Ali D. Ulusoy

20 Aralık 2023

Belediyelerde "doğru aday" nasıl belirlenir?

Kazanmanın riskli ve ortada olduğu yerlerde "doğru aday", halkın her kesiminden oy alabilecek popüler adaydır. Kazanmanın risksiz göründüğü yerlerde ise "doğru aday", bir yandan popülizme yüz vermeyen, diğer yandan halka hizmet odaklı çalışkan ve nitelikli adaydır

Victor Hugo, "iyi insan olmak zor değildir; asıl zor olan adaletli olmaktır" demiş.

Yaklaşan yerel seçimlerde şu günlerde aday belirlemede parti yönetimlerine hatırlatmak istedim.

Yerel seçimlere 3,5 aydan az kaldı.

Normalde adayların çoktan belli olması ve seçim kampanyalarının başlaması gerekirdi.

Nedense bu konuda hem iktidar kanadında hem muhalefette ciddi bir heyecan yok.

Halkta da son seçimin hayal kırıklığı nedeniyle bir bezginlik ve boşvermişlik hakim.

Ana muhalefet partisindeki lider/genel başkan ve üst yönetim değişikliği belli bir dinamizm sağlamış görünüyor.

Bu konuda yeni yönetimin vereceği sınav, aday belirlemede örgütün sesini dinlemede ne kadar gerçekçi ve rasyonel davranabileceğinde düğümleniyor.

Örgütün eğilimini dikkate almak kuşkusuz daha katılımcı olacağı için daha demokratik olduğu gibi, seçim kampanyası için sağlayacağı dinamizm de önemli.

Buna karşın yerel bazda örgütlerin içinde yaşanabilecek klikleşme, kişisel husumetler ve kısır çekişmeler, sen-ben kavgaları ve kişisel egolar bazlı dar kadrolaşma eğilimleri seçimin ortada ve riskli olduğu yerlerde "kazanacak adayı", seçimin garanti görüldüğü yerlerde ise en doğru adayı belirlemeyi de engelleyebilir.

Bu nedenle yeni yönetim bu konuda bıçak sırtında bir sınav verecek.

O halde aday belirlemede hem örgütün hem de halkın nabzını iyi tutup, en doğru tercihi yapmak en önemli iş.

Bu noktada henüz adayların belirlenmediği yerlerde, ana muhalefet için aday belirlemede seçimin ortada veya riskli olduğu yerlerde (Bursa, Balıkesir, Manisa, Mersin, Antalya gibi) kazanma şansı en yüksek olan doğru adayı; seçimin normalde garanti sayılabilecek yerlerde ise (Ege sahili, Trakya, Çankaya, Kadıköy, Şişli, Beşiktaş, Sarıyer, Bakırköy gibi) popülizm yapmayacak ve yatırım/hizmet odaklı doğru adayı bulması önemli.

Diğer bir anlatımla, kazanmanın riskli ve ortada olduğu yerlerde "doğru aday", halkın her kesiminden oy alabilecek popüler adaydır. Buralarda örgütün dinamizmi ayrıca önemlidir.

Kazanmanın risksiz göründüğü yerlerde ise "doğru aday", bir yandan popülizme yüz vermeyen, diğer yandan halka hizmet odaklı çalışkan ve nitelikli adaydır.

Sahil bandındaki rant ittifakı

CHP'nin zaten geleneksel olarak uzun süredir rahat kazandığı Ege sahil bandı, Trakya ve Ankara ve İstanbul'un belli ilçelerinde örgüt ile CHP'ye oy veren halk kesimi arasında ciddi bir kopukluk var.

Buralarda örgütün oy veren halk kesimleri üzerinde hemen hiçbir etkisi ve önemi yok.

Hatta özellikle sahil kesimlerinde örgütler genellikle yerel mafyanın etkisine açık.

Bu yerlerde genelde işin arka planındaki tablo, muhalefet partisi belediye yönetimleri, iktidar partisi il ve ilçe başkanları ile yerel mafyatik unsurlar arasında adı konulmamış bir rant ittifakı bulunması.

Tabii ki istisnalar olabilir ve düzgün örnekler illa ki vardır. Ama genel tablo maalesef bu.

Bu ittifakın sonuçları ise genelde kıyıların ve plajların havalı işletmeler lehine halka kapatılması, olmadık imar izinlerinin kolayca verilmesi ve halkın ortak kullanabileceği sosyal alanlar ve spor alanlarının geliştirilmemesi ve ranta açılması şeklinde halka yansıyor.

Buralarda örgüte hakim olan ve kendilerini oraların "yerlisi" olarak öncelikli ve ayrıcalıklı gören yerel klikler için genelde yerel siyaset yapmada asıl motivasyon, daha fazla imar rantı elde edebilmek.

Dolayısıyla ana muhalefet partisi "halkçı belediyecilik" yapmak istiyorsa öncelikle buralardaki yerel kliklerle baş etmek zorunda.

Bunu da kimseye siyaseten eyvallahı olmayan ve "sadece işini yapan ve işi bilen bürokrat" imajlı düzgün, nitelikli, dürüst, cesur ve çalışkan adaylar ile başarabilir.

Böyle kimseler ise aranırsa bulunur. Yeter ki bulma iradesi olsun.

Yerel seçimde işbirliği yapmamak siyasi kazanç getirir mi?

Bu arada muhalefetin merkez sağ ve milliyetçi kanadındaki güçlü partisinin (İYİP) seçim işbirliğini yapmama eğilimi gerek siyasi realiteye uygun olmaması açısından, gerekse siyasi muhalefetin ana meşru amacının öncelikle mevcut iktidarı değiştirmek veya zayıflatmak prensibine uygun olmaması açısından bence sorunlu.

