Ali D. Ulusoy

25 Kasım 2020

İlahlar kurban; siyasetçiler günah keçileri ister

Sistem fazla tıkanıp yeni ve köklü bir iktidar değişimi yaşandığında da, eski sistemde göze batan biraz daha fazla sayıda günah keçisi bulunur. Bunlar aç aslanlara daha acımasızca parçalattırılır. Böylece teskin edilen toplumun gazı iyice alınarak aslında eskisinden pek farklı olmayan yeni sistemin çarkları aynen döndürülmeye devam ettirilir. Olan aslında bu arada parçalattırılan günah keçilerine olur

Nobel ödüllü İtalyan yazar Dario Fo’nun meşhur oyununu bilirsiniz: Bir anarşistin kaza sonucu ölümü*. Eserin bana göre anafikri, yöneticilerin toplumu devlete isyan etmeden frenleyebilmeleri için peyderpey "günah keçilerine" ihtiyaç duymalarıdır. Böylece arenaya atılan günah keçilerinin acımasızca parçalanmasının toplumda sağladığı teskin olma ve rahatlama duygusu sayesinde kapitalist düzen çarkının devam edebildiğidir.

Sistem çarkları fazla "pislikten" tıkanmaya başlayınca ve bundan illallah etmeye başlayan toplumda homurdanmalar artınca, arenadaki acıkmış aslanların önünde birkaç günah keçisi atılır. Aslanlar bunlarla bir süre oyalanıp açlıklarını bastırınca çarklar eskisi gibi dönmeye devam eder. Ta ki pislikler ayyuka çıkıp çarkları tekrar tıkamaya başlayıncaya kadar.

Oyunun başrolündeki "deli"nin söylediği şu söz ünlüdür:

Başımız dimdik yürüyorsak nedeni boynumuza kadar .oka battığımızdandır!

Sistem fazla tıkanıp yeni ve köklü bir iktidar değişimi yaşandığında da, eski sistemde göze batan biraz daha fazla sayıda günah keçisi bulunur. Bunlar aç aslanlara daha acımasızca parçalattırılır. Böylece teskin edilen toplumun gazı iyice alınarak aslında eskisinden pek farklı olmayan yeni sistemin çarkları aynen döndürülmeye devam ettirilir. Olan aslında bu arada parçalattırılan günah keçilerine olur. Eski sistemin tüm günahları onlar üzerinden aklandırılır ve defter kapanır.

Leke tutmayan ilahi suyla yıkanmışlar

Biliyorsunuz ülkemizde her kesim günah işleyebilir ve hata yapabilir. Ama tek bir kesim hariç: İktidardaki siyasetçiler.

Ülkede işler kötüye gittiğinde, örneğin ekonomi çökme riskine girdiğinde, devlet hazinesinin kaynakları suyunu çektiğinde, hukuk devleti ve insan hakları ihlalleri ayyuka çıktığında, dış politikada tutarsızlıklar diz boyunu aştığında, yolsuzluklar artık haber değeri bile taşımadığında, birçok kesim kusurlu olabilir. Ama iktidardaki siyasetçiler zinhar olamaz! Onlar tanrısal bir irade gereği leke tutmaz ve hata yapmaz şekilde yaratılmışlardır.

Nitekim iktidarda uzun süre önemli kademelerde bulunmuş ve bazı yakınlarının oldukça "hassas" menfi pozisyonuna rağmen halen de bir ucundan iktidara eklemlenmeyi başarmış tecrübeli bir sayın siyasetçi yalan söyleyecek değil ya. Ne demiş: Ayyuka çıkan bunca hukuk devleti ve insan hakları ihlallerini kendisi de, Sayın Cumhurbaşkanı (CB) da, Sayın Adalet Bakanı da tasvip etmiyormuş (İçişleri Bakanı için tam emin değilmiş yalnız!). Ama yanlışları yapanlar yargıç ve savcılarmış!

Yani hukuk devleti ve insan hakları ihlallerinde iktidardaki siyasetçilerin (belki İçişleri Bakanı hariç) hiçbir dahli, hatası ve sorumluluğu yokmuş. Bütün hata ve sorumluluk yargıçlar ve savcılardaymış.

Böylece olası bir köklü iktidar değişiminde yeni sistemin muktedirleri için günah keçilerini işaret etmek istemiş. Ya da daha iktidar değişimine bile gitmeden kurban edilecek birkaç günah keçisinin nerede aranması gerektiğini belirlemiş.

Bu arada benden duymuş olmayın. Ama bir iktidar değişiminde tüm yüksek yargıç ve savcıların görevden alınması bir kanun maddesi eklemeye bakıyor. 2016 yılında emsali var.

Halen Cumhurbaşkanlığında resmi bir görevi de bulunan tecrübeli bu siyasetçinin ve ayrıca Adalet Bakanı’nın son çıkışları da gösterdi ki, mevcut siyasi iktidar, hukuk devleti normlarını ve insan hakları prensiplerini bariz biçimde çiğneyen yargıç, savcı ve bürokratları gerekirse ve sıkışırsa sahiplenmeyecek.

Hatta ters köşe yapıp, bu derece ciddi hukuk ve insan hakları ihlalleri yapan yargıç ve savcıları, aslında hükümetin altını oyup ülkenin imajını bozarak cümle aleme kötü göstermek suretiyle ekonomik krizi körüklemekle dahi suçlarlarsa şaşırmam.

Para bitip devlet hazinesi boşalmaya başlayınca, kötü demokrasi ve hukuk devleti sicili nedeniyle yurtdışından para gelmeyince ve ceplerine girecek para suyunu çekmeye başlayınca muhafazakâr ve/veya milliyetçi seçmenin bile kendilerine sırt çevireceği anlaşılınca ne hikmetse bir anda vahiy inmiş gibi hukuk devleti ve insan hakları hatırlanıveriyor. Daha yakın zamanda "siz kendi yolunuza biz kendi yolumuza!" veya "salarız üstünüze milyonlarca mülteciyi, görürsünüz!" diye posta koyulan Avrupa’ya "aman bizi dışarıda komayın!" diye yalvarılmaya başlanıyor.

Sorun şu ki CB’nin Kavala hakkındaki son "düzeltici" aleyhe açıklaması da gösterdi ki hukuk reformunun samimiyetine inanmak zor. Kavala ve benzeri konumda olanların gerçekte yargıçların iradesiyle değil Yürütme’nin inisiyatifi ile içeride olduğu tekrar tescillendi. Sadece yurtdışından para sağlamaya endeksli ve bunu elde etmeyle sınırlı bir reform çabası olduğu çok belli. Ciddi yabancı muhataplar buna inanmayacağı gibi, uluslararası ilişkilerde ulusal menfaatlerden en çok taviz verilen zamanlar bu tür çaresizlik imajı verilen zamanlar olur.

Yargıçlar ve bürokratlar kaç kategori?

Gelelim madalyonun öbür yüzüne.

Peki yargıçlar, savcılar ve bürokratlar ülkenin içine düştüğü bu hukuk ve ekonomi krizinin somutlaştığı özellikle son 4-5 yıllık süreçte iyi bir sınav verebildi mi?

Maalesef hayır.

Son hukuk ve ekonomi krizinde siyasetçiler dışındaki resmi karar alıcıları üç grupta toplayabiliriz:

1) İlkeliler (%20): Toplam yargıç-savcı-bürokrat-akademisyen kesiminin maalesef en fazla yüzde yirmisi.

2) Tetikçiler (%20): Tüm yargıç, savcı, bürokrat ve akademisyenlerin yaklaşık yüzde yirmisi. Yani sayıları toplumdaki "ilkeliler" ile aşağı yukarı aynı. Bu oranları neye göre belirledin derseniz, çevremden son 10 yıldaki ve özellikle de son 3-4 yıldaki bizzat kendi gözlemlerimden çıkardığım sonuç bu. Tabii ki bir toplumda ilkeli sayısı ile tetikçi sayısının hemen hemen eşit olması çok utanılası bir durum. 21 Yüzyıl sonunda toplumu ahlaki yönden getirebildiğimiz seviyenin bu kadar olması gerçekten üzücü.

Bunları kendi içinde iki kategoriye ayırmak gerekir:

3) Araziye uyanlar (%60): Yargıç, savcı, bürokrat ve akademisyenlerin kalan yüzde altmışı ise "araziye uyanlar".

Bunlardan, 28 Şubat döneminde sokakta bile türban takılmasına karşı olup bana üniversite öğrencilerine türban yasağına karşı olduğum için kızan ve şimdilerde ise türbanlı asistanlara bile hiç sesini çıkarmayan akademisyenler gördüm mesela.

Bunlar ile "vur denince öldüren tetikçiler" arasındaki ince çizgi, tetikçiler kadar "ellerini kirletmekten" biraz da olsa çekinmeleri; daha zeki olduklarından, "yazın yedikleri hurmaların kışın bazı yerlerini tırmalayabileceği" ihtimaline karşı ellerini fazla kirletmeden sistemin nimetlerini toplamaya çalışmaları.

Son olarak Dario Fo’nun sözünü ettiğim oyunundaki "deli"nin diğer bir sözü:

"Devrim isteyenlere reform sözü verir ortalığı reform sözüne boğarız olur biter."



* Dario Fo, Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü, Çev. Füsun Demirel, Açılım yay.