Ali Alpar

16 Nisan 2024

Lizbon depremi, bilmek, yapabilmek, kader

Önceden alınabilecek önlemler alınmamış, önlenebilecek kayıplar önlenmemiş ve sonrasında yapılabilecek etkili kurtarma organizasyonları yapılmamışken "kader" demek sorumluluk almamaktır

1755 Lizbon Depremi'ni ve sonrasındaki tsunamiyi tasvir eden bir bakır kabartma çizim.

İnsanlar en eskilerden beri bu Dünya'nın nasıl işlediğini anlamaya çalışmışlar. Hayatta kalmak, daha iyi yaşayabilmek, doğadan yararlanmak, afetlerden korunabilmek, toplum içinde verimli işbirliği, insanların başka insanlardan korunabilmeleri veya başkalarına hükmetmelerini sağlamak için dünyayı gözlemek, öğrenmeye, hatırlamaya, anlamaya, paylaşmaya veya gizlemeye çalışmak olmazsa olmaz bir ihtiyaç. İnsan iradesinin, bilgisinin, eyleminin, etkisinin sınırlarıyla karşılaştıkça bu sınırların nerede olduğu, aşılıp aşılamayacağı, bir İlahî Gücün her şeyi, an be an tüm ayrıntılarıyla belirleyip belirlemediği sorularını sormuşlar. Dünya deneyimiyle bazı olayların ve eylemlerin belli süreçlerle sonuçlara götürdüğünü yani nedensellik kavramını öğrenmişler ve bu tür bilgileri kullanarak yaşayabilmişler. Neden-sonuç bilgisine ulaşamadıkları veya insanların etkileyemediği çok geniş alanlarda kader fikri de hakim olmuş. Başka insanlara karşı sorumluluklar – ahlâk konusu da kaderle içiçe geçmiş doğal olarak: herşey İlahi İrade tarafından önceden yazılı kader ise insanların ahlâkî sorumlulukları yok mudur? Tanrı bu Dünya'da insanların iyiliğini istiyorsa, insana bu Dünyanın işlerini Dünya tecrübesinden öğrenme yeteneğiyle, akılla yapmaya imkân vermez mi? Akıl mı nakil mi tartışması din bağlamında tartışıldığı gibi, bir İlâhi İrade'ye iman etmeden de kendiliğinden ortada olan bir soru: Dünya işlerini hangi tür bilgiye göre yapmalı? Sağduyunun cevabı, eylemlerimizi, kendi sınırlı tecrübelerimize, daha çok da insanlığın çok kez deneyip doğruladığı, kanıtladığı, yanlışlanmamış bilgiye dayandırmak. Bu yol, bilgi edinmenin güçlükleri, dünyanın karmaşıklığı, insanların çıkarları, yanılgı ve yalanları ile kolay olmayan, hep eksik kalan, bitmeyen bir yol. Ancak Dünya bilgisini Dünya'dan öğrenmekten başka esenlikli bir yol yok. Bu anlamda akıl ve sağduyu, "bilim" ve "bilimsellik" değil, ondan daha geniş, daha herkese açık bir alan.

* * *

Peki bilim ne getirdi? Kopernik, Galileo, Kepler, Newton ve başka aktörlerle modern bilimden ilerdeki yazılarda söz etmeğe çalışacağım. Bu yazıda Newton'un bulduğu en önemli sonuçlara - gezegenlerin hareketinin hesaplanabilir şekilde anlaşılmasına ve bunun etkilerine değinelim.

Newton 1687de Philosophiæ Naturalis Principia Mathematica eserinde hareket denklemlerini ve ayrıca evrensel kütle çekimi yasasını yayımlamıştı. Bu büyük sonuca Galileo'nun fizik deneylerini, Kepler'in gezegenlerin tam nasıl hareket ettiklerini gözlemlerden çıkaran üç yasasını ve kendi icat ettiği türev hesabını kullanarak ulaşmıştı. Newton'un eserinin temelinde 1. Deney ve gözlemlerden başlamak, 2. Yeryüzünde ve göklerde gözlenen hareketlerin aynı yasalarla açıklanacağı fikri, 3. Hesaplanabilir matematik ifadeler vardı. Böylece nesnelerin şimdiki konum ve hızlarından ilerde herhangi bir zamanda nerede olacakları öngörülebiliyordu. Hareket yasalarının yeryüzündeki uygulamalarıyla da top mermilerinden makinalara kadar öngörü ve tasarıma sistematik bir imkân ve temel sağladı.

Düşünce için en önemli olan sonuçsa nedenselliğin hesaplanabilir matematik denklemlerle kestirilebilmesi idi. Bu hep böyle gözlendikçe, doğrulandıkça, "dünyaya hükmeden bir İlâhî Güç varsa ancak Doğa Yasalarını ortaya koymuştur, ondan sonra olup bitene müdahale etmemektedir" anlayışı yaygınlaştı. Bu durum insanın dünya işleri için (potansiyel olarak) bilgi, öngörü, etki ve sorumluluk alanlarını açtı.

