Ali D. Ulusoy

26 Şubat 2025

İktidarın A ve B planları

Ülkeyi hem ekonomide hem de hukukta çöküşe götüren bu yeni sistemi getirenler, şimdi de hiçbir şey olmamış gibi “pardon, bizi yanıltmışlar(!), şimdi de seçim öncesinde tekrar parlamenter sisteme geçelim” derse, sorumluluğu almış olacak mı?

Siyasi iktidarın önümüzdeki dönem için oyun planı aşağı yukarı belli oldu.

A Planı: Rakiplerin ayağını kaydırıp, aynen devam!

Milletvekilleri transferleriyle ve Kürtlere yeni bir “açılım” gazı ve Öcalan’ı serbest bırakma havucu vererek, TBMM’de 3/5’i bulup R.T. Erdoğan’ın tekrar aday olmasını sağlamak.

Bu arada da en önemli rakiplerini (İmamoğlu ve Yavaş) yapay numaralarla saf dışı bırakıp, geçen seçimdeki Kılıçdaroğlu gibi, Erdoğan’ın yeneceği rakibini “seçerek” (Özgür Özel gibi), yine bir seçimi daha alıp gitmek.

Bu plan şimdiden devreye girdi gibi.

Bir yandan E. İmamoğlu’nu dava bombardımanına tutarak iyice gardını düşürmek ve zamanı gelince ceza verdirip saf dışı bırakmak.

Bu arada E. İmamoğlu’nu saf dışı bırakacak cezayı hemen kesmeyeceklerini ve son ana kadar onu M. Yavaş ile “kapıştırıp” karşı cepheyi iyice zayıflatmak ve bölmek isteyeceklerini tahmin ediyorum.

Sonrasında da sıra muhtemelen Mansur Yavaş’a gelecek ve onun için de ayağını kaydıracak birşeyler icat edilmeye çalışılacak.

Doğrusu E. İmamoğlu bu arada sanki “ön seçim” taktiği ile M. Yavaş’ı kısa yoldan oyun dışı tutacağını hesapladı ve aslında bariz “faul” yaptı gibi.

Yani kendi kampı içindeki uyumu ilk bozan aslında kendisi oldu.

Ama M. Yavaş’ın buna rağmen birlik beraberlik söyleminden vazgeçmemesi, mağduriyetine rağmen artı puan yazdı.

DEM’deki Stockholm Sendromu

Diğer yandan iktidarın, “Öcalan’ı çıkaracağız, açılım getireceğiz!” söylemiyle DEM’i RTE’nin yeni adaylığına ikna etme taktikleri oldukça net gibi.

Kayyumlarla ve tutuklamalarla da havuç-sopa siyaseti güderek kimsenin pek de anlam veremediği “birşeyler deniyorlar”!

Aslında ne kadar çaresiz durumda olduklarının da bariz kanıtı.

Sonuçta Kürt siyasi hareketi içinde, hukuken terör örgütü liderliği tescilli Öcalan’ın vesayetini aşamayan ve halkın meşru desteğine güvenmeyip, AKP-MHP bloğu karşısında Staockholm Sendromu belirtileri taşıyan kesim iktidar hizasına çekilmek isteniyor gibi.

Kürtlerden ilkeli demokrat kesimin bu taktiğe tepkisini ise zaman gösterecek.

B Planı: Parlamenter sisteme kuzu kuzu geri dönüş

Yukarıdaki A Planı tutmazsa, yani M. Yavaş ve E. İmamoğlu’nu ekarte edemeyeceklerse veya Erdoğan’ın tekrar adaylığı sağlanamazsa, iktidarın son çaresi sanırım tekrar parlamenter sisteme dönmek olacak.

Çünkü mevcut yetkilerle Cumhurbaşkanlığını muhalefete vermek her açıdan sonları olacaktır.

Göze alamayacakları kadar çok şey kaybedecekleri kesin.

Parlamenter sistem ise hasarı oldukça azaltacaktır.

Türkiye 2017’de -üstelik OHAL dönemindeyken- apar topar yeni bir hükümet sistemine geçti.

95 yıllık Parlamenter sistemi bir anda çöpe attı ve Başkanlık sistemini getirdi.

Yeni sistem OHAL şartlarında yapılan tartışmalı bir referandumla bile halktan kıl payı onay alabildi.

Şu anda yeni bir referandum yapılsa sanırım halkın yüzde 70’i başkanlık sistemi gitsin parlamenter sistem geri gelsin diyecektir.

Yeni sisteme geçildiği andan itibaren Ülke gün yüzü görmedi.

Tabii ki bunun tek sorumlusu yeni sistem değil.

Küresel pandemi ve sonrasındaki tüm dünyadaki ekonomik kriz de etkili oldu.

Ne var ki bizdeki yeni sistemin iyice perçinlediği “tek adam” otokrasisi önemli siyasi ve ekonomik kararların alınmasını rasyonel bağlamından iyice kopardı.

Krizi niçin daha ağır yaşadık?

Bu süreçte iki faktör Türkiye’nin ekonomik krizi Batı dünyasına göre çok daha ağır yaşamasına ve halkın çok daha fakirleşmesine neden oldu:

İlki, “tek adam”ın iki dudağı arasından çıkan ve ekonomi politikasında ekonomi biliminin temel kurallarının tam zıddı kararlara karşı kontrol-denge mekanizması olmaması nedeniyle, etkileri halen de süren, yüksek enflasyon ve ekonomik durgunluk açmazına girilmesi.

İkincisi, yargı organlarının objektif ve tarafsız konumlarını büyük ölçüde kaybetmeleri sonucunda, evrensel hukuk devleti ve insan hakları normlarından iyice uzaklaşılması. Böylece Ülkede halkın seçtiği politikacılar ve “zenginler kulübü” üyeleri dahil, iktidara biat etmeyen hiç kimsenin hukuk güvenliğinin kalmaması.

Dolayısıyla hem çok geniş halk kesimlerinin ekonomik çöküş yaşaması hem de adalet mekanizmasına kimsenin güveninin kalmaması.

O halde ülkede gerek ekonominin gerekse hukukun “çökmesinin” tek değil ama en önemli sorumlusu bu yeni “sistem” ve bu sistemi empoze edenler.

O halde sorumluluğu alması gerekenler de onlar.

Parlamenter sisteme geçişe evet, ama seçimden önce değil seçimden sonra

Peki ülkeyi hem ekonomide hem de hukukta çöküşe götüren bu yeni sistemi getirenler, şimdi de hiçbir şey olmamış gibi “pardon, bizi yanıltmışlar(!), şimdi de seçim öncesinde tekrar parlamenter sisteme geçelim” derse, sorumluluğu almış olacak mı?

Tabii ki hayır.

Artık bu saatten sonra ekonomide ve hukuktaki çöküşten çıkmanın tek yolu, bu iktidarın gitmesi ve yeni sayfa açılması.

Yani iktidarın değişmesi.

Sonuçta, iktidar değişimi olmadan ülkede ekonomi de düzelmez, hukuk da.

Bu yüzden, başka çaresi kalmayan iktidar, son çare olarak seçim öncesi Parlamenter sisteme geçmek isterse, muhalefetin karşı çıkması şart.

Parlamenter sisteme geçişin ancak seçim sonrası ve iktidar değişimi üzerine yapılması çok önemli.

Önce iktidar değişecek.

TBMM’de çoğunluk sağlanamasa bile cumhurbaşkanı muhalefetten olacak.

Ülke rahat bir nefes alacak.

Demokratik kurumlar ve hukuk devleti işlemeye başlayacak.

Buna paralel ekonomik istikrar da sağlanmaya başlanacak.

Yani önce ülke normalleşecek.

Akabinde TBMM’nin tekrar etkin olacağı ve yürütmeyi denetleyebileceği, Cumhurbaşkanının tekrar “partisiz” ve tarafsız olacağı ve Yargı’nın bağımsızlığının ve tarafsızlığının sağlanacağı daha rasyonel bir sistem getirilecek.

Ama tüm bunlar iktidar değişimi ve muhalefetten seçilecek yeni cumhurbaşkanı ile olacak.