Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan, CHP Genel Başkanı Özel’e iade-i ziyarette bulundu
Ana muhalefet CHP'deki yerel seçimler öncesi yaşanan yönetim değişimi halkın büyük bir kesimine yeni bir umut vermişti.
Bu umudu hissedenlerin büyük çoğunluğu gerek ekonomide gerekse hukuk ve demokraside iyice tıkanan ve yolun sonuna geldiği artık iyice belli olan 22 yıllık mevcut iktidardan kurtulmayı bekleyen kitlelerdi.
Nitekim bu değişim umudu anamuhalefet partisinin kendisinin bile şaşırdığı bir yerel seçim sonucu getirdi.
Yerel seçimleri iktidar bloğu bariz biçimde kaybetti.
Ana muhalefet partisi birinci parti olarak yerel seçimleri açık biçimde kazandı.
Üstelik bu yerel seçimler sadece yerel dinamiklere göre oynanan bir oyun olmaktan çıktı ve aslında ulusal bazda iktidara uyarı ve ders vermek isteyenlerin tepkisi ön plana geçti.
Diğer bir deyimle yerel seçimler aslında siyasi iktidara bir "sarı kart" mahiyetindeydi ve bunun anlamı açık biçimde, eğer işler iyiye gitmezse ilk genel seçimlerde siyasi iktidara "kırmızı kart"a dönüşecek olması.
O halde ana muhalefet ciddi bir hata yapmazsa, bu kez ilk genel seçimlerde bu siyasi iktidarın gidici olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Sayın Erdoğan da sanırım bu olgunun farkında.
Önümüzdeki seçimlerde iktidardan düşmemek için en iyi bildiği ve şimdiye kadar işe yarayan taktikler hemen devreye alınmış gibi.
Ekonomide seçimlere kadar 2-3 yıl kemer sıkmak.
Dar ve orta gelirli kesimleri daha da fakirleştirmek pahasına maaşları ve harcamaları düşük tutmak.
Böylece enflasyonu kontrol altında tutmak.
Seçimlere 1 yıl kala ise Sayın Mehmet Şimşek'e tekrar "bay bay" demek.
Nebati'vari politikalara dönüş yaparak, faizleri düşürüp ortalığı para bolluğuna boğarak ekonomide geçici bir ferahlama sağlamak.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de yine karşısındaki adayı "seçerek", bu kez Özgür Özel'i rakip olarak çıkartıp, seçimleri bir kez daha alıp götürerek iktidarda 5 yıl daha kalabilmek.
Nitekim siyasette kendisine rakip olarak sadece CHP genel başkanı Özgür Özel'i muhatap alarak ve onu pohpohlayıp ön plana çıkararak, vakti zamanı gelince onun da Kemal Kılıçdaroğlu'nun yaptığı hatayı yapıp ve "gaza gelip" aday olmasını sağlamaya çalışacak gibi görünüyor.
Aslında ilk Cumhurbaşkanlığı seçimi için en güçlü potansiyel "kazanacak" adayın Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş olduğunu herkes bal gibi biliyor.
Önceki taktiklerle ekonomide son bir yılda para muslukları açılarak sağlanacak "yalancı baharın" artık kitlelerin çoğunluğunu kandıramayacağı büyük olasılık.
Zira artık para musluğundan akacak paralar iyice suyunu çekti gibi ve fakirleşen halk "kışı geçirecek ama yediği soğuğu unutmayacak" gibi.
Ama geçen seçimlerde olduğu gibi eğer ana muhalefetin adayı çoğunluğun içine sindiremeyeceği düşük profil biri olursa yine de iktidarın küçük bir şansı olabilir.
Ama muhalefetin adayının E. İmamoğlu veya M. Yavaş olması halinde çeyrek asır sonra bir iktidar değişimi ufukta görünüyor.
Gerçi Ekrem İmamoğlu için Demokles'in kılıcı gibi başında sallandırılan istinaftaki ceza davasının ve ayrıca ilmek ilmek örülerek ince ince hazırlanmakta olduğunu öğrendiğim yeni bir ceza davasının seçim öncesinde devreye sokulacağını tahmin ediyorum.
Yargı bürokrasisinin zaten kaçınılmaz olan iktidar değişiminde yanlış tarafta olup akıntıya kürek çekip çekmeyeceğini hep beraber göreceğiz.
Siyasette bu tür yapay engellerin ters tepme gibi bir huyu olduğu da biliniyor üstelik.
Mansur Yavaş için ise ne tür bir yapay engelin devreye sokulacağına henüz karar verilmemiş görünüyor.