Daha karmaşık, henüz anlaşılmamış, ya da ancak sınırlı öngörülerde bulunulabilen alanlarda da dünyanın doğa yasalarına göre işlediği fikri yeni örneklerle desteklendi. Cansız doğada kayalar, denizler, yıldızlar, gök cisimleri - toprak ve hava ve su ve ateş– yapılarıyla, işleyişleri ile anlaşılmaya başlandı. Anatomi ve fizyolojinin gözlem ve deneylerle öğrenilmesinden başlayarak yeni kavrayış canlıları, insanı ve toplumla ilgili bilgileri de kapsamına aldı. Akıl ve sağduyu eskilerden beri bütün dünya uygarlıklarında vardı. Modern bilim akla sistem ve yöntem getirmiş oldu.

* * *

1755 yılının Hıristiyanların 1 Kasım Tüm Azizler Yortu gününde Büyük Lizbon Depremi Portekiz'i, İber Yarımadasını ve Kuzey Afrika'yı vurmuş (bu konuda meselâ Türkçe Vikipedi ve başka dillerde Wikipedia'ya bakabilirsiniz). Günümüz sismologlarının en az 7,7 şiddetinde olduğunu hesapladıkları depremden 40 dakika sonra gelen tsunami ve çıkan yangınlarla Lizbon'un 200,000 kişilik nüfusundan 30-40,000 kişi ölmüş. Fas'ta da 10,000 kadar can kaybı olmuş. Lizbon'un yeniden inşasını yöneten Pombal Markisi "Ne yapmalı?" sorusuna "Ölüleri gömün, hayatta kalanlara yardım edin" cevabını vermiş. Yardım çalışmalarına herkesin katılmasını zorunlu kılmış, yağmacılığı önlemiş. Afetten sonra insanî dayanışma ve sağduyu kadar fırsatçılık ve yağma da ortaya çıkıyor. Yaraları sarmak ve tamirat ise yöneticilerin ve toplumun organizasyon becerisiyle, sorumluluk ve ferasetiyle ilgili. Bu tarih boyunca böyle olmuş, ancak modern çağda organizasyonla kullanılabilecek kurtarma, tedavi, restorasyon imkânları artmış.

Depremin sebebiyle ilgili bilgi o zaman yok gibi. Şimdi bile dünya kabuğundaki karmaşık levha hareketlerini ölçme ve deprem dinamiğinin kavrama imkânları gezegen yörüngeleri gibi görece çok sade sistemler için Newton'dan beri elimizde olan ayrıntılı öngörü imkânından epeyce farklı. Bilim insanları depremlerin nerelerde, hangi büyüklüklerde, istatistik olarak ne olasılıkla ve nasıl bir ortalama sıklıkla gelebileceğini hesaplayabiliyorlar. Bu da elde edilebilen bilgilerin kesin öngörü değilse de tedbir için kullanılmasını, depremleri olabilecek en az can kaybı ve hasarla atlatmayı mümkün kılıyor.

18. yüzyıl Avrupa'sında, Newton'dan sonra daha fazla beklentiyle, cevap umuduyla, depremin nasıl anlaşılabileceği sorusu soruluyordu. Bu soruya cevap vermenin ilkesel olarak, potansiyel olarak dahi mümkün olmadığı, böyle soruları sormanın dahi anlamsız olduğu, hattâ küfür olduğu fikri de yaygındı. Çünkü herşeyin bütün ayrıntılarıyla kader, takdir-i ilâhi olduğu, ardında insan aklının kavrayamayacağı bir hikmet bulunduğu doktrini hâkimdi. Kilise ve engizisyon günahkârları, yahudileri suçluyor, bu afetin onları cezalandırmak için geldiğini iddia ediyordu. Yine de hıristiyanların aklına bu afetin neden müslümanları değil de kendilerini vurduğu, Müslümanların aklına neden sadece Hıristiyanlara değil müminlere de vurduğu, herkesin aklına neden yeni doğmuş günahsız bebeklerin de öldüğü sorusu geliyordu. Siyasî ve dinî otorite kaderciliği kendi iktidarları için kullanırken bazı ilâhiyatçılar ve filozoflar da kaderin hikmetini gösteren ayrıntılı iddialar inşa ediyorlardı. Newton'dan bağımsız olarak türev-integral hesabını (kalkülüsü) icat eden matematikçi ve filozof Leibniz de Tanrı'nın, tabiatı icabı, mümkün bütün dünyaların en iyisini yaratmış olduğunu öne sürüyordu. Öte yandan Kant, depremleri açıklamak için yer kürenin yapısı ile ilgili varsayımlar yapıyordu. Sonraki gözlemler Kant'ın modelinin yanlış olduğunu gösterse de doğa olaylarını doğanın kendi yapı ve dinamiğiyle açıklaması modern bilim çerçevesindeydi; gözlemle kanıtlanmaya veya yanlışlanmaya açık bir varsayımdı. Toplumsal ve siyasî dinamikler için bu görüşlerin iç ayrıntıları değil, kamu arenasına nasıl yansıdığı, insanların ne anladığı, nasıl bir propaganda üretildiği ve algı oluştuğu önemli. Bu düzlemde Voltaire'in "Candide" adlı güçlü hiciv hikâyesi çok çarpıcı ve etkili olmuş. Kitapta başta Lizbon Depremi olmak üzere doğal afetlerin ve daha çok da insanların ettiği kötülüklerin üst üste bindiği bir dünyada saf Candide'in yaşayıp gördükleriyle hocası Pangloss'un bütün bunların aslında mümkün olan en iyi dünyada gerekli olduğu tezi çarpışıyor.

* * *

Türkiye'de 1999 depremlerinden sonra, ardından Endonezya'da Açe depreminde çocukların ölmesi karşısında Fethullah Gülen bu olayların ardında kader ve hikmetin olduğunu söylemişti. Maden kazaları gibi afetlerin ardından ve 6 Şubat 2023 depremlerinden sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da fıtrat ve kaderden söz etti. Menzil Tarikati depremzedelere günahları için tövbe etmelerini telkin etti. Bütün bunlar, dünya bilgisine itibar etmeyen, her şeyin önceden belirli olduğuna itikat eden bir örgütlenmenin, kendileri öyle iddia etse de "modern" (yani bilimle uyumlu) olmadığının örnekleri. Bu noktada da kanıtlara bakmak lâzım: Dinî-siyasî hareketlerin kendilerine giydirdikleri modernlik iddiaları ile, yaptıklarını, bu dünyayı nasıl gördüklerini, nasıl göstermek istediklerini karşılaştırmak gerekli, ve yeterli. Önceden alınabilecek önlemler alınmamış, önlenebilecek kayıplar önlenmemiş ve sonrasında yapılabilecek etkili kurtarma organizasyonları yapılmamışken 'kader' demek sorumluluk almamaktır.

Öte yandan insanların gerçekten bilemeyecekleri, önlemini alamayacakları olaylar anlamında "kader"e sığınmaları olumlu ve sağaltıcı olabilir. Bilim Akademisi üyesi Nebi Sümer'in "Depremin Afete Dönüşmemesi İçin Sorumlu Siyaset" panelinde söylediği gibi: "Kaderciliğin baş etme bakımından olumlu ancak hazırlık bakımından olumsuz etkisi var." (Burada ve şurada Bilim Akademisinin depremle ilgili panellerinden alıntıları ve kayıtları bulabilirsiniz.)

 

Ali Alpar kimdir?

Astrofizikçi. Sabancı Üniversitesi Emeritus öğretim üyesi. Bilim Akademisinin kurucu başkanı.

1968'de Robert Akademi'den, 1972'de ODTÜ Fizik bölümünden mezun oldu. 1977'de Cambridge Üniversitesi'nden fizik doktorasını aldı.

Boğaziçi Üniversitesi, Columbia Üniversitesi, University of Illinois at Urbana-Champaign, TÜBİTAK Temel Bilimler Araştırma Enstitüsü, ODTÜ ve Sabancı Üniversitesi'nde çalıştı.

Araştırma alanları nötron yıldızları ve pulsarlardır.

1993-1997 arasında Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) Konseyi, TÜBİTAK Bilim Kurulu ve TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları'nı başlatan yayın kurulu üyesiydi.

ODTÜ (1994) ve Sabancı Üniversitesi'nde (2003) mezuniyet sınıfı öğrencilerinin seçtiği en iyi öğretim üyesi ödüllerini aldı.

TÜBİTAK Teşvik Ödülü 1986, Sedat Simavi Ödülü 1988, TÜBİTAK-TWAS Bilim Ödülü 1992, ODTÜ Mustafa Parlar Vakfı Bilim Hizmet ve Onur Ödülü 2018 sahibi.

Hükümetin KHK ile Türkiye Bilimler Akademisine (TÜBA) üye tayin etmesi üzerine TÜBA'nın 82 aslî üyesinden istifa eden 52 üye arasındaydı. 25 Kasım 2011'de Bilim Akademisi'nin 17 kurucu üyesi arasında yer aldı.

2011-2021 yılları arasında Bilim Akademisi'nin ilk başkanlığını yaptı.

Türk Astronomi Derneği üyesi ve eski başkanı. Academia Europaea, American Philosophical Society, European Astronomical Society, International Astronomical Union üyesi.