Ali D. Ulusoy

02 Ağustos 2023

Hukuk fakültesi tercihi yapmalı mı?

Hangi hukuk fakültesi?

Üniversiteye giriş için merkezi sınavın puanları yeni açıklandığı için bana bu dönemde en sık sorulan sorular; hukuk fakültesi okumalı mı ile hangi hukuk fakültesini tercih etmeli.

Ülkemizde halen fiilen öğrenci alan 90'dan fazla hukuk fakültesi var. Yaklaşık yarısı vakıf üniversitelerinde.

Geçtiğimiz 10-15 yılda hukuk fakültesi okumaya talep çok arttı.

Eşit ağırlık, Türkçe-matematik, sözel ve sosyal ağırlıklı alanlarda okumak isteyenler için hukuk en çok okunmak istenen alan oldu.

Buna karşın kamu yönetimi, siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler, işletme, iktisat bölümleri gibi siyasal ve İİB fakültelerine olan talep azaldı.

Bunun sonucunda hukuk fakültesi açmaya olan talep de çok arttı.

Uzun yıllardır Ankara ve İstanbul ile birkaç büyük ilde daha bulunan 10 civarındaki hukuk fakültesi sayısı bir anda yaklaşık 10 katına çıktı.

Özellikle vakıf üniversiteleri için hukuk fakültesi açmak minimum maliyetle maksimum kazanç elde etmenin en pratik yolu oldu.

Çünkü laboratuvar kurmak gibi, pahalı alet edevat almak gibi bir sorun yok; üstelik talep çok fazla olduğu için paralı (ücretli) öğrenci kontenjanını dolduramama riski yok.

Tek gereken bir bina, sınıflar ve sıralar.

Bir de hocalar.

YÖK ne kadar kontenjan verirse tamamı kolayca doluyor.

Bu yüzden gerek yeni hukuk fakültesi kurma izni için, gerek öğrenci kontenjanlarının artırılması için YÖK'e olan baskılar da çok arttı.

Hatta YÖK bu baskılar üzerine bir ara yeni hukuk fakültesi açmama kararı bile aldı.

Ama tabii ki siyasi baskılar sonucu bu kararını tam da uygulayamadı.

Bazı vakıf üniversiteleri için hukuk fakültesi bulunması ve yeterince kontenjan alması üniversitenin mali açıdan sürdürülebilirliği için en önemli faktörlerden biri.

Yani hukuk fakültesini kapatırsanız veya kontenjanını çok azaltırsanız, üniversite muhtemelen mali açıdan çöker.

Bu kadar fazla hukuk fakültesi olunca ister istemez öğrenim kalitesi de düştü.

Çünkü iyi hukuk fakültesi demek aslında iyi hocalar demek.

Vakıf üniversiteleri –özellikle yeni kurulanlar- doğal olarak işin kolayına kaçıp, kendileri hoca yetiştirmek yerine devlet üniversitelerinden yetişmiş hocaları transfer ediyorlar.

Bu durum devletteki hocaların da işine geliyor.

Çünkü devlette emekliliği hak etmiş hocanın, emekli olup vakıf üniversitesine geçip çift maaş alması tabii ki cazip bir durum. Mevcut ekonomik koşullarda böyle bir hakkı bulunan hocanın bu hakkını kullanması da anlaşılabilir bir durum.

Üstelik devlet üniversiteleri yönetimlerinin büyük çoğunluğu son yıllarda fazla siyasileşmiş bir yönetim anlayışı sergilediği için, kurum aidiyeti hisseden hocalar için bile devlette kalmanın bir esprisi kalmamış durumda.

Bu olgular sonucunda devlet üniversitelerinde ciddi bir hoca erozyonu yaşanıyor. Devlet hukuk fakültelerinde özellikle kıdemli profesör sayısı çok çok azaldı.

Vakıf üniversitelerinde ise prestiji ve/veya imkanları yüksek olanların (Bilkent, TOBB, MEF, Bilgi, Koç, Yeditepe, Bahçeşehir, Atılım, Yaşar vs.) hoca kalitesi ve sayısı oldukça iyileşti.

Prestiji veya imkanları elvermediği için nitelikli hocaları transfer etmekte zorlanan vakıf üniversitelerinin ise eğitim kalitesi iyice düştü.

Sonuçta prestiji ve imkanları yüksek az sayıdaki vakıf üniversiteleri istisna olmak üzere, gerek köklü devlet üniversitelerindeki gerekse diğer devlet ve vakıf hukuk fakültelerindeki hoca kalitesi ve buna paralel eğitim kalitesi oldukça geriledi.

Bu olgunun bir sonucu da biz hukuk hocalarının işsizlik sorununun olmaması ve işgücü piyasasında en çok aranan meslek grubu olmamız!

Örneğin benim alanım olan idare hukukunda halen Türkiye'de 70 yaşını geçmemiş profesör sayısı sanırım toplam 15 civarında. 90 küsur hukuk fakültesi için oldukça az bir sayı.

İdare hukuku dışında, medeni usul-icra iflas ve ceza hukuku gibi bazı alanlarda genel olarak yetişmiş hoca sayısı çok az.

Son yıllarda talepteki düşüşün nedenleri

Hukuk fakültesi sayısının bu kadar artmasının doğal bir sonucu da hukuk mezunu sayısının çok artması.

Bunun sonucu da iş bulmanın zorlaşması ya da nitelikli ve iyi gelirli iş potansiyelinin azalması.

Halen birçok avukatlık ofisinde asgari ücret seviyelerinde çalışan ücretli avukat sayısının oldukça fazla olduğu söyleniyor.

Mezun sayısı çok artınca, nitelik yönünden objektif bir seçme sistemi de olmayınca, avukatlar için işgücüne olan arz-talep dengesinin bozulması ve bu noktalara gelinmesi doğal.

Kanaatimce bu konuda yapılan en büyük hata, avukatlık için merkezi yeterlilik sınavının koyulmasında ve devreye sokulmasında çok gecikilmiş olması.

Avukatlık sınavı daha yeni getirilebildi ve henüz uygulamaya bile sokulamadı.

Oysa bu sınavın en az 10 yıldır uygulamaya koyulmuş olması gerekirdi.

Avukatlık neden itibar kaybetti?

Halen asgari hukuk bilgisi açısından hiçbir objektif yeterlilik denetimine tabi olmadan, öyle ya da böyle hukuk fakültesi bitiren herkes -şekli bir yıllık staj sonucunda- otomatik olarak avukatlık yapabiliyor.

Sonra da olmadık düşük ücretlere vekalet almalar, haksız rekabete sebebiyet vermeler dahil, avukatlık mesleğini çoğu için çekilmez hale getirebiliyorlar.

Genç avukatlar için de meslekte önünü görememe ve geleceğe yönelik ümitsizlik nitelik kaygılarının önüne geçebiliyor.

Oysa Batı'da tüm ülkelerde avukatlığa başlayabilmek için ciddi bir merkezi sınav yapılır.

Bazılarında bu sınav bilgi ölçen yeterlilik sınavı; bazılarında ise buna ilaveten, sadece belli kontenjanlar için eleme sınavı şeklindedir.

Bu sınavı da kural olarak her baro kendisi yapar.

Örneğin ABD'de her eyalet barosu kendi sınavını yapar. Kaliforniya barosuna girmek en zorudur mesela.

Fransa'da ise her il barosu kendi sınavını yapar ve sınav çok zordur. Hukuk mezunu biri en az bir yıl boyunca bu sınava ciddi biçimde hazırlanmazsa kazanamaz.

Buna karşın buralarda o ilin veya eyaletin barosuna kayıtlı olmayan avukat o il veya eyalet sınırları içinde dava takibi yapamaz ve vekalet alamaz.