Her kafadan bir ses çıkması ve CHP
CHP her şeye rağmen bir merkez sol parti olarak sadece tek sesin çıktığı otoriter bir parti olamaz.
Böyle olmaması da aslında demokratik anlamda iyi bir şey.
CHP geleneğinde de zaten otoriter bir tek seslilik yok.
Ama bunun da kuşkusuz bir sınırı ve ölçüsü var.
Partide çoğulculuk olması ve yeri geldiğince herkesin görüşünü söyleyebilmesi ve farklı seslere de tahammül edilmesi ile sürekli her kafadan bir ses çıkması sonucunda etkin ve nitelikli karar alınamaması ve istikrarlı bir ortam bulunmaması aynı şey değil.
Önemli kararlar alınmadan önce farklı sesleri de dinlemek ve çoğulcu anlayışı yadsımamak, ama günün sonunda istikrarlı bir yönetim anlayışı ile etkin ve verimli kararlara imza atmanın bir yolu mutlaka bulunmalı.
Halen benim gördüğüm ise CHP'de bu noktalara gelinemediği.
Genel başkan ve yakın ekibi, sanki salt Erdoğan iktidarından "aferin" almanın ve derin devlet "statüko"sundan onay almanın "meşruiyetine" ihtiyacı varmış gibi, siyaseten içi boş bir normalleşme ile boşa enerji harcadı ve halen de harcıyor.
Üstelik bu "normalleşme" söylemi ana muhalefet partisine siyaseten hiçbir şey kazandırmadığı gibi, aslında ağır bir seçim yenilgisi almış iktidara bir tür "yaşam öpücüğü" vermiş oldu.
Diğer bir deyimle birkaç aydır siyaseti meşgul eden bu "normalleşme" CHP genel başkanının kendi kişisel PR'ına biraz katkı sağladıysa da aslında partisi için bariz eksi yazdı.
Üstelik seçimden ağır hasarla çıkmış iktidara ise ofsayttan gol yazdı.
Buna değer miydi emin değilim.
Özgür Özel'in vermesi gereken karar
Sonuçta bence Sayın Özgür Özel bir karar vermeli.
E. İmamoğlu'nun siyasi gücü ve karizması karşısında kendi siyasi pozisyonunu onunla siyasette rekabet etmek olarak görüyorsa, bu rekabette dışarıdan, yani iktidar bloğundan ve derin devlet unsurlarından destek alma ve karşılığında onların gönlünü hoş tutma hatasına düşmesi, hem kendisini önceki genel başkanın düştüğü zavallı duruma düşürür; hem de partiye ve tüm ülkeye yazık eder.
Aksine kendi siyasi pozisyonunu partinin başında bir denge unsuru ve partiyi bütünleştirici bir figür olarak Cumhuriyet'in bu en köklü partisini iktidara en iyi biçimde hazırlama ana hedefine odaklanma ve bunun için akıl ve mantık neyi gerektiriyorsa onu yapma olarak belirlerse, hem kendisi partinin başında daha uzun yıllar kalır; hem de partisine ve tüm ülkeye çok büyük ve tarihi bir hizmette bulunmuş olur.
Ülkeyi tekrar demokratik seviyeye ve hukuk devletine döndüren adam olarak da demokrasi tarihine geçer.
Sonuçta ülkenin demokrasiye dönüş için geleceğinin anahtarı Sayın Özgür Özel'in kendi egosunu yönetebilme becerisinde saklı.
Ali D. Ulusoy kimdir? Halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ali D. Ulusoy, 1968 yılı Mersin Mut doğumludur. Öğretim üyeliği yanında EPDK Hukuk Dairesi Başkanlığı, BDDK Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme Kurulu Üyeliği, TOBB-ETÜ Hukuk Fakültesi kurucu dekanlığı ve İzmir Yaşar Üniversitesi rektör yardımcılığı gibi idari görevlerde bulunmuştur. ABD Los Angeles California Üniversitesinde (UCLA) iki yıl (2006-2007; 2017-2018) misafir öğretim üyesi olarak kalmıştır. 2011-2014 arası üç yıl Danıştay Üyeliği yapmış ve kendi isteğiyle ayrılıp üniversiteye dönmüştür. Uzmanlık alanları: İdare hukuku, İdari yargı, Ekonomik kamu hukuku, İdari yaptırımlar, İnsan hakları, Devlet-din ilişkileri. Lisans: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Yüksek Lisans: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doktora: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doçentlik:2002, Profesörlük: 2008. |