Ali D. Ulusoy

16 Haziran 2021

Hâkim-savcıların sosyalleşme hakları var mı?

Sonuçta henüz "robotlar" bu işi yapamadığına göre, hâkim-savcılar da insandır ve herkes gibi sosyalleşme ihtiyaçları insani bir ihtiyaçtır

Son günlerde bazı hâkim-savcılar ve özellikle bir bölge idare mahkemesi başkanı hakkındaki bulunduğu sosyal ortamlara yönelik kamuoyuna yansıyan ithamlar, hâkim-savcıların sosyalleşmelerinin sınırları ve ölçüleri hakkındaki bu yazıyı yazmama vesile oldu.

Hasbelkader kendim de bir süre yüksek hâkimlik yaptığım için, hâkim-savcılar için sosyalleşmenin sınırlarını ve ölçülerini belirlemenin zorluklarını bizzat biliyorum.

Öte yandan kişinin mesleği ne olursa olsun, özel yaşam-meslek yaşamı-sosyal yaşam arasında ciddi bir geçişkenlik ve içe içelik bulunduğu ve bu üçünü birbirinden bıçakla keser gibi kolayca ayırmanın pek mümkün olmadığı da somut bir olgudur.

Sonuçta henüz "robotlar" bu işi yapamadığına göre, hâkim-savcılar da insandır ve herkes gibi sosyalleşme ihtiyaçları insani bir ihtiyaçtır. Sorun daha çok, gerek özel yaşamları gerek mesleki yaşamları ile sosyal yaşamlarını dışarıya (3. kişilere) nereye kadar ve ne ölçüde açacakları ve bu "dışarıya açılmanın" sınırlarının nasıl belirleneceğinde ve "kötüye kullanmaya" nasıl engel olunacağındadır.

Bu bağlamda mesai içi ve görev esnasındaki sosyalleşme olgusu ile mesai ve görev dışındaki sosyalleşmeyi öncelikle ayırmakta yarar var.

Mesai içi sosyalleşmenin sınırları ve ölçüleri

Mesai içinde hâkim-savcıların sosyalleşme hususunda genellikle zorlandıkları konu, gerek avukatlar ve/veya davaların tarafları/müdahilleri ile gerekse eş-dost-arkadaş-tanıdık-akraba ile "özel görüşme" yapıp yapmamaları gerektiği noktasındadır.

Hâkim-savcıları en çok zorlayan talepler, gerek şahsen tanımadıkları avukatlar ve dava dosyası taraflardan gelen "doğrudan", gerekse eş-dost-arkadaş-tanıdık-akraba kanalıyla "dolaylı" olarak gelen ve hâkimin-savcının önündeki dosyaya ilişkin "izah etme" ve konuyu "açıklama" talepleridir.

Avukatlarla ve dava dosyası taraflarıyla özel görüşme yapma konusunda, Danıştay Üyeliği tecrübemden gördüğüm kadarıyla bu konuda bazı hâkim-savcı ve yüksek yargı üyeleri, hiç görüşmeme prensibini benimsiyorlar. Bazıları ise odasında "açık kapı" prensibi benimseyerek, ayırım gözetmeden talep eden herkesle görüşüyorlar ve kimseyi geri çevirmiyorlar.

Her iki prensibi benimseyene de saygı duymak gerekir.

Ben de Danıştay üyeliğimde "açık kapı" prensibini benimseyenlerdendim. Ama görüşmede yazılı bir not-belge almazdım ve sadece yapılan açıklamayı dinlerdim. Tabii ki herhangi bir yorum yapmadan (ihsas-ı rey yasağı).

Prensip olarak kimse ile görüşmeyenlerin pratikteki açmazı şu noktada oluyor:

Tanımadığınız avukat ve dava dosyası tarafları ile görüşmeseniz de, ister istemez bir arkadaşınız-dostunuz-akrabanız sizi ziyarete geldiğinde görüşmeme lüksünüz yok. Sohbet esnasında da konu önünüzdeki bir dosyaya geldiğinde, açıklamaları ("izahları") hiç dinlememe gibi bir lüksünüz olamıyor. Bu yüzden adil olması için tanımadığınız tarafları ve avukatlarını da dinlemek bana daha doğru geliyordu.