İstinaf ve temyiz aşamasında dava takibi yapabilmek için ise en az 10 yıl gibi avukatlık kıdemi gerekir.

Belli dönemlerde bazı meslekler için talebin çok artması veya düşmesi doğaldır. Esas olarak işgücü piyasasındaki arz ve talep dengesi ile bağlantılıdır.

Hukukta ise avukatlık sınavının çok gecikmesi ülkemizdeki arz-talep dengesini ciddi biçimde bozmuştur.

Sanıyorum ilk sınav kanuna göre önümüzdeki yıl yapılacak.

Bu sınav sağlıklı biçimde yapılabilirse ve barolar ve barolar birliği mesleğin itibarını korumada daha ilkeli duruşlar sergileyebilirse, bir süre sonra avukatlıkta da işler rayına oturacaktır.

Sonuçta hukuk, tıp ve mühendislik gibi temel alanlardan şaşmamak en doğrusudur.

Eşit ağırlık, Türkçe-matematik, sözel ve sosyal alanları kendi yapısına daha yakın görenler ve yaşamları boyunca bu alanlara yönelik çalışmaktan daha mutlu olacağını hissedenler için hâlâ en isabetli ve doğru seçenek hukuk okumaktır.

Hukuk okumak insanın kendi kendisini yetiştirmede ve dünyayı ve çevresini anlamakta ve çözmekte ufkunu açacak en başta gelen seçeneklerden biridir. Üstelik insanın hayatını kazanmada tek sermaye olarak kendi aklını kullanması da yeterlidir.

Hangi hukuk fakültesi?

Hangi hukuk fakültesini tercih etmeli sorusuna ise yanıtım, üniversitenin prestijini ön planda düşünmektir.

Bu noktada yanıtlanması en zor soru, maddi imkanları elveren ve puanı da yeterli olanlar için, köklü devlet üniversitesi hukuk fakültesi mi, yoksa prestijli vakıf üniversitesi hukuk fakültesi mi sorusudur.

Kadrosu köklü devlet üniversitesi hukuk fakültesinde olup en prestijli vakıf üniversitelerinin birinde ders de veren biri olarak net yanıt vermem kolay olmamakla birlikte, soranlara önceleri yine de köklü devlet üniversitesini seçmelerini öneriyordum.

Ama özellikle devlet üniversitelerindeki yönetimlerin siyasileşme eğilimlerinin de körüklediği köklü devlet üniversitelerindeki hoca erozyonu son zamanlardaki önerilerimi biraz daha prestijli vakıf üniversitelerine kaydırıyor gibi.

Hukuk okuyanlara en önemli tavsiyem ise çok iyi İngilizce öğrenerek (TOEFL-IBT en az 95, IELTS en az 7,5) evrensel seviyede hukukçu olmaya çalışmaları.

Ali D. Ulusoy kimdir?

Halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ali D. Ulusoy, 1968 yılı Mersin Mut doğumludur.

Öğretim üyeliği yanında EPDK Hukuk Dairesi Başkanlığı, BDDK Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme Kurulu Üyeliği, TOBB-ETÜ Hukuk Fakültesi kurucu dekanlığı ve İzmir Yaşar Üniversitesi rektör yardımcılığı gibi idari görevlerde bulunmuştur.

ABD Los Angeles California Üniversitesinde (UCLA) iki yıl (2006-2007; 2017-2018) misafir öğretim üyesi olarak kalmıştır. 2011-2014 arası üç yıl Danıştay Üyeliği yapmış ve kendi isteğiyle ayrılıp üniversiteye dönmüştür.

Uzmanlık alanları: İdare hukuku, İdari yargı, Ekonomik kamu hukuku, İdari yaptırımlar, İnsan hakları, Devlet-din ilişkileri.

Lisans: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Yüksek Lisans: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doktora: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doçentlik:2002, Profesörlük: 2008.