar çatışmalarını körükleyerek, gündemi ve kamuoyunu ekonomi dışı işlerle ve konularla meşgul etmek.
Böylece ülkede çoğunluğu oluşturan Sağ ve milliyetçi-muhafazakar seçmeni konsolide etmeye çalışmak.
İktidarda kalabilmek için bu tür taktikler bu kez işe yarar mı derseniz, yanıtım şu:
Sayın Erdoğan’ın sağlık durumu ve enerjisi elverseydi ve yeterli olsaydı belki.
Ama bu kez olmayacak gibi.
Bu kez halkın çoğunluğunun daha bilinçli davranacağını düşündüğümden değil.
Sadece halkın, geriden gelen daha enerjik ve umut vadeden siyasetçileri enerjisi bitmiş ve takati kalmamış görünen eski siyasetçilere tercih edeceğini bildiğimden.
Zamanında dağa taşa niye “umudumuz Ecevit!” ve “bastır Karaoğlan!” yazıldıysa; niye Anadolu’nun bir köyünden çıkıp gelen dinamik ve enerjik Çoban Sülü’nün arkasından gidildiyse, ondan.
Ali D. Ulusoy kimdir? Halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ali D. Ulusoy, 1968 yılı Mersin Mut doğumludur. Öğretim üyeliği yanında EPDK Hukuk Dairesi Başkanlığı, BDDK Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme Kurulu Üyeliği, TOBB-ETÜ Hukuk Fakültesi kurucu dekanlığı ve İzmir Yaşar Üniversitesi rektör yardımcılığı gibi idari görevlerde bulunmuştur. ABD Los Angeles California Üniversitesinde (UCLA) iki yıl (2006-2007; 2017-2018) misafir öğretim üyesi olarak kalmıştır. 2011-2014 arası üç yıl Danıştay Üyeliği yapmış ve kendi isteğiyle ayrılıp üniversiteye dönmüştür. Uzmanlık alanları: İdare hukuku, İdari yargı, Ekonomik kamu hukuku, İdari yaptırımlar, İnsan hakları, Devlet-din ilişkileri. Lisans: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Yüksek Lisans: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doktora: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doçentlik:2002, Profesörlük: 2008. |