Bu konuda en sorunlu olan yaklaşım ise, özellikle idari yargıda bazı hâkim veya yüksek yargı üyelerinin davalı idarelerin avukatları veya üst düzey bürokratları ile görüşmekte beis görmeyip, davacı özel kişi taraflar veya avukatların görüşme taleplerini reddetmeleri.

Bence bu yaklaşım ciddi biçimde sorunlu ve adil yargılamayı zedeleyecek nitelikte.

Öte yandan, gerek davacı kişiler açısından gerek idare veya idare yanında müdahiller açısından, mahkeme önündeki bir dosyada gerçekten "canı yanan" ve haklı olduğuna samimi olarak inanan için, dosyasının mahkemece gerçekten titiz biçimde incelendiğinden ve dosyada önemli hiçbir noktanın gözden kaçırılmadığından emin olmak çok önemli.

Maalesef ülkemizde yargı mercilerine olan güven oldukça düşük seviyelerde olduğundan ve kişilerde genelde bulunan "dava dosyaların titiz biçimde okunmadığı ve incelenmediğine" dair yerleşmiş önyargı, bu tür "haricen izahat" taleplerini de anlaşılır ve meşru kılıyor. Dolayısıyla bu konuda önyargılı da olmamak lazım.

Bazen uygulamada nadiren de olsa bu tür haricen görüşmeleri müvekkilleri nezdinde kötüye kullanan avukatlara rastlanabiliyor. Hâkimin kendisini iyi niyetle dinlemesini müvekkile "hâkimi kafaladım, karar lehimize çıkacak!" şeklinde pazarlayabiliyor. Buna da dikkat etmekte yarar var.

Mesai dışı sosyalleşme

Hâkim-savcıların mesai dışı sosyalleşmeleri ise daha karmaşık.

Eskiden Danıştay ve Yargıtay'ın klasik "old school" yaklaşımı, gerek taşradaki hâkim-savcıların gerek yüksek mahkeme mensuplarının mümkün olduğunca kapalı bir "lojman ortamında" kalmaları, sosyalleşmeleri kendi içlerinde yaşamaları, lojman dışı sosyalleşmelere ilke olarak sıcak bakmama yönündeydi.

Hatta lojman içi evlilikler oldukça yaygındı.

Mesleğe yeni başlayan hâkim-savcılara verilen ilk öğütler, taşrada görev yaparken mümkün olduğunca hâkim-savcı ve belki sınırlı biçimdeki lokal kamu görevlileri (kaymakam, doktor vs.) çevresi dışındaki "halktan" kimselerle arkadaşlık ve bağlantı kurmamaları şeklinde olurdu.

Aslında belki de haklılık payı vardı bu telkinlerin.

Aksi halde önlerine gelen ihtilaflarda tarafsızlığı ve adaleti sağlamak güç olabilirdi.

Hele de son yıllarda bu konuda özellikle taşradaki hâkim-savcılarda yerel siyasetçilerle (il-ilçe başkanları vs.) gereksiz samimiyetlere sıklıkla rastlanıyorken, o öğütleri veren eskilerin bir bildiği olduğu anlaşılıyor.

Gerçi halktan bu kadar kopmak biraz da abartılı bir yaklaşım gibi.

Sonuçta bu konuda her hâkim-savcı kendine özgü bir dengeyi kurmayı ve geliştirmeli bence.

Sonuçta önemli olan, hem mesleğin saygınlığını korumak ve yapılan yargı görevine leke dokundurmamak. Hem de komplekslerden arınmış, sosyal yönü dahil dengeli iyi bir insan olabilmek.


 *Prof. Dr., Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi.