Ali D. Ulusoy

26 Şubat 2020

Demokrat Türk milliyetçisinin bunalımı

İslamcı siyasete alternatifin sosyal demokrat-Atatürkçü siyaset yerine milliyetçi siyaset olması doğru mu?

Bir dönem kendimi de yakın hissettiğim Türk milliyetçiliği ve milliyetçileri hakkındaki son 15-20 yıllık gözlemlerim şöyle:

İlk tespitim, Türk milliyetçiliğinin Batı’daki milliyetçiliğin son dönemdeki derin dönüşümünden etkilenmemiş olması.

Batı’da bu dönüşümün esası, milliyetçiliğin mayasına ırksal değil manevi/bilişsel anlayışı yerleştiren modern milliyetçiliğin teorik mimarı Ernest Renan’ın mirasının reddedilerek, milliyetçiliğin tekrar ırksal-kalıtımsal kökenlerine geri döndürülmesi. Bu dönüş, kendisi ile aynı ırktan olmayanı toplama kamplarında yok etme şeklinde tezahür etmiyor belki. Daha çok, aynı ırktan olmayanın ülkeden def edilmesi, kendi kökenlerinin olduğu ülkeye dönmeye zorlanması şeklinde evrilmiş. Jean-Marie Le Pen’in, "ben Arapları çok severim aslında, ama kendi ülkelerine dönerlerse!" sözüyle özetlendiği gibi. Bazen ırksal boyut ile kültürel boyut da karışabiliyor Batı’daki yeni milliyetçilikte. Batı kültürüne tamamen asimile olmuş bir "kara kafa" da kısmen tolere edilebiliyor. Ama bu "yeni milliyetçiliğin" en temel özelliği, ırkçılığı tekrar baz alıyor olması.

Renan’ın modern milliyetçiliği, ulus-devletin insan unsurunu oluşturan ulusun/milletin, geçmişte gurur duyduğu ortak bir tarihi olan ve gelecekte de "kader birliği" etmiş, aynı ülküyü paylaşan insanlardan oluşan bir topluluktan meydana geldiği anafikrine dayanır. Irksal bir birliktelikten ziyade kültürel ve manevi bir birlikteliği esas alır. Bu milliyetçiliğin temelindeki görece zayıf "çimentoyu" güçlendirebilmek için ülkelerin tarihlerindeki başarıların abartılması ve önemli tarihsel kişiliklerin aşırı yüceltilmesi bilinen bir taktiktir. Bkz. "bir Türk dünyaya bedeldir!" mottosu. Önemli başarıları yanında ciddi defoları da olan 2. Abdülhamit gibi kişiliklerin peygamberleştirilmek istenmesi gibi.

Türk milliyetçiliği, Osmanlı sonrası oluşan yeni dünya düzeninin (ulus-devlet) milliyetçilik inşasında Renan’ın modern milliyetçilik anlayışını baz almaya aslında mecburdu. Aynı şekilde günümüzde de Renan’a sadık kalmak dışında başka seçeneği bulunmuyor. Çünkü ırksal olarak "saf Türk" bulmak zor zanaat bu memlekette. Irksal olarak Slav, Arnavut-Balkan, Kafkas, Arap, Farsi, Kürt hatta Yunan, Ermeni, Musevi, Süryani genlerin Orta Asya Türk genlerle karışık dansı Anadolu coğrafyasının tipik özelliği. Benim Güney Anadolu Torosları'na yerleşmiş Yörük-Türkmen atalarımın bile taa Orta Asya’dan buralara kadar gelirken hangi farklı genlerle haşır-neşir olduklarını tanrı bilir. Renan aslında hızır gibi yetişmiş bizim memleketin milliyetçilik inşasına!

Batıdaki modern gelişmelerden yani ırkçı esaslı yeni milliyetçilik dalgasından etkilenmeme olgusu muhtemelen Türk milliyetçilerinin son dönemdeki en büyük başarısı. Türkeş-Bahçeli çizgisinin bundaki katkısı küçümsenemez. Türk milliyetçiliği, son dönemde Batıdaki modaya uyarak ırksal temele oturtulmaya çalışılsaydı, özellikle Kürtlere ve kısmen de Arap kökenlilere yönelik çok ciddi sosyolojik çatışmalara sebebiyet verilebilirdi. Türkeş-Bahçeli çizgisinin ırksal boyutu reddeden kapsayıcı milliyetçiliği bu noktada takdire şayan bence. Ülkücü camiada öteden beri ciddi bir etkinliği bulunan Çerkez-Laz-Gürcü köken ağırlıklı Kafkasyalı-Karadenizli damarın da bu yaklaşımda rolü büyük muhtemelen.

Düşünün, mesela 2000’lerin başındaki Uzan gibi popülist bir siyasetçinin politikasını Batı tarzı ırksal bir milliyetçiliğe dayandırarak, anti-Kürt ve anti-Arap bir söylemi ön plana çıkarttığını ve Kürtleri Batıdan kovup Güneydoğuya gönderme amaçlı "ırkçı-Türkçü" politika yürüttüğünü. Belçika, Fransa, İtalya, Hollanda-Avusturya-Almanya’daki ırkçı partiler tarzı bir politika. Ege-Marmara-Akdeniz-Karadeniz kıyı şeridinde hatta İç Anadolu’da ciddi taban bulabilecek böyle bir popülist politika durumunda, şimdi siyasette çok daha farklı şeyleri tartışıyor olurduk muhtemelen. O yüzden, ülkede siyasetin tepeden dizayn edilen bir üstyapı mühendisliği olması nadiren de olsa olumlu sonuç verebiliyor.