Çünkü mevcut seçim sistemimizde yerel seçimler iki turlu değil.

Tek turda en çok oy alan seçiliyor.

Dolayısıyla benzer veya yakın siyasi eğilimlerden 3-4 farklı güçlü aday yanında, siyasi eğilimi tamamen farklı bir aday kıl payı farkla da olsa seçilebiliyor.

Bu nedenle İYİP'in iki turlu Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda içine sinmeyen bir tek adayda ittifak yapması ne kadar yanlışsa, tek turlu belediye seçimlerinde seçim işbirliği yapmaması da en az o kadar yanlıştır.

Bu üst üste iki önemli siyasi hatanın faturasını ise sanırım halk sandıkta kesecek. Halk çok ciddi bir ceza verecek ve parti muhtemelen yüzde 10'lardan yüzde 5'lere düşecek. Parti yönetiminin kamuoyuna verdiği "savrulmuşluk" imajı da sanırım ayrıca bir oy kaybına neden olacak.

Siyasi ittifak ayrı, seçim iş birliği ayrı

Bu arada son dönemde gördüğüm önemli bir sorunlu durum da şu:

Siyasi aktörlerin henüz yeni sistemin izin verdiği "siyasi ittifak" ve "seçim iş birliği"ni tam olarak anlamadıkları görülüyor.

İki veya daha fazla siyasi partinin aralarında "siyasi ittifak" yapması ile sadece "seçim işbirliği" yapması farkı şeyler.

Siyasi ittifak, siyasi partilerin genel olarak çoğu siyasi konuda paralel yönde tavır içinde oldukları ve genelde benzer görüşte olmalarına karşın sadece sınırlı bazı konularda siyaseten farklı düşündükleri, yani genelde asgari müştereklerde anlaştıkları anlamına geliyor.

Bir süredir AKP ile MHP arasında bir siyasi ittifak bulunduğu söylenebilir.

Oysa seçim kanunlarında yapılan son değişiklikler, partilerin illa siyasi ittifak içinde olmalarını zorunlu kılmıyor.

Partiler bu yeni sistemde, siyaseten düzenli ve istikrarlı bir ittifak içinde olmasalar bile, sadece seçim zamanı ve seçim dönemi ile sınırlı biçimde iş birliği de yapabiliyorlar.

Bu noktada özellikle muhalefet partilerinin salt siyasi iktidarın gücünü zayıflatmak adına, aralarında sadece seçim ile sınırlı bir iş birliği pekala mümkün ve bu iş birliği için illa da partilerin temel siyasi konularda aynı yönde düşünmeleri gerekmiyor. Tek amacın siyasi iktidara karşı siyasi zemin kazanma olması yeterli.

O halde eğer İYİP, CHP ile siyasi bir ittifakta gerek Kürt siyasi hareketiyle bağlantı veya mesafe konusunda, gerek laikliği yorumlama konusunda, gerekse ekonomi politikaları konusunda kendisini rahat hissetmiyorsa ve siyasi hedefini ağırlıklı olarak merkeze yakın AKP ve MHP seçmeninden ayrıca oy devşirmek olarak belirlediyse, böyle bir siyasi ittifaka kapalı olması son derece meşru ve anlaşılır olur.

Buna karşın, ana motivasyonun Ülkede 20 küsur yıldır iktidardaki siyasi aktörlere karşı mümkün olan en güçlü siyasi zeminin kazanılması olarak belirlendiği ve sadece seçim iş birliği ile sınırlı bir zorunlu yan yana gelme hem bir siyasi ittifak anlamına gelmeyecek, hem de daha güçlü hale gelindiği imajı verilmesine vesile olacaktır.

Aksi halde tam olarak siyasette nerede duracağını bilmeyen ve ne yapmak istediği net olmayan "savrulmuş" imajı, partinin AKP ve MHP seçmeninden oy koparmasını mümkün kılmayacağı gibi, partinin en az yüzde 80'i iktidar muhalifi olan mevcut seçmeninden bile ciddi bir oyun CHP'ye kaymasına yol açacaktır.

Sonuçta siyaset, kritik bir noktada yaptığınız bir anlık önemli hatanın, iş işten geçtikten sonra yine bir anlık kızgınlıkla telafi edilebileceği bir çocuk oyunu değil.

Ayrıca siyasette iki yanlış bir doğruyu götürür, ama iki yanlışın toplamı bir doğru etmez!

Ali D. Ulusoy kimdir?

Halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ali D. Ulusoy, 1968 yılı Mersin Mut doğumludur.

Öğretim üyeliği yanında EPDK Hukuk Dairesi Başkanlığı, BDDK Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme Kurulu Üyeliği, TOBB-ETÜ Hukuk Fakültesi kurucu dekanlığı ve İzmir Yaşar Üniversitesi rektör yardımcılığı gibi idari görevlerde bulunmuştur.

ABD Los Angeles California Üniversitesinde (UCLA) iki yıl (2006-2007; 2017-2018) misafir öğretim üyesi olarak kalmıştır. 2011-2014 arası üç yıl Danıştay Üyeliği yapmış ve kendi isteğiyle ayrılıp üniversiteye dönmüştür.

Uzmanlık alanları: İdare hukuku, İdari yargı, Ekonomik kamu hukuku, İdari yaptırımlar, İnsan hakları, Devlet-din ilişkileri.

Lisans: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Yüksek Lisans: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doktora: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doçentlik:2002, Profesörlük: 2008.