Türk milliyetçiliğinin son dönemindeki kırılma: Demokratlar vs. otokratlar

Türk milliyetçiliğinin son dönemindeki temel gözlemim ise, ılımlı ve evrensel hukuk devleti değerleri ile barışık demokrat milliyetçiler ile demokrasi-hukuk devleti-insan hakları gibi evrensel değerleri umursamayan hatta düşman gibi gören otokrat milliyetçilerin turnusol kağıdı gibi ayrışması.

Otokrat milliyetçi kanadın -yine demokrasiyi umursamayan- oportünist muhafazakâr siyaset ile koalisyonu tercih edip; demokrat milliyetçi kanadın ayrı bir parti çatısı altına geçmeye mecbur kalması bu ayrışmanın en somut göstergesi.

İşte tam da bu noktada, demokrat milliyetçiler ile erimeye yüz tutmuş eski merkez-sağ’ın -şimdilik biraz da yapay gibi duran- birlikteliği ile oluşan siyasi oluşumun üst yönetiminin, -aslında taktiksel açıdan çok doğru görünen- geniş demokrasi ittifakı kapsamındaki bazı girişimleri, milliyetçi kanadında kriz doğurmuş görünüyor. Partinin milliyetçi kanadından gelen bazı eleştiriler hatta kopmalar bu krizin göstergesi.

Bu noktada demokrat milliyetçi kanadın bunalımı ve ikileminin esası şu:

Her ne kadar demokrat değerlere inanılsa da, sonuçta "serde" Türk milliyetçiliği de varolduğuna göre, parti üst yönetimin Kürt eksenli politika yapan unsurlar ile son dönemdeki diyaloğu ve yakınlaşması nasıl içe sindirilecek? Geniş çaplı demokrasi ittifakının bir parçası da olsa, otokrat-oportünist ve aksi yöndeki şova rağmen milli menfaatlere gerçekte duyarsız mevcut iktidardan kurtulmanın tek yolu gibi de görünse, gerçek Türk milliyetçisinin son tahlildeki en somut "düşmanı" olan ayrılıkçı teröre dolaylı da olsa destek veren siyasi unsurlarla bir arada görünmek ciddi bir samimiyet çelişkisi doğurmuyor mu? İşte demokrat Türk milliyetçilerinin bu bunalımı ve ikilemi aşmakta ciddi bir sorun yaşadığı günlerdeyiz. Bu bunalımı ve ikilemi sağlıklı ve doğru biçimde aşıp aşamayacakları muhtemelen önümüzdeki dönemde siyasetin aynı otokrat çizgide mi devam edeceği, yoksa demokrat bir çizgiye mi evrileceği sorusunun en kritik yanıtını oluşturacak. Çünkü siyasetin mevcut "at başı giden" dengesini bu ikilem değiştirebilecek.

Bu bağlamda, demokrat milliyetçilere şu hususu hatırlatmakta yarar var:

Günümüzde siyaseti eskinin kemikleşmiş kamplaşmaları bazında düşünmek hatalı olduğu gibi, ilk kuruluşunda etnik terör örgütünün himayesinde ve desteğinde siyasi arenaya girmiş olmakla birlikte, köprülerin altından çok suların geçtiği zaman içinde daha barışçıl ve demokratik bir duruş sergileyerek terörle arasına ciddi ve samimi mesafe koymaya çalışan meşru Kürt siyasi unsurlara önyargılı bakış adil bir yaklaşım olmayacaktır. Terörle arasına mesafe koymaya çalışması kaydıyla, bir Kürt siyasetçi ile diyaloğa girmekten sırf etnik bir bakış açısıyla en baştan ve toptan reddedilmesi, ırksal milliyetçiliği dışlayan Türk milliyetçi gelenekle de bağdaşmayacaktır.

Kaldı ki, salt demokrasiye geçiş ihtiyacı için değil, gerek iç politikadaki yoksulluk-yolsuzluk-işsizlik sorunu, gerek dış politikada ülke menfaatlerinin gözetilememesi nedeniyle de mevcut siyasi iktidardan bir an önce kurtulmak siyasette öncelikli bir amaç olarak görülüyorsa, bu tür bir ittifakı "öcü" gibi görmek ve göstermek açık bir çelişki olacaktır.

Bu arada, üstyapısal siyaset mühendisliğinin otoriter milliyetçi kesimi meşrulaştırmak adına yaptığı son dönemdeki dizaynları aşağıdaki sorularla sorgulamak da herkesin demokratik hakkıdır:

İslamcı siyasete alternatifin sosyal demokrat-Atatürkçü siyaset yerine milliyetçi siyaset olması doğru mu? İslamcı siyasetin aşırılığını ve yayılmacılığını milliyetçi siyaset ile frenlemek, törpülemek ve evcilleştirmek iyi bir taktik mi?


Prof. Dr. Ali D. Ulusoy/ Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi.